1. YAZARLAR

  2. Alper Görmüş

  3. Darbe davalarında kamuoyu algısı
Alper Görmüş

Alper Görmüş

Yazarın Tüm Yazıları >

Darbe davalarında kamuoyu algısı

10 Temmuz 2012 Salı 07:09A+A-

Üçüncü yargı paketinin ardından başlayan “Ergenekon ve darbe davalarının akıbeti”ne dair tartışma vesilesiyle, bu davalara ilişkin kamuoyu algısında ortaya çıkan değişimlerle ilgili düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Önce bir tespit: Yaklaşık 50 yıllık bir “darbeli” geçmişe sahip Türkiye’de, bu geçmişle hesaplaşmak için başlatılmış bir hukukî sürece yönelik kamuoyu ilgisinin ve desteğinin, fiilen gözlenenden daha fazla olması gerekirdi; en azından, başlangıçla günümüz arasında ciddi bir fark var.

Umulanla bulunan arasındaki bu farkı nasıl açıklayabiliriz?

Birkaç hafta önce, Zaman gazetesinin mesleğe bu gazetede başlayacak genç gazeteci adayları için düzenlediği kursta ben de “Ergenekon haberciliği” başlıklı bir tebliğ sundum... Sözlerime, Ergenekon ve darbe davalarına karşı kamuoyunun başlangıçtaki ilgisinin azaldığını, bir soğuma ve heyecan kaybının gözlemlendiğini anlatarak başladım. Doğrusu, bu tespitlerin genç gazeteci adaylarını rahatsız edeceğini düşünmüştüm.

Fakat öyle olmadı... İzleyicilerin jest ve mimiklerinden, daha o aşamada birçoğunun yaptığım tespiti onayladıklarını hissettim. Nitekim, ayrıntılara girmeden onlara söz verdiğimde ortaya çıktı ki, birçoğu bu durumu kendi çevrelerinde de gözlemekteydiler. Hatta bir bölümü kendilerinin bile eski heyecan içinde olmadıklarını, eskiden bütün haberleri ayrıntılarıyla okurlarken şimdi başlık ve spotları okuyup geçtiklerini “itiraf” ettiler.

Bu genç gazeteci adayları tıpkı benim gibi, kamuoyunun davaları destekleyen bölümünde yer alıyordu. Bu kamuoyunun, davalara ilgileri azalsa da onları desteklemeye devam ettiğini, fakat bu desteğin eskisinden daha az aktif olduğunu söyleyebiliriz.

Öte yandan bir de davalara ya baştan beri karşı olan ya da zaman içinde pozisyon değiştiren kamuoyu kesimi var.

“Destekçi” ve “karşıt” kesimlerin dava süreçleri karşısındaki pozisyonlarını etkileyen âmillerin bir bölümü farklı olsa da, bir bölümü her iki kesim üzerinde benzer etkiler yapabiliyor.

Ben, Ergenekon ve darbe davalarında bugünkü algıyı belirleyen başlıca dört unsur olduğunu düşünüyorum:

1. Yoğun enformasyonun olumsuz etkileri.

2. Davaları itibarsızlaştırma hamleleri.

3. Dava süreçlerinde yapılan hatalar.

4. Davaları başlatan siyasi iradenin niteliği.

Şimdi bu başlıkları ayrıntılandırmaya çalışacağım.

Yoğun enformasyonun olumsuz etkileri

Bir meseleyle ilgili olarak ne kadar çok enformasyona sahip olursak o meseleye olan ilgimizin o kadar büyüyeceğine dair inanış tedavülden kalkalı epeyce bir zaman geçti. Şimdi artık biliyoruz ki “yağmur halinde enformasyon”, ona maruz kalanlarda “duyarlılık”tan çok bıkkınlığa ve konudan kaçmaya yol açıyor.

Bu sonuç, konunun karmaşıklığı arttıkça kaçınılmazlaşıyor. Okurlar ve izleyiciler bir süre sonra “burada çok fazla bilgi var ve her şey çok karışık” duygusuna kapılıyor ve bir panik duygusuyla defteri kapatıp “rahatlıyorlar...”

Kamuoyunun Ergenekon ve darbe davalarını destekleyen kesiminin davalara eskisine kıyasla daha az ilgili olmasının temel nedenini ben burada arıyorum.

Aslında bu mesele bir yanıyla, çok uzun bir süreye yayılan ve çok yoğun enformasyon içeren haberlerde gazetecilere düşen sorumluluk konusuna bağlanıyor... Gazeteciler, böyle durumlarda okur ve izleyici psikolojisini de hesaba katarak mesleklerinin bir gereği olan “önemliyi önemsizden ayırma-ayıklama” fonksiyonu üzerinde önemle durmalı ve bu sorumluluklarını yerine getirmelidirler.

Ne var ki yakın geçmişte Susurluk davası gibi bir örneğin yaşanmış olmasına rağmen, gazeteciler beş yıldır süregelen davalarda bu görevlerini hakkıyla yerine getirmediler. Ciddi, temellendirilmiş iddiaların yanı sıra sansasyonel iddiaları da “değerlendirerek” hem “enformasyon yağmuru”nun dozunu artırdılar hem de davaları itibarsızlaştırmak isteyenlerin ellerine önemli kozlar verdiler.

Davaları itibarsızlaştırma hamleleri

Türkiye’nin karanlık geçmişiyle hesaplaşmaya giriştiği 2008 (Ergenekon soruşturmasının ve davasının başladığı yıl), aynı zamanda, bazı çevrelerin bu çabayı itibarsızlaştırmak ve etkisizleştirmek üzere faaliyete geçtiği yıl oldu. Bu çevrelerin öne sürdüğü gibi, iki süreç arasında bir zaman dilimi yok; her iki süreç de eşzamanlı olarak başladı. Yani, bu çevrelerin, “biz de davaların önemine inanıyorduk, fakat zaman içinde dava süreçlerinde ortaya çıkan kimi kuşkulu noktalar bizi davalardan soğuttu” açıklaması gerçeği yansıtmıyor. Bunun böyle olduğunu gösteren birkaç örnek vereyim...

Ergenekon soruşturması 2008 Ocak’ında başladı. Soruşturmanın, Türkiye’nin yakın karanlık tarihine tutulmuş bir projektör olduğu apaçıktı ama, sözünü ettiğim çevreler ya sanki hiçbir şey yokmuş gibi davranarak ya da soruşturma sürecini dalgaya alarak, yani “mizahla mücadele” yöntemini seçerek Ergenekon soruşturmasından hiç hoşlanmadıklarını hemen ortaya koydular.

Bu dönem en iyi Hürriyet gazetesine bakılarak anlaşılabilir.

Gazetenin başyazarı Oktay Ekşi “sanki hiçbir şey yokmuş gibi davrananlar” grubunun, gazetenin genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök de “mizahla mücadele” grubunun başını çekiyordu.

Oktay Ekşi’ye göre, gelişmelere ilişkin hiçbir yazı yazmamasının nedeni “yasalara saygı”ydı. Çünkü yasalar yürüyen soruşturmalar hakkında yorum yapmayı yasaklıyorlardı.

Ekşi’nin, baskılardan bunalıp böyle bir savunma yazısı yazdığı günlerde Adalet ve Kalkınma Partisi’ne (AK Parti) kapatma davası açıldı (14 Mart 2008). “Yürüyen soruşturmalar hakkında konuşmama prensibi” bulunan Ekşi, bundan sadece iki gün sonra tam da onun sözünü ettiği türden bir soruşturmayla ilgili olarak şu satırları kaleme aldı:

“Partileri halk kurar, halk kapatır diyorlar. O, seçmenini yitiren partiler için geçerlidir. Yasaları çiğneyen partiyi yargı kapatır.”

Ekşi, aynı yazısında Ergenekon soruşturmasını da “muhalif seslerin bastırılması” olarak gördüğünü kendince şu satırlarla fâş ediyordu:

“Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, önce muhalif sesleri, sonra da Türk demokrasisinin ve modernleşme sürecinin temel dayanağı olan laik rejimi tasfiye etmek istediği anlaşılmaktadır.”

Aynı günlerde Ertuğrul Özkök de henüz ikinci ayındaki soruşturmanın “herkesi içine alan” bir soruşturmaya döndüğü “kaygısını”, o sıralarda Türkiye’de olan magazin yıldızı Paris Hilton’u da içine alıp almayacağının “şaka”sıyla dile getiriyordu.

Özkök’ün açtığı “mizahla mücadele”nin takipçileri hızla büyüdü tabii. Bunların en “komik”lerinden biri televizyonda bir magazin programcısından geldi: “Ulusal” kelimesi çıkmıştı ağzından, acaba onu da Ergenekon’a dahil ederler miydi?

Bütün bunlar, henüz davanın iddianamesinin bile ortalıkta olmadığı 2008 Martı’nda oluyordu.

Dava süreçlerinde yapılan hatalar

Soruşturma ve dava süreçlerinde, sorumlulardan kaynaklanan hatalar davaları itibarsızlaştırmak için fırsat kollayanların ellerine kullanışlı kozlar verdiler.

Bu pratiklerin bir bölümü mevcut alışkanlıkların devam ettirilmesinden, bir bölümü de savcı ve hâkimlerin a) kendilerine verilen geniş yetkileri hazmedememelerinden, b) soruşturma ve davaları fazlasıyla dar ve salt hukuki bir bakış açısıyla yürütmelerinden, kamuoyu algısını hiç hesaba katmamalarından kaynaklanıyordu.

Bu hatalar, Ergenekon ve darbe davalarına en başından itibaren “soğuk” duran kesimlere “mış gibi” yapma fırsatı verdi: Böylece, kendilerinin esasen davalara karşı olmadıkları fakat yapılan hatalar nedeniyle onlardan soğudukları yalanını etkili bir biçimde öne sürme imkânına kavuştular.

Davaları başlatan siyasi iradenin niteliği

Geldik sonuncu ve belki de en önemli âmile... Hiç kuşku yok ki, bu davaları başlatan siyasi iradenin AK Parti olması, davalara kamuoyu desteğini aşağı çeken bir rol oynadı.

Çünkü toplumun bir kesimi, AK Parti’yi kendi geleceği açısından darbecilerden dahi daha tehlikeli buluyor. AK Parti’yi “baş düşman” olarak kodlayan bu kesim, bu tespitin doğal bir sonucu olarak darbe davalarını hiçbir zaman desteklemedi. Hatta “baş düşman”a karşı mücadele potansiyeli taşıyan yegâne güç olarak bellediği vesayetçi kurumların darbe yapma yeteneklerinin zayıflatılmasını, kendi kurtuluşlarını da imkânsızlaştıran bir süreç olarak algıladılar.

Olmayacak duaya amin demek gibi olacak ama: Diyelim ki 2002’de iktidara AK Parti değil de Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) geldi, sonra CHP’nin başına bir taş düştü ve Türkiye’nin “darbeli” tarihiyle hesaplaşma kararı aldı. Hiç kuşku yok ki, o durumda darbe davalarına kamuoyu desteği çok daha fazla olacaktı.

[email protected]

TARAF 

YAZIYA YORUM KAT