1. YAZARLAR

  2. Ferhat Kentel

  3. Gerekçelerin beklenmedik sonuçları
Ferhat Kentel

Ferhat Kentel

Yazarın Tüm Yazıları >

Gerekçelerin beklenmedik sonuçları

04 Eylül 2010 Cumartesi 14:30A+A-

Meydanlar, gazeteler, televizyon ekranları “evet”, “hayır” ve “boykot” sesleriyle dolup taşıyor. Sembolleşen bu seslere çeşitli gerekçeler hayat veriyor ya da neredeyse hayat memat meselesi haline gelmiş bu seslerin bizzat kendileri çeşitli gerekçelerin üretilmesi için kalkış noktası oluşturuyor.

Aslında sadece “evet” veya “hayır” fikri de değil bu gerekçeleri oluşturan kalkış noktaları. “Evet” ve “hayır”ın öncesinde, Anayasa tartışmalarının çok ötesinde bir performans olarak sergilenen, bir ait olma haline tekabül eden kimlikleşme hikâyeleri var. Bu kimlikleşme hikâyelerinin içinde Türkiye’deki sınıfsal ve kültürel değişim karşısında yeniden alınan pozisyonlar, bu değişimin var olan statükoda, egemenlik ilişkileri içinde yarattığı korkular önemli bir yer tutuyor. Başka bir ifadeyle, 90 yıldır süren seçkinci hegemonyanın inşa ettiği modern-milliyetçi uysallığın devamlılığı, fakat aynı zamanda bu hegemonyanın dışında yükselen “karşı-hegemonyanın” yarattığı altüst oluşlar bu kimlikleşmeye yeni biçimler veriyor.

Bir bakıma, bu hegemonya savaşlarını özetliyor “evet” ve “hayır” kutuplaşmaları... Yani zaten var olan ve seküler ve otoriter kontrol mekanizmaları tarafından uysallaşmış zihin ve bedenlerimiz ile sıradışı, ezber bozan, isyankâr, yeni hikâyelerimizin karşılaşmasından “evet”ler ve “hayır”lar çıkarıyoruz.

İşte sembolik merkezine “AKP’nin hazırladığı” Anayasa değişiklik paketini oturduğu bu kutuplaşmada “evet” ve “hayır”larımız sembolik bir konumlanma sağlıyor ve bu konumlanmaya “gerekçeler” üretiyoruz.

Bu nedenle, beğenelim beğenmeyelim, içinde yaşadığımız tartışma ortamı sadece Anayasa’ya dair değil. Hegemonyalar arasındaki savaşta yeni kimlikleşme süreçlerimizi özetleyen bu sembolik tartışma Anayasa’yı aşıyor. Anayasa paketi, vesayet rejimine karşı, her ne kadar demokratikleşme yönünde önemli bir adım oluştursa da, sembolik olarak işgal ettiği yer ya da bu sembolik hâlin altını dolduran tüm tartışmalar şimdiye kadar olmadığı kadar gün yüzüne çıkıyor. Yani bizzat Anayasa tartışmasının kendisi, belki de Anayasa’nın getireceklerinden çok daha zengin bir demokratik potansiyele, yakın gelecekte çok daha “yeterli” bir Anayasa’ya zemin hazırlıyor.

İfade ettiği, taşıdığı yeni toplumsal güçler vasıtasıyla, sosyolojik olarak, Türkiye’nin demokratikleşme ve özgürleşme hikâyesinde en önemli siyasal aktörlerden biri haline gelen AKP, bu özelliğiyle, diğer siyasal ve toplumsal kesimler üzerinde de radikal etkiler yaratıyor. Öncelikle, bu değişim, statükonun tahakküm kurumlarında derin bir korku ve direnç üretiyor. Sınıf iktidarlarını kaybetmek istemeyen, “beyaz”, üst toplumsal ve kültürel sınıflar; bunların bir alt versiyonu olan, zihinsel konforlarını kaybetmek istemeyen, hegemonyanın uysallaştırdığı zihin ve bedenlere sahip laik orta sınıflar ve gene bunlar arasında modernleşmeci kibrin yeniden üretilmesinde araçsallaşan “sol”un diliyle evlenen ve saf haldeki “ilerlemecilik” söylemini taşıyan kesimler de “anti-AKP’cilik” vasıtasıyla kendilerini var ediyorlar. Bir tahakküm aracı olarak “devlet iktidarının” söylemini yeniden üreten bu kesimler alabildiğine muhafazakârlaşıyorlar. Ancak içine kapanan bu muhafazakâr dil, her ne kadar devlet dilini içerse de, değişim karşısında marjinalleşmekten kurtulamıyor.

İşte bu marjinalleşme korkusu, kabaca laik muhafazakârlık olarak adlandırılabilecek söylemin kırılmasına, yeni arayışlar içine girmesine zemin oluşturuyor. En genel olarak CHP’de temsil olunan bu söylem, bir yandan -bulunduğu marjinal konumdan- AKP’yi “merkeze” oturturken, diğer yandan onun peşinden koşmak zorunda kalıyor; yeni figür Kılıçdaroğlu operasyonu vasıtasıyla, şimdiye kadar bizzat kendisinin korktuğu taleplerin “taşıyıcısı” rolünü üstlenmeye soyunuyor.

Değişim yeni değişimlerin önünü açıyor ve her halükârda, içinde yaşadığımız yoğun tartışma hali, AKP’nin temsil ettiği değişim ve yeni siyaset üretme potansiyeli, yani bizzat demokrasi potansiyeli AKP’nin dışına da sirayet ediyor.

12 Eylül darbesi bugün sadece solcuların meselesi değilse; referandumda “hayır” oylarını arttırmak gibi araçsal bir niyet taşısın veya taşımasın, Türkiye’de “genel af” meselesi tartışılıyorsa, Anayasa tartışmaları sayesinde düne kıyasla farklı bir noktadayız demektir. Demokratik bir adım olarak Anayasa reformuna “hayır”ı açıklamak için üretilen CHP tarzı gerekçeler bile “beklenmedik sonuçlar” yaratabilir... demokratikleşme gibi... Ve artık buradan geriye dönmek pek kolay değildir.

TARAF

YAZIYA YORUM KAT