1. YAZARLAR

  2. Murat Yılmaz

  3. Günlerden 28 Şubat: Cuntalardan çetelere kısa bir gezinti
Murat Yılmaz

Murat Yılmaz

Yazarın Tüm Yazıları >

Günlerden 28 Şubat: Cuntalardan çetelere kısa bir gezinti

28 Şubat 2008 Perşembe 03:29A+A-

Cuntalara ve çetelere ilişkin neredeyse her gün yeni bir haber veya eski bir bilgi, belgenin yayınlandığını görüyoruz. Başarılısından teşebbüs halinde kalana kadar öğrendiğimiz cunta ve çete haberleri, Türkiye'ye en ciddi probleminin bu olduğunu ve bu problemle hesaplaşmadan demokratik, sivil ve özgür bir anayasal düzenin kurulup devam ettirilemeyeceğini her gün yeniden hatırlatıyor.

Cuntalara ve çetelere ilişkin neredeyse her gün yeni bir haber veya eski bir bilgi, belgenin yayınlandığını görüyoruz. Başarılısından teşebbüs halinde kalana kadar öğrendiğimiz cunta ve çete haberleri, Türkiye'ye en ciddi probleminin bu olduğunu ve bu problemle hesaplaşmadan demokratik, sivil ve özgür bir anayasal düzenin kurulup devam ettirilemeyeceğini her gün yeniden hatırlatıyor. En son ABD'nin 1969-1972 yıllarında Türkiye'ye ilişkin istihbarat belgeleri açıklandı. Böylece kamuoyunun hafızasında yer almayan 1969 yılındaki bir muhtıra ve sonrasındaki gelişmeler gündeme geldi. Ondan önce vatandaşlar arasındaki eşitlik ilkesinin vurgulandığı anayasa değişikliği tartışmalarında, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ve bazı emekli "hukukçular" bu değişiklik dolayısıyla Başbakan Erdoğan'ı idamla tehdit ettiler. Böylece Türk siyasi hayatında kara bir leke olan Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ın idamlarının gölgesi yeniden TBMM üzerinde demoklesin kılıcı gibi sallandırılmak istendi. Baykal, kamuoyundan yükselen sert tepkiler karşısında ben Menderes'i değil, Talat Aydemir'i kastetmiştim diye özrü kabahatinden büyük yeni bir açıklama yaptı. Baykal'ın Ergenekon ve Veli Küçük hadiseleri üzerine söylemesi gereken Aydemir örneğini, adeta onları unutturmak istercesine Başbakan Erdoğan'a yöneltmesi, cunta ve çetelerin basın ve siyasetteki ayaklarının ne kadar güçlü olduğunu hatırlatması bakımından kaydedilmelidir. Bu tartışmalar, tarihin şimdiki zamanda devam eden örneklerini dikkatten kaçırmamalı, bilhassa onlar üzerinde durmak için bir vesile addedilmelidir. Bu bakımdan cunta ve çeteleri bugünün ve Ergenekon Çetesi'nin ışığında yeniden düşünmek faydalı olacaktır.

Ergenekon Çetesi'ne yönelik operasyon ve akabinde yargıya intikal eden soruşturma, Türkiye'nin kadim "devlet çetesi" tartışmalarını yeniden gündeme taşıdı. 2003-2004 yıllarında ordu içindeki cuntalaşmanın, Ay Işığı ve Sarıkız adıyla maruf darbe teşebbüslerinin başarısız olmasından sonra, 22 Temmuz 2007 seçimlerine kadar başka bir formatta çeteler halinde devam ettiği anlaşılıyor. Son operasyon ise bu çetenin 22 Temmuz seçimlerine rağmen, bugünlerde yeniden harekete geçtiğini ortaya koyuyor.

İktidarlar muktedir olamadı

Hikmet-i hükümet adına meşru devlet yapılanması dışında bir başka hiyerarşi ile kurulan ve hukuk dışı yollarla faaliyet gösteren bu Teşkilat-ı Mahsusa, kendisini türlü gerekçelerle devam ettirmeyi başarmıştır. Teşkilat-ı Mahsusa anlayışıyla hiçbir zaman hesaplaş(a)mayan seçilmiş iktidarlar, daima asker-sivil bürokrasinin bu vurucu örgütünün tehdidini üzerinde hissetmiştir. Gazetecilerle siyasilere yönelik suikastlardan,askeri darbeleri meşrulaştıracak şiddet hareketlerine kadar her türlü melanete bulaşan bu örgütlenme, Türkiye'nin NATO'ya girişiyle ordunun emri altında faaliyet göstermiştir.

Birinci Cihan Harbi'nde Osmanlı Devleti'nin yenilmesi sonucunda İttihatçı liderlerin yurtdışına kaçmasıyla hiyerarşisi bozulan bu Teşkilat, Milli Mücadele'ye katılarak varlığını devam ettirmiştir. Mustafa Kemal'in üzerinde tam bir hakimiyet sağlamak için yaptığı tasfiyelerle budanan Teşkilat, için için yanarak korunu muhafaza etmeyi başarmıştır. İkinci Dünya Savaşı'nda Almanya ile yapılan işbirliğiyle yeniden palazlanmaya başlayan bu yapılanma, soğuk savaşın başlamasıyla komünizme karşı harekete geçirilmiştir. Anti-komünist kitle saldırılarını örgütlemeye başlayan bu özel teşkilat, Türkiye'nin çok partili hayata geçmesiyle beraber dernek ve dergiler etrafında da yapılanmaya başlamıştır. Türkiye'nin NATO'ya girmesiyle yeniden yapılanan ve Seferberlik Tetkik Dairesi'nin yapılanması altına giren özel teşkilat, artık siyasi iktidardan bağımsız, tamamen askerî bürokrasinin emri altına girecektir. 6-7 Eylül ve Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatı'nın teşkilinde görev alan Teşkilat, askerî ve sivil unsurlarıyla 27 Mayıs 1960 darbesine giden kargaşa ortamının hazırlanması ve darbenin hayata geçirilmesinde de aktif rol almıştır. Türkiye'yi 12 Eylül darbesine taşıyan 1 Mayıs 1977, Malatya, Maraş ve Çorum olayları başta olmak üzere bir çok bombalama ve suikastta bu özel teşilatın sağ ve sol örgütlere sızarak ciddi bir rol üstlendiği anlaşılıyor. Nitekim bu dönemde Ülkü Ocakları İkinci Başkanlığı'na kadar yükselen Abdullah Çatlı ve ekibinin karıştığı kıyım olayları bu bakımdan kayda değerdir. 7 TİP'li gencin Bahçelievler'de katledilmesi, kahvehane bombalanması, otobüs taranması ilk defa bu grubun şiddet alanına soktuğu eylemlerdir. Çatlı ve ekibinin, 12 Eylül öncesi yurtdışına kaçırılması, yurtdışında da Ermeni teröristlere karşı ve daha sonra Türkiye'ye gelerek PKK terörüne karşı kullanılmaları bu bakımdan hatırlanmalıdır. Yine Susurluk'taki kazada Çatlı'nın yanında devrimci ve Alevi kimliğiyle bilinen efsanevi özel hareket polislerinden Hüseyin Kocadağ'ın bulunması, teşkilatın zannedildiği gibi sadece MHP'de örgütlenmediğini yeterince gösteriyor. Teşkilatın, sadece MHP'deki kimi unsurlarıyla ifşa olması teşkilat açısından ciddi bir başarıdır. Bu başarı, teşkilatın basın yayın, sivil toplum ve siyaset dünyasında ne kadar güçlü olduğunu da gösteriyor. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin ısrar ve iradesiyle MHP içinde kendisine bir şemsiye bulamayan cunta ve çetelerin, ister istemez ifşa olmayan kesimleri harekete geçirdiği görülüyor. Soğuk savaşın bitmesiyle NATO ülkelerinde tasfiye edilen benzeri yapılanmalara rağmen, Türkiye'deki teşkilatın varlığını PKK terör örgütünün tehdidiyle meşrulaştırıp daha da güçlendirmesi 1990'larda gerçekleşecektir. 1990'larda şiddetini artıran gayri nizami harp, 12 Eylül darbesinden sonra giderek yoldan çıkan devlet ve bilhassa güvenlik güçlerinin hukuk nosyonundan tamamen uzaklaşmasını beraberinde getirmiştir. Böylece Süleyman Demirel'in ifadesiyle "devlet rutinin dışına çıkmış"tır. Bu gayri nizami harpte giderek büyüyen kontrgerilla yapılanması, artık asker-sivil bürokrasinin vurucu gücü olmanın ötesine geçerek siyasi ve iktisadi bir aktör olmaya yönelmiştir. Bir şeften mahrum olan bu yapı içinde ciddi mücadeleler de başlamıştır. Susurluk kazasından sonra yükselen kamuoyu baskısının yanı sıra, ordunun bu yapıya eklenen ve ortak olmaya başlayan polis ve istihbaratçıların hiyerarşideki yerini düşürme çabaları, yeni bir dönüm noktası oldu. 28 Şubat süreci orduya bu imkânı verdi. 28 Şubat süreci, aynı zamanda bu yapının sadece PKK'ya karşı kullanılmayacağını, muhalif bütün çevreleri tehdit eden bir güç olduğunu da meydana çıkardı.

İhtilali olgunlaştırmak

Türkiye'nin 2001'den itibaren 28 Şubat süreciyle başlayan siyasi ve ikisadi süreçten çıkmaya yönelik reform süreci, PKK'nın bu dönemde şiddet düzeyini düşürmesi ve MGK'nın konumunda yapılan değişiklikler kontrgerillanın konumunu sarstı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün orduyu siyasetten uzak tutmaya yönelik tavrı karşısında, rahatsızlık duyan ordu üst kademesi, 2003-2004 yıllarında bilebildiğimiz en az iki cunta teşebbüsünde bulundu. Özkök'ün dirayeti, AB reformları ve dünya konjonktürünün el vermemesi yüzünden başarısızlıkla sonuçlanan darbe teşebbüsleri, 2004 tarihinden sonra da kontrgerillanın imkânlarından yararlanılarak devam edegeldi. Başarısızlıklar cuntanın yerini, çetelerin almasını ve Susurluk döneminde dağıtılan yapının yeniden harekete geçirilmesini beraberinde getirdi. Buradaki mantık esas itibarıyla 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eyül ve 28 Şubat darbelerinden farklı değildir: Sivil iktidarı aciz ve yönetemez duruma sokacak krizler yaratmak... Böylece darbeyi meşrulaştıracak sosyal ortamı hazırlamak...12 Eylül'ün kudretli generallerinden Bedrettin Demirel'in ifadesiyle "ihtilali olgunlaştırmak"...

Bu bahiste eski aktörleri, bilhassa MHP'yi yanında bulamayan cuntacılar, doğrudan kendilerinin organize ettikleri terör şebekeleri marifetiyle laiklik, gayrimüslimler ve Kürt meselesi üzerinden krizler yaratmaya çalıştılar. Kontrgerillanın kontrolü altına girmeyen emniyet ve istihbarat kuvvetleri sayesinde planladıkları birçok eylemi gerçekleştiremediler. Yine de organize ettikleri Cumhuriyet mitingleri marifetiyle ve başarabildikleri cinayetler sayesinde ordu üst kademesini etkileyerek 27 Nisan bildirisini yayınlatmayı başarabildiler. Ancak önce 22 Temmuz seçimleri ve sonrasında 21 Ekim referandumu, halkın sivil ve demokratik tercihiyle bu başarı, arzu edilen sonuçları yaratamadı. Mamafih son gelişmelerden cuntacıların bu istikamette çalışmaktan, planlarını revize etmekten vazgeçmedikleri anlaşılıyor. Kontrgerillanın silahlı ve sivil ayakları, 2009 yılında bir darbe için faaliyete geçmiş durumda... MHP'nin mesafeli duruşu yüzünden artık ifşa olmamış aktörlerini devreye sokan cunta ve çetelerin, gerçek resmi de böylece daha net bir şekilde ortaya çıkıyor.

Zaman gazetesi

YAZIYA YORUM KAT