1. YAZARLAR

  2. BAHADIR KURBANOĞLU

  3. Bölgedeki İslami Değişimin Muhtemel Parametreleri
BAHADIR KURBANOĞLU

BAHADIR KURBANOĞLU

Yazarın Tüm Yazıları >

Bölgedeki İslami Değişimin Muhtemel Parametreleri

13 Şubat 2011 Pazar 00:15A+A-

Bugünlerde iki tehlike, iki muhtemel tehdit unsuru Müslümanlar arasında tartışmalara konu oluyor.

1) İslam coğrafyalarındaki gelişmelerin ardında (ya da şu anki süreçte müdahil bir tarzda) ABD ve Batı var. Diktatörler gidecek, diktatörlükler bitecek ama BOP uyarınca demokratik rejimler gelecek.

2) Müslüman halklar liberal değerlerle sekülerleştirilecek. Kazanım gibi görünen ortamlar liberaller tarafından doldurulacak. Söylem olarak güçlü olduklarından ötürü bu toplumlar Batılı değerlere daha çabuk adapte edilecek.

Bunca yaşanan tecrübeden sonra kolayca haksızlık olarak nitelenemeyecek olan bu konular üzerinde sağlıklı zeminlerde, sükunet halinde düşünsel tartışmalar yapmak önemli. Nitekim bazen önyargılar, sağlıksız altyapılar, tartışmaları itikadi zeminde algılayıp, tedric sürecini de gözetmeden gelişebiliyor ve “zemin kayması” ya da önyargılarla oluşmuş, dediğim dedik bir “zemin sabitlenmesi” söz konusu olabiliyor.  

İlkinden başlayalım. BOP meselesini ta 2003 yılına, oğul Bush dönemine gönderme yaparak bugünlerde tartışanların bunu şimdilerde, Mübarek’in düştüğü zilletin ardından yoğun biçimde dillendirmeleri manidar. Kanımca bu, tam anlamıyla bir yönlendirme. “Bakın gelişmeler bize rağmen değil, kontrolümüzde gerçekleşiyor” dercesine. Bana göre, en başında ABD’nin niyeti olarak gerçekten ortaya atılıp tartışılan ama biraz sonra değineceğim hususlar sayesinde daha doğmadan tarihe gömülen, ancak şimdilerde think thank kuruluşlarının raporlarını yeniden tarih sahnesine çıkartarak koca bir yalanı süslemeye hizmet eden bu tespitler(!) tam bir psikolojik harp. Hem de bizlerin de itikadlarını zedelercesine!

Sorum şu; BOP’un ortaya atıldığı dönemden bu yana ABD bu projeyi başarıyla ortaya koydu ise Hamas’ın seçim zaferi ve ardından gelen siyasal-askeri başarıları; Hizbullah’ın sadece 2006 zaferi değil, Lübnan siyasasında kökleşen konumu, Irak, Afganistan gibi bölgelerde ABD ve NATO’nun içine sürüklendiği acziyeti hangi saiklerle açıklayacağız?

Ya da soruyu tersten soralım. Aynı değerlendirmeler neden Filistin, Lübnan, Suriye ya da Afganistan söz konusu olduğunda da yapılmıyor? Aksine, aynı Türkçe konuşan stratejisyenler bu tür gündemlerde çıkıp ABD’nin hatalarını dillendirmiyorlar mı? O halde Mısır’da ABD’nin başarılı addedilmesini ve sürecin gayet iyi işletildiğini şimdilerde çıkıp dillendirmek de neyin nesi?

ABD’nin kendi içinde “Eyvah Ortadoğu Nereye?” tartışmaları yapılıp İsrail genelkurmayı “Konvansiyonel savaş dönemine giriyoruz!” açıklamalarını ortaya dökerken, bu tarz seküler dilli, rasyonel zihnin parametrelerine hapsolmuş, 3. Dünyacı elitizmi içeren tahliller, bunca tecrübenin, bunca Aziz olan Allah’ın yardımları ve Müslüman halkların onurlu direnişleri sonucu üreyen reel siyasetlere rağmen, bizim mahallede neden alıcı bulabiliyor?

Şöyle sormak gerekmez mi; “Madem ki bu gelişmelerin ardında ABD’nin başarıyla yürüttüğü BOP var öyleyse 50-60 yıldır bu diktatörlere niye tahammül edildi? Neo-liberal politikalar 1980’den beri Reaganizm-Teachirizm olarak neşvünema bulmuştu; o halde bu toplumların başındaki liderlere neden 30 yıldır dokunulmadı ve halklar demokrasi oyununun seküler iklimine yönlendirilmedi? FİS’in ya da Nahda’nın seçim zaferleri neden başlarına geçirildi? Ya da mesela Mısır’da son ana kadar neden hop oturup hop kalktınız?

Yazının başında değindiğim ikinci maddeye geçiş yaparken, şimdi, bu iki konuyu, “Müslüman halklar liberal değerlerle sekülerleştirilecek” endişelerini gündemlerinin baş maddeleri haline getiren İslami kesimlere yönelik olarak tartışmaya açalım.

Demokratik Süreçlerden Değil, Yaşanan Gelişmeleri Doğru Okuyamamaktan Korkmalıyız

Muhtemel geleceğe ilişkin endişelerimizi dile getirirken, önce İslam coğrafyalarındaki halkların ortaya koyduğu iradenin sebeplerini hakkı teslim etmek açısından konuşmak gerekir. Aslında bunu yaptığımızda, bizim kadar modernize olmamış, İslam kültürüyle irtibatı yoğun bu coğrafyaların sözü geçen liberal kavramları da bu bağlamda (bu zenginlikte ve farklı bir kültürel alt yapıyla) tartışacakları da unutulmamalı.

Halkların kazanımlarını (abartmayalım elbette ama bu kazanımları düne kadar hayal bile etmediğimizi de unutmayalım) tahfif etme tehlikesine karşı da uyanık olalım. “Tamam bir diktatörü gönderdiler ama şimdi de demokrasiye teslim olacaklar!” tespiti en hafif tabirle haksızlık! Haksızlık çünkü:

1) Şu süreçte demokratik ortamların geliştirilmesi çabasından başka bir seçenek var mı?

2)  Seküler demokrasi talebi ile İslam kültürüyle yoğrulmuş bir demokrasi talebi arasında uzunca tartışmalar gerektirecek bir uçurum olduğunu düşünüyorum. (Kolaycılığa kaçarak Mısır’ın müslüman entelijansiyasının ve halkının demokrasiyi tartışması ile, mesela İskandinav kültüründeki tamamen seküler alt yapıyla yapılacak tartışmaları bir tutabiliriz miyiz?)

3)  Bu ülkelerdeki liberallerin ellerinin güçlü olduğu savından hareketle, konumlarını abartarak, İslami kesimlerin birikimlerini tahfif etme şeklindeki bir tablo, bize bu coğrafyaların resmini adil bir biçimde sunmuş olur mu? Eğer İslam coğrafyalarında müslümanların hareketlilikleri olmasa liberallerin sistem eleştirilerinin değeri kalır mı? (Bu konuyu Atilla Yayla’ya cevaben başka bir yerde de not olarak düşmüştüm. O, başörtüsü direnişçilerinin liberaller sayesinde liberal kavramlarla direndiklerini söylüyordu hem de alaycı bir tonla. Ben de ona İslam tarihinden direniş kesitleri sunduktan sonra dedim ki, “Biz başörtüsü Allah’ın emridir” dediğimizde bize kızıyor, eleştiriyordunuz, birey merkezli bir taleple dile getirmediğimiz için. Ve o günlerde biz direnirken siz yoktunuz! Ne meydanlarda ne de medyada bu kadar sesiniz çıkmıyordu. Sesi çıkan ve müslümanların arkasında duranlar da zaten bunu sayemizde yapıyorlardı. Biz direnmesek, liberal ya da demokratların tezlerini Allah aşkına kim umursayacaktı? vs”

4)  Mısır ve Tunus’taki meydanların taleplerinin son 30-40 yıllık süreçteki İslami hareketlerin siyasi talepleri olduğunun bilmem farkında mıyız? Başta İsrail ve ABD işbirlikçiliğinin lanetlenmesi olmak üzere. Madde madde sıralayın talepleri hepsinin arka planından bizim yaklaşık 90 yıllık birikimimiz çıkacak. Siyasaya dair müslüman düşünürlerin ve hareketlerin ne kadar da isabetli kararlar aldıkları ve alacakları çıkacak! Düşünün şimdi. Bizde Ahmet Altan’ın İsrail hakkında Gazze sürecinde yazdıklarını, Mısır’da seküler kesimler bile ciddiye almaz! Bu coğrafya ve iklim farkını, bu kültürel atmosfere müslüman entelijansiyanın üretimlerinin etki edeceği ortamları düşünün. Bu durumda şimdiden bile haksızlık yapmış olmuyor muyuz?

5)  Liberalizmle demokrasiyi içiçe koyarak bir ıslah sürecine evriltilebilecek bir konunun önünü şimdiden tıkıyoruz kanımca. Adamlar özellikle seküler kelimesini kullanıyorlar (secular democratie) yani bu yönetim biçimi bu değerler üzerinde yükselmeli diye! “Neden böyle olsun ki?” tartışması hiç de hafifsenecek bir tartışma değil! Kanımca bu yüzyıl buna şehadet edecek!

6)   Bu bağlamda “demokrasi küfürdür” ya da “biz demokratik bir rejim değil İslami bir rejim istiyoruz” talebi altı dolmadıkça havada kalmaya mahkum oluyor. “Demokrasi olmasın” dediğimizde “İslami olan ne?” sorusunun hem tarihsel hem de bugüne ilişkin karşılığı yok. (Üstelik ilginç bir tevafuktur ki(!) yıllar yılı küresel emperyalistler de bu coğrafyalarda demokrasiyi istemediler.) Tıpkı “özgürlük kelimesini kullanmayalım (Batı’dan geldi)” kolaycılığı ve çözümsüzlüğünde olduğu gibi. Tashih etmek-ıslah etmek neden hiç dağarcığımızda yok da önyargılı ve geçmişte farklı bağlamlarda yapılan ictihadlara dayalı bir mantıkla “bir şey ya vardır ya yoktur, ya aktır ya karadır” mantığı hakim. Oysa zaten mücadelesi verilmeyen hiç bir şey bize ait değildir ki. İstersek vahyi kavramlarla konuşuyor olalım! İslam tarihinde (ya da şimdilerde) birbirlerine zulmedenler hangi kavramlarla konuşuyor(du)? Seküler mi?

7)  Liberalizm ve bence onunla ilgisi kurnazca, sinsice kurulan demokrasiyle kendimizi korkutmayı bırakıp, bu meseleyi vuzuha kavuşturacak çalışmalar yapıp, esasen hayata dokunamamaktan korkalım. Çünkü hayata dokunmuyorsak, hangi kelimelerle konuştuğumuzun ve bilinç seviyemizin çok bir anlamı kalmaz, diye düşünüyorum.

Netice ve Umut

Komploculuğun yegane ilacı, en başta, Kadir-i Mutlak olanın yalnızca Allah olduğunu unutmadan tarih ve siyasete ilişkin bilgilerimizi gözden geçirmek; yapageldiğimiz okumaların öğretilmiş tezler olup olmadığını sorgulamak ve süreci, gelişmeleri yakından takip etmektir.

İslam coğrafyalarında özellikle yakın dönemde elde edilen neticelerin Emperyalizmin lütfu mu, yoksa bilinçli kesimlerin mücadelesini verdikleri hususların Müslüman halklar nezdinde kabulü, onların değişim/dönüşüm noktasındaki iradelerine yönelik etkinin neticeleri mi olduğunu tefekkür ve tahlil etmeliyiz.

Yaşadığımız çağ yepyeni gelişmelere gebedir. Bu noktada İslami yapıların edindikleri tecrübelerle çağın getirdikleri arasında kurulacak irtibatın ıslah süreçlerine yapabileceği katkılar üzerinde düşünelim. Bunu yapmazsak, yönetim biçimi tartışmalarının kısır döngüsünde kalarak, tarihin bir kesitinde aniden beliriverecek devrimlerin beklentisi/hayalleriyle, hayatı İslami anlamda, yukarıdan aşağıya, nizamnamelerle dönüştürüvereceğimiz zanları içerisinde bocalayıp dururuz. Rabbimizin bizim ellerimizle yeniden inşa olmasını istediği dünyanın dönüşünü mahzun gözler, hayal kırıklıkları ve Rabbimizin Kur’anı Mübin’de yasakladığı ye’s (umutsuzluk/karamsarlık) haliyle izlemek istemiyorsak; Müslüman halkların ve onları yönlendiren/eğiten/yol gösteren örgütlü İslami yapıların ve entelijansıyanın ortaya koyacağı düşünsel ve pratik süreci mercek altına almalıyız. Bu durumun bizim Türkiye tecrübemize de katkılar sağlayacağını da unutmamalıyız.

YAZIYA YORUM KAT

5 Yorum