1. YAZARLAR

  2. Ahmet Kurucan

  3. Dinî tartışmalarda dindar olmayanlar
Ahmet Kurucan

Ahmet Kurucan

Yazarın Tüm Yazıları >

Dinî tartışmalarda dindar olmayanlar

28 Temmuz 2011 Perşembe 00:23A+A-

"Dinî meselelerin tartışılmasında dindar olmayanlar söz söyleyemez mi?" diye soruyor bir okurumuz. Sorunun devamı var; ama önce bir şeyi düzeltelim: Dinî meseleler tartışılmaz, müzakere edilir. Kelime oyunu mu bu? Hayır değil; bir hakikatin ifadesi; dine ve dinî meselelere saygının göstergesi.

"Pekala, tartışma ile müzakere arasında ne fark var ki; ikisi de aynı kapıya çıkıyor." denilemez mi? Hayır; denilemez, denilmemeli. Çünkü müzakere farklıdır, tartışma farklıdır. Müzakerede her şeyden önce konunun uzmanları konuşur. Hatta ilgili konunun ait olduğu ilim dalında uzman olma yetmez; spesifik konu ile alakalı alan çalışması yapanlar konuşur. Maksat gerçeği bulmadır, doğruya ulaşmadır. Bütün çabalar, gayretler, niyetler bunun içindir. Ama tartışmalarda fikri olan değil, ağzı olan konuşur. Alanının uzmanı veya saha araştırması yapmış olması şart değildir. Hedef gerçeğe ulaşmak değil, demagoji yapmaktır; bir meseleyi çözmek ve böylece topluma faydalı olmak hiç değildir. Hedef, karşısında oturan muhatabını alt etmektir. Derecesine göre hırs, garaz, öfke, kin, nefret tartışmalarda muhataba duyulan hissin adıdır.

İki kavram arasındaki farkı böylece belirledikten sonra gelelim sorunun devamına. Mesela Türkçe ibadet. İman etmiş olsa da ibadet hayatı olmayan hatta hiç inanmayan birisine, "Yapılır desek, Türkçe ibadet mi yapacaksınız?" deyip kestirip atıyorlar. Bu yaklaşım doğru mudur?" Çok net bir cevabı var bu sorunun; hayır doğru değildir. İslam'ın temel ve genel-geçer kaidelerine göre önemli olan, sözü kimin söylediği değil; sözün bizzat kendisidir, muhtevasıdır. Yalnız bu demek değildir ki, sözü söyleyenin önemi yoktur. Aksine sözü söyleyenin, onun kimliğini oluşturan bilgisi, yaşayışı, karakteri, tecrübesi, kamuoyunda kabullenilirliği hatta düşüncesini ifade ederken kullandığı üslubun çok büyük önemi vardır; ama bunların hepsinden daha önemli olan, sözün muhtevasıdır, manasıdır, mahiyetidir. Soruda ibadet dili ile alakalı olarak getirmiş olduğu argümanlardır; düşüncelerini temellendirmesidir. Bunları tek kelime ve kavramla ifade edecek olursak; ehliyetidir deriz. Bu temel yaklaşıma göre ister ibadetin dili isterseniz başka dinî mevzularda eğer müzakereye taraf olan kişi uzmansa, alan ve saha çalışmasına sahipse, dindar olmasa bile söz söylemeye hakkı vardır ve sözü kaale alınır.

Nitekim Batı dünyasında dün oryantalistlerle başlayan, bugünse ilim düşüncesi ile üniversitelerde İslam felsefesi, tarihi, tasavvufu hatta fıkhi konuları çalışan nice gayrimüslimler vardır. Yaptıkları ilmi çalışmalarla, verdikleri konferans, sunum, yayınladıkları kitaplarla akademik camiada yerlerini almışlardır. İşte soruda bahsedilen kişiler, bizim TV ekranlarında, gazete sütunlarında gördüğümüz türden ideolojik kaygılarla meselelere yaklaşan ehliyetsiz kişiler değil de bu türden insanlarsa sözleri dinlenir, hatta söz söylemeye teşvik edilir. Çünkü böylelerinin serdedeceği görüşler müzakereye ayrı zenginlik katar, konu ayrı derinlikleri ile ele alınır ve doğruya bir adım daha yaklaşılır.

Son söz; dindarlıkla alakalı. Dindarlığın objektif kriterleri yoktur. Namaz kılan dindar, kılmayan dindar değil; zekatını veren dindar, vermeyen dinsiz diyemezsiniz söz gelimi. Çünkü dindarlığın temeli -belli ölçüde şekil şartlarına riayet olsa da- Allah-kul münasebetine dayanır. "Harabat ehline hor bakma şakir; definelere malik viraneler var" dizesinde olduğu gibi, harici kimlik, tavır ve davranışları itibarıyla dindar zannedilmeyen öyle insanlar vardır ki kim bilir Allah ile münasebeti itibarıyla belki de evliya, asfiya, mukarrabin derecesindedir. Fakat bu ayrı bir yazının konusu.

Not: Üzerimize gölgesi düşen Ramazan'ınızı şimdiden tebrik eder, nice Ramazan'lara, nice Ramazanlaşmalara derim...

ZAMAN 

YAZIYA YORUM KAT