1. YAZARLAR

  2. Sibel Eraslan

  3. “Etkisiz hale getirmek”...
Sibel Eraslan

Sibel Eraslan

Yazarın Tüm Yazıları >

“Etkisiz hale getirmek”...

11 Temmuz 2010 Pazar 00:43A+A-

Çarpıldım kelimelerin gücüne, sihrine...

 “İnsani” içerikli olduğu söylenen bu deyimi işitince... Yaşamak ve ölmek çarpıştı içimde. Toprağın altı ve üstü... Susturmak, yok saymak, üzerine çarpı çekmek, odaya kilitlemek, göndermek, yollamak, dışlamak, atmak, uzaklaştırmak, yok etmek, öldürmek, yakmak, gömmek... Kimi? Düşmanı, sizin hayatınıza kast edeni. Pürüzsüz kötülüğü yani. Som altın gibi parıldayan kötülüğü. Her şey bu kadar belirgin mi acaba? Yani kekik toplayan amcalar da etkisiz hale getirilmişti veya kuzularını otlatmaya çıkan Ceylan adlı küçük kız, ya da buldukları patlayıcı mühimmatı oyuncak sanıp kurcalarken patlayan çocuklar... Tüm etkisiz kılınmış “vatandaş”lar... Yani pürüzsüz kötülük ya da som altınmış gibi sırf düşman olmayanlar, yanlışlıkla “etkisiz hale getirilmişler”... Potansiyel düşman olduğu için iptal edilenler...
Bunlar sökün etti ardından. İçimde derin bir soru kaldı: Var olmanın yolu, yok etmekten mi geçiyor?
Yavaş yavaş erimek gibi bir şey bu sanırım.
Önce dudaklarınızı siliyor bir silgi; konuşmamanız için, ses çıkarmamanız için... Sonra aynı resimde gözlerinize geliyor sıra. Gözleriniz ah gözleriniz. Hiç konuşmadığınızda bile beni suçluluk kompleksine itebilecek o gözleriniz. Şimdi kusura bakmayın, onları etkisiz hale getirmeliyim, silmeliyim defterden gözlerinizi... Ve bilahare kulaklarınız... İşittikçe huzursuzluk çıkarabileceğiniz sözlerimizi hiç duymamanız daha etkili bir çözüm olacağından, lütfen kulaklarınızı da bana veriniz, yok olmaz mı dediniz, öyleyse kulaklarınızla birlikte asilik alameti olan o silktikçe asabımızı bozan omuzlarınızı da veriniz... Ve parmak uçlarınızı da, parmak uçlarınızdaki size dair o en etkin ve en ilkel izlerinizi de etkisiz hale getirelim... İşte yoksunuz, işte silindiniz ve yaşasın işte Barış!
Toplumsal barışı, toplumu “etkisiz hale getirmek”le ifade eden bu radikal temizlik algısına ne buyrulur?
Ya etkili olmak nedir?
Benzemek mi muradımız?
Benzemek bile tıpatıp aynı olmak değilken? Kendi kendisi olmak gibi anarşik bir mevzuya girdiğimizde, aramızda “etkisiz hale getirilmesi gerekmeyen” kim kalacak?
Farklı olmayan kim var aramızda, hangimiz diğerinin tıpatıp aynısıyız?
Aynı ırktan, aynı ten renginden, aynı dinden, aynı mezhepten, aynı dili konuşarak, aynı takımı tutarak, aynı hastanede doğarak, aynı kitaplar ve aynı şarkılar üzerinden mi doğar birlik ve beraberlik dedikleri şey?
Biz, hep aynısı olunca mı severiz karşımızdakini?
Ya nefret?
Aynı olmamaktan, benzememekten mi besler kendini?
“Farklılıklarımız zenginliğimizdir” şeklindeki iyiniyetli cümle, yoksa büyük bir yutturmaca mıdır? Politik anlamda bir tür zaman kazanma mı veya bir tür ahlak önerisi midir? Toplumsal baskı aracı mıdır farklı olanların birlikte yaşama öğretisi? Kopmadan, yırtılmadan önce giyilmiş son tören giysisi midir yoksa?
Tutkulu kimlik bilinci ne zaman rahata erer, ne zaman mutmain olur?
Özgür ve kendini ifade eden kimliğin, sonraki aşamalarda isteyeceği, arzulayacağı basamakta neler var? Kendisini ifade etmekte, kendisini gerçekleştirmede, hiçbir engele takılmayan benlik, bundan sonrasında ne ister? Kendisine benzeyen diğerlerini mi? Yoksa, tüm olamamışlığıyla, benzeyemezliği ile, kendisine sürekli güzellemede bulunmasını beklediği, kendinden aşağı diğerlerine muhtaç mıdır, tutkulu kimlik?
Yoksa biz diğerini yok edemeden rahata ermez bir hoyratlığı mı işaret ediyoruz “kendimiz olmak” derken? Başkasına ait bir yüz'ü iptal etmek, yok saymak, imha etmek bizi farklı ve kendimiz kılmak için en önemli araçlardan mıdır?
Terörün ve şiddetin, bu tip içsel sorularla meşgul olacak vakti yoktur sanırım.
Ama ayrışmanın, yırtılmanın, şiddetin, nefretin, bu denli pervasızca hem de demokrasi adına dile düştüğü bir zeminde, herkesin kendisine sorması gereken en ilkel soru niye bu olmasın? “Ben ne istiyorum?”
Bana benzeyen ve sadece akrabam olanlardan kurulmuş yeni ve hijyenik bir şehir mi? Sadece bana benzeyenlerin ve benim gibi düşünenlerin kuracağı ve yaşayacağı bir bölge, yeni bir ülke, yeni bir kıta mı? Sadece benim gibi düşünen, benim gibi sevip, benim gibi öfke duyanlarla bir arada yaşayacağım bir semt, bir kasaba veya hiç olmadı kurtarılmış bir apartman mı? Hangisi? Hangisini istiyorum? Hangisi olursa mutlu olurum? Hangisi olursa artık bana benzemeyen diğerlerini “etkisiz hale getirmekten” vazgeçebilirim?
Başkalarını “etkisiz hale getirmek”ten yola çıkan bu patetik kurgu, evet etkileyicidir, gücü vardır, şiddeti, öfkesi, debdebesi vardır, çarpıcıdır, çarpar muhatabını... Ama gayet açıktır ki; muhataba, etkisiz kılacağı düşmanına, nefret objesine, kısacası “öteki”ne ihtiyaç duyar... Aslında paradoksal bir şekilde, etkisiz kılmak istediği muhatabından, feci derecede etkilenmiş bir kişidir... Düşmanını, öldürdükçe var eder, yok ettikçe, imha ettikçe var kılar “ötekisi”ni...
Terörle mücadelenin en büyük ahlaki sorunu, mücadele ettiğini düşündüğü teröre giderek benzemesidir...

VAKİT

YAZIYA YORUM KAT