1. YAZARLAR

  2. Ahmet Kurucan

  3. Din adına şiddet ve intihar saldırıları
Ahmet Kurucan

Ahmet Kurucan

Yazarın Tüm Yazıları >

Din adına şiddet ve intihar saldırıları

19 Nisan 2008 Cumartesi 05:13A+A-

Allah adına yapılan terörist eylemleri, teröristlerin ifadelerini olduğu gibi kabullenirsek; Allah adına yapıldığı kesin ama acaba Allah'ın emri ve buyruğu istikametinde yapıldığı kesin mi?

Te'vil, tefsir ve yoruma ihtiyaç duyulmaksızın o eylemlere meşrûiyet kazandıracak ayet ve hadisleri kaynaklarımızda aynıyla göstermek mümkün mü? Eğer değilse, o zaman ayet ve hadisler, o eylemlere imza atanların ya da teorisyenlerinin yaptığı yorumlardan ibaret değil midir? Eğer ikinci ihtimal doğruysa, Allah adına gerçekleştirildiği deklare edilen şiddette Allah'ın adının kullanıldığı açığa çıkmış olmaz mı? Sadece İslam için değil, bütün dinler adına geçerli bu denilenler. Allah yerine Tanrı/Yehova, Kur'an yerine İncil/Tevrat, hadis yerine Hz. İsa/Hz. Musa'nın beyanları deyin, bu soruları Hıristiyan ve Yahudiler için okumuş olursunuz.

Şunu kabullenmeliyiz, İslam öncesinde de sonrasında da, insanlık tarihi boyunca Allah/Tanrı/Yehova adına nice savaşlar gerçekleştirilmiştir. En genel manada 'din' adına yapılan bu savaşların belki çok az bir kısmı din adınadır. Tarihe din savaşları olarak geçen savaşların perde gerisine baktığımızda siyasî, ekonomik, güvenlik, kültürel vb. faktörlerin dinden daha ağırlıklı bir rol oynadığı gerçeği ile karşılaşırız. Din tabii özellikleri itibarıyla insanları harekete geçirmede çok büyük bir güç, tek başına büyük bir motivasyon kaynağıdır. Hele teknolojinin bu denli yaygın olmadığı, savaşların insan gücüne dayalı olarak yapıldığı bir dünyada bu gücün önemi tartışılamaz. Dolayısıyla o savaşlarda perde önü ile perde arkası her zaman için farklı olmuştur. Demokrasi, özgürlük, kitle imha silahları ile petrol, bölgede hakimiyet misalleri, vurgulamak istediğimiz konu ile alakalı olarak günümüz insanına çok şeyler hatırlatıyordur umarım.

Önyargıları yalanlayan araştırma

Aslında şiddet insanın fıtratında var olagelen bir olgudur. Yeryüzünde bir elin parmakları sayısınca insan varken tanışmıştır insanoğlu şiddetle. Kâbil Hâbil'i, bir başka dille insan kardeşini, karındaşını öldürmüştür. Sonra pişman olmuş ayrı bir mesele ama öldürme eylemi ile fıtratını göstermiştir. Bütün semavî dinler getirdikleri öğretilerle insanoğlunu fıtratında var olan şiddetten alıkoymayı hedeflemiştir. Ferdi veya toplumsal bağlamda ortaya konan ve sürekli vurgulanan evrensel insanî değerler, insanları barışa, uzlaşmaya, kaynaşmaya ve paylaşmaya davet etmiştir. Fakat şurası kesin ki maalesef insanoğlu bu aşamada fıtratını aşamamış, zenginlik arzusu, başkasına hükmetme ihtirasına mağlup olmuş ve bir avuç toprakla doyacağı akıbetini görmeden/göremeden, yaratılışta eşiti olduğu insanlara zulüm etmekten adeta zevk almıştır. Bunlar da şiddeti farklı bir zaviyeden hortlatan, körükleyen ve yeri geldiğinde insanın inancına, ahlaka ve evrensel doğrulara rağmen hareket etmesine zemin oluşturmuştur.

Günümüzü merkeze koyarak konuşalım; uluslararası siyasî, hukukî, iktisadî anlaşmalarda çifte standartlı uygulamalar, temsil ölçüsündeki haksızlıklar, gelir dağılımdaki adaletsizlikler bu zemini ele vermektedir. Mesela; dünya nüfusunun % 6'sına sahip nüfusuyla, dünya gelirinin % 60'ına sahip olma. Bir başka ifadeyle dünya nüfusunun % 80'i günde bir dolardan aşağı gelir elde derken, % 6'lık bu mutlu azınlığın % 60'lık tüketim payına sahip olması. Sadece bu bile içinde bulunduğumuz şiddet ortamını açıklamaya yetecek bir tablodur sanırım. Sözün geldiği bu noktada geçtiğimiz yıllarda intihar saldırıları üzerinde yapılan bir çalışmaya dikkatlerinizi çekeyim. Chicago Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olan Robert Pape'nin intihar saldırıları üzerinde yaptığı geniş kapsamlı, orijinal bir çalışma bu. "Dying to win; The Strategic Logic of Suicide Terrorism/Kazanmak İçin Ölmek; İntihar Saldırılarında Stratejik Mantık" ismiyle kitaplaştırılan, Irak ve Suudi Arabistan başta, İslam ülkelerinde gerçekleştirilen intihar saldırıları üzerine yapılan bu data çalışmasında ilginç sonuçlara ulaşmış Pape.

İntiharlar stratejik, sosyal ve ferdî diye üç ayrı kategoriye ayrılıyor Pape'nin yorumlarına göre. Stratejik intihar, saldırganın şahsî iradesi ile gönüllü olarak değil, aksine perde arkasındaki planlayıcıların plan ve isteklerinin gereği olarak yapılıyor. Sosyal kategoride intihar saldırılarına ciddi bir halk desteği var. "Orantısız güç ve sınırsız şiddet" kullanımı, yıllardır süren her çeşidi ile baskı ve zulüm, halkı hayatından bezdiriyor. Beklenen ulusal ve uluslararası yardım gelmeyip halk kendi kaderi ile baş başa kalınca intihar saldırısı tek seçenek olarak kalıyor. Üçüncüsünde ise yakınlarının öldürülmesi, tecavüz edilmesi gibi zulümlerden intikam alma veya dini, vatanı, namusu koruma uğruna dinî asıllara yapılan şahsî yorumlar rol oynuyor.

İntihar saldırganları üzerinde yapılan bir başka kategorik ayrım, ego ve fedakarlık üzerine kurulu. Saldırganların bir kısmı sosyal hayattan alabildiğine kopuk bir vaziyette, travmalar geçiren, hastane köşelerinde ömür tüketmiş, sürekli depresyon ilaçları alan, hiçbir arkadaşı olmayan hayattan kopuk insanlar. Diğeri ise hayatla barışık, toplum ile içli-dışlı ama reva görülen zülme cevap vermek için takım halinde çalışıp kendi hayatını feda eden insanlar.

Biraz da rakamları konuşturalım; 1980-2003 yılları arasında dünya genelinde gerçekleşen 315 intihar saldırısının sadece % 88'i ideolojik gayelerle yapılmış. 1995-2004 yılları arasında Amerika ve müttefiklerinin orduları ile beraber bulunduğu topraklarda 11 Eylül'e kadar olan tarihte yapılan 5 intihar saldırısında 262, 11 Eylül'den sonraki 16 saldırıda 630 kişi ölmüş. Bu saldırılarda ölen 43 saldırganın 34'ü Suudlu, 3'ü Afganlı. Saldırı yerlerini baz aldığınızda 140 milyon nüfusta çıkan 43 saldırgan. Bunun istatistik diliyle ifadesi; 3,2 milyonda bir intihar saldırıcısı.

Gerçekler ışığında yayın yapacak medya lazım

Irak ayrı bir sayfa. Irak özelinde en çarpıcı sonuç, 2003 yani ABD'nin Irak'a müdahalesinden önceki dönemde hiç intihar saldırısına rastlanmamış oluşu, hem de Saddam'ın halkına karşı olan onca zulüm, baskı ve eziyetine rağmen. 2003'te 20 kişi ile başlayan süreç 2007'ye kadar katmerlemesine artış göstermiş ve 2007'de bu rakam 350'lere ulaşmış. Saldırıların % 60'a yakın oranı Bağdat'ta gerçekleşmiş. % 75'i hükümetin resmî binaları, polis konvoyları, polis karakolları gibi siyasî merkezler ile askerî mekanları hedef almış. Bu tablonun uzmanlarına söylettiği netice şu; ABD kontrolünde bir hükümet istenmiyor. Bana en çarpıcı gelen sonuç ise şu: 2003'ten bu yana İslam coğrafyasında vâki olan intihar saldırılarının % 87'si ABD'nin 'combat forces' yani muharip güç, % 94'ü ise ABD'nin müttefikleri ile beraber askerî üs bulundurduğu ülkelerde gerçekleşmiş. Pekala, Pape bu tabloyu nasıl okuyor: "İntihar saldırıları kamuoyunda zannedildiğinin aksine dinî temel üzerine oturmuyor." Bunun manası açık; suçu saldırganların ait olduğu dinî kimliklerden ve dinden ziyade başka faktörlerde aramak lazım.

Fazla söze hacet yok; görüldüğü gibi farklı perspektiften objektif bakışlar insanlara neler öğretiyor. Terörizm adına her şeyin İslam ve Müslümanlara mal edildiği böylesi bir dünyada Batılı bir araştırmacının bu gerçekleri yazma cesareti gösterebilmesi sorunun çözümü adına müsbet bir adımdır. Umarım bu adımı insanlığın kaderine sebepler planında hakim olan siyasî ve bürokratik kadroların adımları izler. Tarihî düşmanlıklarını önyargılar halinde bugüne taşıyan medya mensupları da, bu hakikatlere kulak kesilir ve haber ve yorumlarında sorumlu yayıncılık anlayışı sergileyerek çözüme katkıda bulunur.

Zaman gazetesi

YAZIYA YORUM KAT