1. YAZARLAR

  2. Necmettin Turinay

  3. Davutoğlu Lübnan’da
Necmettin Turinay

Necmettin Turinay

Yazarın Tüm Yazıları >

Davutoğlu Lübnan’da

20 Ocak 2011 Perşembe 00:05A+A-

Lübnan sorununun can havli ile üzerine atlayan Türkiye’nin, Tunus’taki gelişmeler karşısında takındığı biraz mesafeli, biraz da ihtiyatlı tutum bilmem dikkatinizi çekiyor mu?

Amerika ve Fransa dönüşü, daha uçakta iken Lübnan başbakanı Hariri’nin Ankara’ya daveti, ardından Türkiye başbakanının Şam’a giderek orada durum değerlendirme toplantılarına iştiraki ve alınan müşterek bir kararla da sayın Davutoğlu’nun Lübnan’a gönderilmesi!.. İşte şimdi Davutoğlu Beyrut’ta bulunuyor ve Lübnan’daki keskin kutuplaşmalar arasında da adeta mekik dokuyor. Davutoğlu’nun Lübnan’a hareketinden önce Ankara’ya gelen veya davet edilen İran Dışişleri Bakanı ile görüşerek yola çıktığını da bu arada kaydedelim.

İşte Ankara, Lübnan’daki hükümet krizini bu derecede önemser ve üzerine abanırken, iki önemli gelişme ile birden karşılaşıyoruz. Bunlardan birincisi, öldürülen Hariri konusunu tahkik etmekle görevlendirilen uluslararası heyetin düzenlediği iddianameyi gene uluslararası mahkemeye sevketmesi!.. Yani iddianamenin açıklanması, yani Lübnan krizini daha da azdırmayı matuf muallel raporu, bir ateş topu gibi meydana bırakıvermesi!..

Dolayısıyla Lübnan’daki Şii veya Sünni taraflar, ilgili iddianameye dilediği biçimde yaklaşabilir, kendi aralarındaki tarihi nifakta kullanabilecekleri her türlü malzemeye de erişebilirler demektir. Bir kazan çamur ve hiç bir miğdenin kaldıramayacağı taaffün etmiş bin bir spekülasyon!.. İşte bunu önceden hissetmiş gibi Suudi Arabistan, Lübnan krizi ile ilgilenmekten vazgeçiverdi. Dolayısıyla Türkiye bu konu ile yakından ilgilenirken, beklenmedik gelişmelerden ikincisi de, Suudi Arabistan’ın Lübnan sorununun çözümü sürecinden geri çekilmesi olmuştur.

Kuşkusuz ikincisi değilse de birincisi, Türkiye’nin Lübnan yaklaşımının önünü kesmek istidadı taşıyan yeni bir durumdur. Çünkü bu hadise tarafları yeni baştan ateşleyecek, arabuluculuk teşebbüsünde bulunan Davutoğlu’nun mesajlarının da, layık veçhile dinlenmesine ve anlaşılmasına set çekebilecektir. Dolayısıyla sorunun hiç olmazsa bir süre daha buzdolabına kaldırılması gibi bir durumla karşılaşırsak, buna hiç mi hiç şaşırmamak gerekecektir.

Bu analizin amacı Lübnan probleminin köklerine inmek, ya da tarafların kendilerine göre iddia ettikleri haklılık paylarının yargılamasına kalkışmak olmadığı için, işin şimdilik o tarafına girmiyoruz. Nitekim zaten problem de o noktada toplanıyor. Yani her bir taraf soruna, sırf kendi noktai nazarından yaklaşmaktadır ki, oradan da Lübnan’ın geleceğini ön planda tutan makro bir yaklaşıma erişilememekte, evrilemeyeceği görülmektedir.

Dolayısıyla uluslararası mahkemenin raporu bir süre daha tarafları meşgul edecek, kendi haklılığını karşı tarafa kabul ettirmek yolunda da taraflar, ilgili raporu bir süre daha tedavülde tutmaktan geri durmayacaklardır. Yani sizin anlayacağınız, bir problem karşısında herkes kendi haklılığını iddia eder ve karşı tarafı suçlu görürken, Lübnan sorunu da yerinde saymaya devam edecektir.

Peki böyle herkesin, haklılıkta ısrarlı olduğu bir durum karşısında bundan en çok istifade edenler kim olacak dersiniz? Tabii ki en başta İsrail ve Birleşik Amerika!.. İşte haklılık iddialarının, bundaki aşırı ısrarın doğurduğu müstakbel zarar da burada aranmalıdır. Yani sizin anlayacağınız bu nasıl bir haklılıktır ki, sonu büyük bir zarara ve Lübnan’ın siyasal iflasına kadar varıp dayanabilmektedir.

İşte sorun çözmeyi amaçlamaktan ziyade, kendi haklılığında tıkanıp kalmayı tercih eden bu tür tutumlar, bizim anlayışımıza göre “fitne”, “fitneye yol açmak” biçiminde değerlendirilir. Nitekim böylesi durumlarda, krize yol açan sorunun çözümü de pek kolay olmaz.

Hz. Süleyman’ın huzurunda, aynı çocuğa sahiplik ve analık iddiasında bulunan iki kadın arasında, adaletin nasıl tecelli ettirildiğini bilmem hatırlar mısınız? Hz. Süleyman kılıcını çekiyor ve orta yerdeki çocuğu ikiye parçalayarak adaleti sağlamaya kalkışıyor. O anda, iddia sahibi kadınlardan biri feryad ediyor. Diyor ki “Hayır!.. Çocuk benim değil!..” Bu fedakârlığın, yani haklı olduğu halde hakkından vazgeçmenin doğurduğu büyük sonucu bilmem düşünebiliyor musunuz? Hz. Süleyman o çocuğu işte bu kadına veriyor. Yani o çocuğun asıl anası olduğuna karar veriyor.

Ancak unutmayalım ki Türkiye’nin elinde böyle, Hz. Süleyman’ın kılıcı gibi bir kılıç yok!.. Hal böyle olduğu halde de, sorunun çözümü noktasında elinden gelen ikna gücünü devreye sokmaktan gene de geri kalmıyor.

İleride, Lübnan’daki tarafların noktai nazarlarına ve bu hususla ilgili ABD-İsrail yaklaşımına genişliğine eğileceğiz. Ancak şimdilik şuna işaret edelim ki, Türkiye’nin veya Davutoğlu’nun önünde, iki ayrı alternatif bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, ilgili rapor tartışmalarının sonucunu beklemek, ondan sonra da yeni hükümet işine teşebbüs etmek!..

İkincisi ise, hükümet işini öne almak ve onun ardından da, uluslararası mahkeme işini büsbütün devre dışı bırakmak!.. Bakalım, hangisi ağır basar bu yaklaşımların?

YENİ AKİT

YAZIYA YORUM KAT