1. YAZARLAR

  2. Ahmet Kurucan

  3. Din özgürlüğü haftasında aynaya bakmak
Ahmet Kurucan

Ahmet Kurucan

Yazarın Tüm Yazıları >

Din özgürlüğü haftasında aynaya bakmak

05 Eylül 2009 Cumartesi 02:23A+A-

Beşerî bayramlar, özel günler, haftalar hep böyledir; bir hadise esas alınır, onun tarih içinde ilgili millet adına ifade ettiği önemin vurgulanması için o gün, o hafta özel gün/ler ilan edilir ve kutlamalar yapılır.

Böylece hem o hadise veya hadiseler zincirinde görev alan, emeği geçen, belki malını, canını feda eden nesiller unutulmamış, hem de gelecek nesillere 'nereden nereye' bağlamında şuur kazandırılmış olur. Mazi, hal ve istikbalden ibaret olan zaman dilimleri birbirine bu vesileyle bağlanmaya çalışılır. Amerikan ordusunda ve özellikle Irak ve Afganistan'daki birliklerde ifade etmeye çalıştığımız muhtevanın gözetildiği dinî özgürlük haftası adı verilen zaman diliminde kutlamalar yapıldı geçenlerde. O ülke insanının Firavun'larının elinden kurtarılması, müdahale sonrası sistemde dinlerini yaşama noktasında eskisinden daha özgür olmaları ve bu seviyeye gelmede askerin rolü vurgulanarak törenler yapıldı. Bu haftanın Yahudi ve Hıristiyanlık dinine mensup askerlerin Passover, Easter gibi dinî bayram günlerine denk gelmesi de özellikle düşünülmüş.

İSTEDİĞİNİ İNAN AMA...

Gerçekten doğru mu bütün bunlar? Bölge insanı eskisine nispetle daha çok dinî özgürlüğe mi sahip? "Görünen köy kılavuz istemez" diyelim ve bu faslı geçelim; geçelim ama bu vesileyle daha önce birçok yazımızda direkt ve dolaylı olarak değindiğimiz din özgürlüğü meselesine bir kez daha göz atalım. Din özgürlüğü, bir dine inanma, yaşama, eğitim ve öğretim yoluyla o dini gelecek nesillere intikal ettirme veya tebliğ vasıtasıyla başkalarına anlatma ve nihayet o değerlere inanan insanların birlikte hareket etmelerini sağlayacak organizasyonlar kurabilme, birliktelikler teşkil etme özgürlüklerinin bütününü içine alan bir kavramdır. Bu unsurlardan bir tanesinin yokluğu din özgürlüğünün o ülkede kâmil manada olmadığı anlamına gelir. Çünkü, "İstediğine inan ama inandığın gibi yaşayamazsın" denilen bir yerde, "Kimsenin inancına karışılıyor mu? Bundan daha iyi din özgürlüğü mü olur?" demenin bir manası yoktur. Çünkü din özgürlüğü onu oluşturan bu parçaların bir araya getirdiği bir bütündür ve parçalanamaz. Tabii ki başkalarının hak ve hukukuna tecavüz edilmemesi şartıyla.

Maziyi karıştırmanın belki bir gereği yok; fakat ele aldığımız mevzuun tavazzuh etmesi için kuş bakışı da olsa, bu meseleyi merkeze alan bir yaklaşımla tarih sayfaları arasında kısa bir gezinti yapmamız gerekli. Saffet Köse'nin "Din özgürlüğü ve barış yolundaki iki farklı tecrübe" isimli makalesinde çok detaylı olarak sunduğu bu tarihî gerçeklerden bazılarını size aktaralım.

Hıristiyanlık dinini kabullenen Roma İmparatoru Jüstinyen, "Kral kimse, din odur" felsefesini benimsemiş, başka dinlere inanan halkını Hıristiyanlığa geçmeye zorlamıştır. Bu zorlamalara tahammül edemeyen halk ayaklanmış ama ayaklanmadan netice alamamıştır. Zira Jüstinyen 30 ila 40 bin arasındaki insanı bu ayaklanmaları bastırma esnasında öldürmüştür. Haçlılar, Antakya ve Kudüs'ü işgalleri esnasında Antakya'da şehir halkının tamamını, Kudüs'te ise kadın-erkek, çocuk-yaşlı, hasta-ihtiyar ayırımı yapmaksızın toplam 40 bin Müslüman'ı şehit etmiştir. Bir başka Haçlı seferinde Avrupa Katoliklerinden oluşan ordu, Ortodoks İstanbul'a yönelmiş, Ayasofya'da ikonları parçalamış, dindaşlarını idam etmiş, azizlerin kişilerin mezarlarını tahrip etmiş ve kıymetli bütün eşyaları yağmalamışlardır.

Fransa'da Katolikler, IX. Charles'ın emriyle bir gecede 20 ila 70 bin arasında Protestan'ı katletmişlerdir. Enteresandır, Papa, bu katliamı kutlamak için özel bir madalya bastırmıştır. Protestan ve Katolikler arasında geçen 30 yıl savaşları bu meyanda mutlaka hatırlanması gereken olaylar zinciridir. Almanya'da gerçekleşen ve baştan sona ülkeyi harap eden bu savaşlarda on binlerce insan ölmüş, milyonlarca insan yerinden yurdundan olmuş, coğrafi sınırlar değişmiş, yeni devletler ortaya çıkmıştır. Kilise otoritesine karşı hareket eden, başka din ve mezheplere geçen binlerce insan, sonunda papalık makamına bağlanan engizisyon mahkemeleri kararı sonucu kazığa bağlanmadan dillerinin kesilmesine, diri diri yakılmadan idama, sürgünden hapishanelere uzanan nice nice cezalara muhatap olmuştur.

Endülüs Emevilerinin İspanya'da hâkimiyetlerinin sona erdirilmesinden sonra Müslümanlara yapılan eziyet ve işkenceler, dinî mekânlara yapılan saldırılar herkesin malumudur. Peygamberlik hayatı boyunca sürekli sevgiye, merhamete, bağışlamaya vurgu yapan Hz. İsa taraftarlarının böyle bir hale neden geldiği ayrı bir yazı konusudur. Özellikle mezhep savaşları diye adlandırılan savaşlarda aynı inanç esaslarına sahip insanların hem de yıllarca birbirleri ile mücadele etmeleri anlaşılır ve izah edilebilir cinsten değildir. Burada "Her bir mezhep kendisini başlı başına, müstakil bir din kabul ediyor." izahının çok yeterli ve inandırıcı olduğunu düşünmüyorum.

BU SORUYA EVET CEVABI VERMEK ZOR

İşte böyle bir maziye sahip dünyanın, dar alanlı da olsa din özgürlüğü haftası kutlamalarını yapması aslında sevinilecek bir hadise. Her ne kadar söz konusu hafta ve onu kutlama adına ortaya koydukları gerekçeler çok zayıf olsa da. Bununla beraber Hıristiyan Batı dünyası için sevinilecek bir hadisedir bu. Şahsen ben bu gelişme üzerinde düşündüğümde kendimi "nereden nereye" demekten alamadım.

Pekala, sözün geldiği bu aşamada kendimize bir ayna tutabilir miyiz? Acaba çerçevesini çizdiğimiz din özgürlüğü kapsamında biz neredeydik ve neredeyiz? Çok açık ve net; bizim yukarıda sunduğumuz din özgürlüğünü hiçe alan, kurtuluşu sadece kendinde görüp ötekine hakk-ı hayat tanımayan bir inancımız yoktur. Kur'an'daki temel ilkeler, Hz. Peygamber'in (sas) mevzu ile ilgili tevil ve tefsire ihtiyaç duyulmayacak ölçüdeki berrak beyanları ve bu beyanların hayata intikal etmiş örnekleri zaten bu türlü bir yola girmemize manidir. Bu zaviyeden Allah'a şükür mazimiz temizdir. Fakat bu durum aradan geçen 15 asırda aynı saffette korunabilmiş midir? İşte bu soruya 'evet' cevabı vermek zor. Öyleyse günümüz nesillerine düşen, yerinden bir şekilde oynayan bu taşları yeniden yerli yerine oturtmak; İslam'ın ruhu, özü sayılacak o değerleri yeniden ihya olacaktır. Başkalarına bakarken kendimizi ihmal etmeyelim.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT