1. YAZARLAR

  2. MURAT AYDOĞDU

  3. Devletten Topluma, Toplumdan Bireye; Özgürlük
MURAT AYDOĞDU

MURAT AYDOĞDU

Yazarın Tüm Yazıları >

Devletten Topluma, Toplumdan Bireye; Özgürlük

08 Aralık 2011 Perşembe 23:37A+A-

İnsanın özgürlüğü diyince Her türlü dış etkiden bağımsız olarak insanın kendi iradesine, kendi düşüncesine dayanarak karar vermesi ve davranışlarını belirleyebilmesi anlaşılır. Haklar için ise; insanın, diline, dinine, ırkına, cinsiyetine, milliyetine, sosyal statüsüne bakılmaksızın sahip olduğu haklar anlaşılır.

Toplum için zararlı olduğuna, yaratılıştan gelen ahlak değerlerinin çiğnendiğine kanaat getirdiğimizde, onunla savaşmamız son derece doğal bir hareket tarzımızdır. Bir inancı, idealleri ve topluma sunulacak bir mesajı olan herkesin toplumsal ilişkiler içerisindeki temel sorunu bu savaşımın hukuku ve çerçevesidir.

İnsanların seçimini belirleyen özgür iradeleridir, ama bilgi olmadan bu irade sağlıklı olmaz. Özgürlüğün sağlanmasında bilgi’nin ediniminin önündeki engellerin kaldırılması esastır.

Özü itibari ile bakıldığında İslam’ın temel yaklaşımında da; insan Hürriyetini sınırlayan, putların, tağutların ve uydurulmuş ilahların etkisinden kurtuluş asıldır. Allah’ın mesajının insanlara ulaşmasına engel olanlar ve onunla savaşanlar haricindeki insanlarla olan diyaloglarda uslüp sert ve kavgacı değildir. Gerekli özgürlük ortamının sağlanması yanında, özgürlüğün sınırları, Kuranda diğer insanlar üzerindeki zorba, yalan, iftira gibi hayra engel olmanın engellenmesi çerçevesinde tutulur.

“Dinde zorlama yoktur. Şüphesiz, doğruluk sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır.” Bakara 256

“Yemin edip duran, aşağılık,

Alabildiğine ayıplayıp kötüleyen, söz getirip götüren,

Hayrı engelleyip sürdüren, saldırgan, olabildiğince günahkâr,

Zorba, saygısız, sonra da kulağı kesik olanlara itaat etme” Kalem 10-13

"İster ona inanın, ister inanmayın: Kendilerine ilim verilenler, O okunduğu zaman secde ederler." İsra 107

Toplum yararına olarak gösterilen hiçbir uygulama insan hayatından daha önemli değildir.

“Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu yaşatırsa, bütün insanları yaşatmış gibi olur. Elçilerimiz onlara apaçık belgelerle gelmişlerdir. Sonra bunun ardından onlardan birçoğu yeryüzünde ölçüyü taşıranlardır.”  Maide 32

20. Yüzyılın başında Aristokrat,  İhtilalcı ya da toplumsal hareketlerin sonucunda devşirilen Politbürocu iktidarlar; devlet erkini, toplumu dönüştürücü ve toplum mühendisliği tarzında uyguladılar. Aydınlanma sonrası başlayan ve gittikçe şiddetlenen toplumsal öncelik bütün siyasal akımlar üzerinde etkili oldu. Öyle ki, yapısı gereği toplum merkezli olan Sosyalizm yanında, Muhafazakârlarda bile sivil toplumculuk olarak ön plana çıktı. Liberalizm ise oldum olası bireyi öne çıkaran, kitleleri de kontrol eden piyasa siyaseti olarak şekillendi. Batı Aydınlanması ile beraber özgürlük, düşünsel, toplumsal ve siyasal bir çerçevede mutlak bir özgürlük talebi ve iddiası olarak şekillenirken, kendi modelini üretti. Ve bu model bireysel tercihleri tek tip olmaya zorladı. Gerek devletçi gerekse toplumcu totalitarizm’in bu dayatmalarına karşı bir denge unsuru olarak ta İnsan Hakları ve Hürriyetleri belirlenmeye çalışıldı. Ama bu hak ve hürriyetlerde kendi materyalist paradigması içerisinde hapsoldu.

Yaşadığımız iki yüzyıl boyunca Totaliter Sistemler Liberal sistem karşısında sürekli çözüldü. Kapitalizm şeklinde vücut bulan sermaye odaklı kurumsal yapılanmalar toplumsal talepleri, birey üzerinde oynayarak, bireyin tüketim güdülerini tahrik ederek çözdü. Günümüze kadar süren bu çekişmede Toplumculuk her defasında devrimler ve kitle hareketleri ile başarılı olsa da birey üzerinden orta ve uzun vadede sürekli yenildi. Küreselleşme ve iletişimin yaygınlaşması ile toplumlar üzerindeki bu Liberal taarruz daha da güçlenerek en nihayetinde günümüzde toplumsal hareketleri bile kendi çerçevesinde şekillendirmeye başladı. Günümüzde totaliter devlet yapıları diktatoryal yapılarda, azınlık iktidarları şeklinde bu taarruza dayanamamaktadır. Kitle desteğine sahip yönetimlerse, uzun vade de, bireysel taleplerin bastırması ile çözüleceği kaçınılmaz görünüyor. Küreselleşme İnsanları gittikçe bireyselleştirirken toplumsal sorumlulukları azaltmaktadır. Biz burada bireyselleşmenin zararını defederken, birey özgürlüklerini karıştırıp totaliter bir kimliğe dönüşme tehlikemiz vardır.

Öncelikle göz önüne almamız gerek ki; bireyselleşme, sorumsuzluk ve bencilleşme ayrı, kişisel tercihler, bireylerin hakları, farklılıklar ve kendini ifade edebilme hakkı ayrı bir konudur.

Acaba devletten topluma, oradan bireye uzanan bu dönüşümde içine düştüğümüz çelişki ve çatışmalara muhtaç mıyız?

Devlet, toplum ve birey arasındaki bu denklemde İslam düşüncesindeki, ilişki ve dengeler nedir?

Özellikle toplum, toplum derken devlet çatısı altındaki yeknesak bütün insanları değil, çeşitli toplumsal katmanları kendi değer yargılarını, hukuki ve sosyal yapılanmalarını, kültürlerini korumaya almışlar, özerkliklerini sağlamışlar. Bu gün Batı medeniyetinde tek tip toplumsal yapılanmaya, hatta diğer kültürlere dayatılan Batılı Çağdaş yaşam tarzına karşı çok daha toplumcu bu yapılanma yüzyıllarca toplumsal çatışmaların önüne geçmiş. Doğu’da ki çatışmalar genellikle iktidar çekişmeleri Batılılaşma döneminde ise komitacı teşkilatlanmalarla oluşan toplu kıyımlar nihayetinde, Batılılaşmış kadroların kendi halklarını dönüştürmek ve kontrol etmek için de devam ede gelmiştir. Çok kültürlülük ve çok hukukluluk birikimlerimiz Batı dünyasına karşı elimizdeki en önemli siyasal üstünlüklerden birisidir. Batı dünyasının düştüğü kültür bunalımları, göçmenler ve azınlıklar sorunlarında en önemli avantajlarımızdan birisi de bu kültürel haklar ve zenginliğimiz olacaktır.

Yine haklar konusunda Batı’nın tahayyül bile edemediği bir çerçeve yüzyıllardır Doğu ve Müslüman toplumlarında çok daha yaşanabilir bir dünya oluşturdu. Taa ki Batı tipi toplum modellerinin ve seküler elitlerin totaliter yönetim tarzları ile başımıza musallat olana kadar. Tarihi süreçte Baskıcı Avrupa yönetimlerinden İslam Dünyasına kaçış varken, Yüzyılımızda bu tersine dönmüştür.

En can yakıcı bir problem olarak önümüzdeki Bireysel Özgürlükler duruyor. İslam literatüründe Batı’ya nazaran çok daha kapsamlı bilgiler olsa da, son yüzyılların yönetimsel ve toplumsal alanlarında pratik noksanlığı nedeni ile etkisini ortaya koyamıyor. Fakihler dönemin şartları içerisinde daha çok İktidarların toplum ve birey üzerindeki mutlak hâkimiyetlerini sınırlamak için bu insan özgürlükleri üzerinde çalışmışlar. Batı kültürünün Manga Carta ile başlayan, İki Dünya harbinin acı tecrübeleri ile kendi içinde kemale eren bireysel özgürlükleri günümüzde pratik bakımından diğer kültürlerden daha iyi durumda görülmektedir. Genel bir problem olarak ta Liberalizmin bir argümanı olarak insanımıza cazip gelerek etkilemektedir. Geniş kitlelerin Batı ile barışık ve toplumsal ifsadı engelleyemeyen Muhafazakâr, Milliyetçi, Liberal ittifaklı yönetim tarzlarına yönelmesinin altındaki gerçeklerden birisi budur. Doğru ya da yanlış, yanılsama ya da gerçeklik payı ne derseniz deyin; Kitleler bireysel özgürlüklerini ve tercih hürriyetlerini oralarda buluyorlar. Ne yazık Ülkemizde, Arap Baharı sürecindeki Orta Doğuda ve İran muhalefetinde kitleler üzerindeki etkin eğilimler bunlar.

Gerek geleneksel İslami yapılanmalar, gerek cemaat yapılanmaları, gerekse salkım örgütlü selefi devrimci hareketlerde, bireylerin konumu göz ardı edilmekte mücadele, teşkilat ve dayanışma ön planda vurgulanmaktadır. Toplumsal dayanışmada olmazsa olmaz bu ilişkilere ve iktidarı hedefleyen siyasal yapılanmaların elzemliğini göz ardı etmeyelim. Ama ihmal edilen bireysel haklar, Batı Dünyasına karşı bizim yumuşak karnımız haline geldi. Diğer yandan bu yapılanmalardaki totalitarizm, bizatihi varlığı ile adalet anlayışlarımızda noksanlık oluşturmaktadır.

Değerlerimizin özel hayatımıza kadar bizi yönlendirmesi son derece makul bir durum iken, Geleneksel yapılanmaların bunu emredici ve yasaklayıcı tarzda baskı unsuruna dönüştürmüş olması yanında, Müceddidi İslami kesimlerde bile bireyselleşmenin tehlikelerini sürekli işlerken bu problem onun altında görünmezleşiyor. Hele de Batılılaşmış elitlerin sürekli “Mahalle Baskısı” “Cemaat baskısı” gibi konuya tahrik edici yönlerden saldırıları, bizi daha da kemikleştiriyor. Ama problem alttan alta çözmeye devam ediyor.

Bireysel hürriyetlerin çerçevesinin doğru düzgün belirlenmemesi, İdealist devrimci hareketlerde, zamanla iktidarı ele geçirdiğinde giderek artan bu özellikleri sayesinde baskıcı bir kimliğe dönüşmelerini kaçınılmaz kılmaktadır. Yine ıslah merkezli hareketlerde de, bireysel hürriyetler sanki Müslüman kimliğin aşınması olarak algılanmaktadır.

Bu çerçevenin belirlenmesi için aslında yeni bir şeyler icat etmekte gerekmiyor. Problemin gündemleşmesi ve temiz bir zihinle Kitabın, Örfümüzün ve Fıtratımızın tepkisellikten uzak göz önüne alınması yetecektir.

Toplumlar ve onu oluşturan bireyler, güdülecek değil gözetilecek varlıklardır.

“Bizi güt demeyin, bizi gözet deyin ve dinleyin” Bakara 104

YAZIYA YORUM KAT

7 Yorum