1. YAZARLAR

  2. Adem Yavuz Arslan

  3. Bu ayıbı daha ne kadar sürdüreceksiniz?
Adem Yavuz Arslan

Adem Yavuz Arslan

Yazarın Tüm Yazıları >

Bu ayıbı daha ne kadar sürdüreceksiniz?

01 Eylül 2010 Çarşamba 00:33A+A-

Herhangi bir sonuç çıkacağına ihtimal vermiyorum ama savunduğum ilkeler gereği not düşeceğim.

Türk basınının, 'bin yıl sürecek 28 Şubat'tan miras kalan bir 'akreditasyon' ayıbı var.

TSK, akreditasyon adı altında beğenmediği haberler yapan gazetecileri 'dışlama, yalnızlaştırma ve hatta itibarsızlaştırmaya' çalışıyor.

Neredeyse 15 yıldır da bunu sürdürüyor.

Üstelik bu anlamsız uygulamayı, uçaktan gazeteci indirmek, yurtdışında olsa bile siyasilerin araçlarından gazeteci atmak gibi nahoş şekillerde de yaptılar.

Bu ayıp halen sürüyor.

Kalkmadığı sürece de her yeni Genelkurmay Başkanı, görevi devralırken bu konuyu yazacağım.

Ben akredite bir kuruma geçip orada yazıyor olsam da, medyanın geri kalanı bu ayıbı görmezden gelmeye devam etse de yazmaya devam edeceğim.

Mesela önceki akşam Ankara Merkez Orduevi'ndeki resepsiyona TSK'nın akredite etmediği gazeteler ve orada çalışan gazeteciler gidemedi.

Oysa cumhurbaşkanından bakanlara, kuvvet komutanlarından bürokratlara herkes oradaydı. Normal şartlarda 'haber orada olduğu için' bizim de orada olmamız gerekiyordu.

Peki bu gazetecilerin eksiği neydi? Heron Skandalı'nı, Balyoz'u, Kafes'i, cunta girişimlerini, pimi çekip 4 askeri öldüren teğmeni yazmak mıydı?

Gerekçesini bugüne kadar öğrenemedik.

Elle tutulur tek bir gerekçe sunamadılar.

Başbuğ döneminde bu anlamsız uygulama biraz gevşetilmişti. Hatta bir ara 'tamamen kalkıyor' diye konuşuldu. Fakat Başbuğ da 'mahalle baskısına dayanamadı' ve yasağı sürdürdü.

Şimdi yeni bir dönem var. Işık Koşaner üç yıl süreyle o koltukta oturacak. İşi hiç kolay değil. Özellikle de Başbuğ döneminden sonra. Çünkü Başbuğ döneminde TSK çok yıprandı.

Maalesef bunda kendi hatalarının payı büyük.

 Adeta 'bir hışımla geldi geçti' Başbuğ dönemi. AYM Başkanvekili Osman Paksüt'le görüşmesiyle gündemimize girdi, Balıkesir, Ankara ve Trabzon konuşmaları, LAW silahına boru, irtica belgesine 'kağıt parçası' demesiyle de hafızalara kazındı.

TSK, onun döneminde Heron Skandalları'ndan tutun da kendi askerini öldüren mayınlardan ya da pimi çekilmiş el bombalarına kadar onlarca polemiğin ortasına düştü.

Deyim yerindeyse 'her şeyi değiştirmeye' gelen Başbuğ, adeta enkaz bırakarak gitti. Üstelik '28 Şubat'tan bu yana şeref madalyası almadan giden tek komutan' olarak.

Muhtemeldir ki biz Başbuğ'u daha çok konuşacağız. Gündemimizde olmaya devam edecek.

Bu açıdan Işık Koşaner'i zor bir dönem bekliyor. Fakat umut verici bir şey oldu ve Koşaner görevdeki ilk gününde Genelkurmay 2. Başkanı hakkında soruşturma talimatı verdi.

Org. Aslan Güner'in adı bir tele kulak skandalına karıştı. Koşaner olayı örtbas etmek yerine hemen talimat verdi. Böylece kurumun yıpranmasının önüne geçti.

Şimdi yapması gereken 2010 Türkiye'sine yakışmayan akreditasyon ayıbına son vermek.

Çünkü işi haber vermek olan gazetecileri bu şekilde yalnızlaştırma-itibarsızlaştırma çabaları sadece TSK'yı yıpratıyor.

Akredite olmamak gazetecilere bir şey kaybettirmiyor.

Aslında, itiraf etmek gerekirse akredite edilmemek büyük rahatlık. Hatta lüks.

Akredite olmadığımız için daha rahat habercilik yapıyoruz.

Basit bir kuraldır; yüz yüze baktığınız birisi aleyhine haber yaparken iki kez düşünürsünüz. Bizim öyle bir derdimiz yok, nasıl olsa sabah Genelkurmay'dan aranmıyoruz.

Hatırlayalım; son üç yılda sarsıcı tüm haberleri 'akredite edilmeyen' gazeteler yaptı. Gündem belirleme gücü artık akredite olmayan gazetecilerde. Yani mevzu haberse en iyisini yapıyoruz.

Bir bakıma da akredite uygulaması 'Türk demokrasisi ve şeffaflaşma için en büyük hizmeti' yapmış oldu. Yasak başlarken niyet başkaydı ama tam tersi oldu.

Şimdi Koşaner'in yapması gereken Türk basınındaki akreditasyon ayıbını sona erdirmek.

Belki böylece 'herkesi kucaklayacağız' diyerek gelen ama akreditasyon uygulaması başlatan CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu da bu kararından vazgeçer.

Gerçeker 'Gereği yapılacak' demişti ama...

İki gündür internet sitelerinde inanılmaz bir konuşma dolaşıyor. Üç Yargıtay üyesi arasında geçen konuşmalara göre -ki görünen ortam kaydı yapılmış- yargıçlar referandumun iptali için her yolu denemişler.

BDP ile görüşüp boykot kararı aldırmışlar. Evet oylarını 'hayır'a çevirmek için Öcalan'a çok ihtiyaç duyuyorlarmış. CHP'nin BDP'nin elinden tutması gerekiyormuş. Hatta bu 'askere de söylenmiş.' Referandumdan 'evet çıkarsa işleri bitecekmiş.' HSYK'nın yapabileceği çok bir şey kalmamış.

Ses kayıtlarında yok yok. Yoruma da gerek yok.

Türkiye ne olduğunu bütün çıplaklığı ile görüyor.

Dün akşama kadar iddia edilen üç kişiden 'hayır o biz değiliz, sesimizi taklit etmişler' açıklaması gelmedi.

İşin ilginci şu ki; aynı isimlerle ilgili birkaç ay önce de skandal ses kayıtları gündeme gelmişti. O günlerde de Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker 'merak etmeyin gereği yapılacak' demişti. Sahi gereği ne oldu Sayın Gerçeker?

BUGÜN

YAZIYA YORUM KAT