1. YAZARLAR

  2. M. Naci Bostancı

  3. Ergenekon'daki ironi
M. Naci Bostancı

M. Naci Bostancı

Yazarın Tüm Yazıları >

Ergenekon'daki ironi

15 Temmuz 2008 Salı 13:13A+A-

Yaklaşık bir yıldır soruşturması devam eden Ergenekon iddianamesi nihayet açıklandı. İddianamenin bu ölçüde gecikmesinin elbette makul sebepleri var.

Toplu davalar, ifadesine başvurulan her kişinin ardından olayın derinleştiği, yeni tanık ve sanıklara ulaşılmasının gerekli olduğu soruşturmalara, araştırmalara dayandığı için zamana ihtiyaç oluyor.

Burada herhalde dikkat edilecek husus, bir yanıyla "geç gelen adalet adalet değildir" ilkesi çerçevesinde masumları mağdur bırakmayacak bir sürecin takip edilmesi, diğer yandan ise alelacele davranarak eksik kişi, belge ve bulgulara dayalı bir iddianame ile mahkemeye gidilerek adaletin tecellisine mani olunmamasıdır.

Soruşturma sürecinde davanın uzadığı, iddianamenin geciktiği, esasen bu gibi ipuçlarının davanın tutarsızlığına bir karine olarak okumak gerektiği yolundaki değerlendirmeleri hukuki değil siyasi olarak görmek lazım. Esasen tıpkı ekonomi ile siyaset arasında olduğu gibi hukuk ile siyaset arasında da kesin bir çizgi çizmek kolay değil. Bunu sadece yasalar değil aynı zamanda bir toplumdaki teamüller oluşturur. Bizde de siyasi davalara yönelik yüksek kamuoyu ilgisinin yeni teşekkül ettiğini, bu çerçevede teamüllerin de yeni yeni oluşmaya başladığını söyleyebiliriz. Özellikle ihtilal dönemlerinde büyük siyasi davalar görüldü, kamuoyları bunları takip etti, ancak dönemin atmosferi gereği "ilgi"nin pek fazla ortaya konduğu söylenemez. Demokratik bir ortamda, olağan mahkemeler marifetiyle sürdürülen soruşturma, açıklanan iddianame ve yaşanacak mahkeme safahatları, ilgili oldukları konu kadar genel manada hukuk siyaset ilişkisine de katkıda bulunacaklardır.

Bu davanın hemen ilk elde dikkati çeken iki önemli özelliğini vurgulamak gerekiyor. Bunlardan birincisi, hepimizin bildiği gibi iddianameler kamuoyuna açıklanmaz, mahkeme başladığında savcı bunu mahkemede dile getirir, kamuoyu da olağan süreç içinde iddialardan haberdar olur. Şimdi bu Ergenekon soruşturmasının iddianamesi basına haber veriliyor ve pazartesi günü saat on bir itibariyle kamuoyuna açıklanıyor. Nitekim Cumhuriyet Başsavcısı Cengiz Engin açıklamasında bu hususa atıf yapmış, amacın kamuoyu beklentisini karşılamak olduğunu belirtmiştir. Mahkemeler de esasen basına ve kamuoylarına açıktır. Ancak kamuoyunun adeta doğrudan muhatap alınması, ona açıklama yapılarak onun vicdanındaki muhakemeye ilk elden katkı sağlanması son derece dikkat çekicidir ve bu Türkiye'de kamuoylarının ne kadar güçlendiğinin bir işareti olarak okunmalıdır.

Burada ilginç bir paradoks, "darbe" iddiasına esas teşkil eden bir iddianamenin yönteminin bu olmasıdır. Oysa demokratik bir rejimde darbe, mantığı gereği yaygın ve etkin kamuoyuna rağmen yapılan bir iştir, onu yok sayan, onu kaale almayan bir girişimdir. Olağan ve meşru yolların tüketildiğine dair bir "inanç", çoğunluktan farklı düşünen dar, ancak elindeki imkânlar itibariyle "güçlü" bir çevreyi darbe maceracılığına itebilir. Darbe iddianamesinin kamuoyuna açıklanması, Türkiye'nin sosyolojisi itibariyle darbe ortamını ne kadar geride bıraktığının en kesin delilidir ve her şey bir kenara tam da bu resmiyle Ergenekonculuğun tekzibidir. Bizatihi iddianamenin açıklanış biçimi davalı kesim adına ironik bir durum olarak tarihe geçmiştir.

İkincisi ise, Ergenekon davasına eleştirel bakanların atladığı son derece önemli bir hususla ilgilidir. Demokrasiyi "cici demokrasi" bulan, "halkın kandırıldığı"nı düşünen, kendilerini temsil edemeyen bu insanları temsil etmek gerektiğine inanan kimi çevreler, bir çare olarak "darbeyi" düşündüklerinde, bir yandan bunu gerçekleştirecek gücü biriktirirken diğer yandan ise moraliteyi ve meşruluk duygusunu sahip olduklarını varsaydıkları "iyi niyetli fikirlerden" alırlar. Vatanı, milleti sevdikleri, halkın çıkarını esas aldıkları, soylu fikirler için yola çıktıkları, zaten tam da bu yüzden "ya devlet başa ya kuzgun leşe" türünden bir parolayla davrandıkları kanaatindedirler.

Aslında tarih içinde yaşanmış irili ufaklı birçok darbe gücünün soyut düzeyde bir iyilik fikrinden hareket ettiğini biliyoruz. Ancak bir darbenin mahiyetini sadece bu soyut iyi fikirlerden hareketle anlayabilir miyiz? Darbeler gerçekleştiğinde, darbecileri destekleyen kamuoyu dahi o iyi fikirlerin kendisiyle değil propagandasıyla karşılaşırlar. Çünkü demokratik iktidar mücadelelerinde görülmeyen kapalılık, yoğun entrik ilişkiler, başka güçle dengelenemeyen iktidar gücünün amansızca kullanılması darbeyle ele geçirilmiş iktidarlara aittir.

Her darbe girişiminin fikir babası "iyi niyetli bilge tiran" modeli çerçevesinde Eflatun'dur. Ancak iyi niyetli de olsa, bilge de olsa o kudret tirani bir kudrete dönüştüğünde bu değerlerle hiçbir ilişkisi olmayan karanlık ve çoğunluk çıkarlarını hesaba katmayan, dar bir darbeci grubun ve destekçilerinin çıkarlarına odaklanmış bir iktidar pratiği ortaya çıkartır. Siyasetin temel konularından olan yöntem ve amaç ilişkisindeki temel kurallardan birisi gayri ahlaki yöntemlerle ahlaki amaçlara varılamayacağıdır. Darbe de demokratik bir ülkede gayri ahlaki bir yöntemdir ve buradan dayandığı kamuoyu açısından dahi bir "hayır" çıkmaz.

İddianame bir terör örgütüne atıf yapmakta, "devletin güvenliğine ilişkin gizli bilgileri temin etmek, kişisel verileri kaydetmek, askeri itaatsizliğe teşvik, halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik, cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmak, Danıştay ve Cumhuriyet gazetesine saldırı suçlarını azmettirmek vb." fiilleri saymaktadır. Öte yandan iddianamenin Ergenekon çerçevesinde kamuoyunda yapılan tartışmalardan daha sınırlı bir alanı kapsadığı anlaşılmaktadır. Bu iddianamenin ardından ek bir iddianame ile üst düzey yöneticilerin davaya dâhil edilecekleri ifade edilmiştir. Mevcut sınırlılık o dönemde aşılır mı, tüm bu tartışma ve soru işaretlerine mahkeme sürecinde açıklık kazandıracak bir kapsam ortaya çıkar mı, bilemiyoruz. Fakat her ne olursa olsun, mahkeme safahatı nasıl tamamlanırsa tamamlansın burada dikkat edilmesi gereken çok önemli bir husus, artık bu ülkede "darbenin bir hak ve meşru bir girişim olduğu" yolundaki kanaatin kendisine çok daha az taraftar bulacağıdır. Dava sadece varlığıyla dahi bunu güçlendirecek bir etki yapmıştır.

Başsavcı Engin, "Ergenekon" adlandırmasının savcılara değil sanıklara ait olduğunu belirtmişti. Belli ki sanıklar bu adlandırma ile ülke için tıpkı efsanedeki gibi bir "çıkış" hayal etmişlerdir. Ümit ederiz ki bu dava, güncel bir mitoloji olarak değil Ekrem Dumanlı'nın pazartesi günkü yazısının başlığındaki gibi sosyopolitik bir gerçeklik olarak adının ifade ettiği manada bir çıkış olur.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT