1. YAZARLAR

  2. Yıldırım Türker

  3. Biz yeter demezsek...
Yıldırım Türker

Yıldırım Türker

Yazarın Tüm Yazıları >

Biz yeter demezsek...

13 Ekim 2008 Pazartesi 22:08A+A-

Daha geçen yıl İstanbul valisi Muammer Güler, “Türk polisinde şu an sıfır işkence var. Bu insan hakları kurumlarının raporlarıyla var. Eskisi gibi  ‘hırsızı yatır falakaya ’ yok ” diyor du.
Oysa İnsan Hakları Derneği ’nin (İHD) 2006 İnsan Hakları Bilançosu’na göre, 2006 ’da saptanan 700 ’ün üzerinde işkence ve kötü muamele iddiası var dı.
Bunların 179 ’u gözaltında gerçekleşmiş ti. Üstelik 140 ’ının Emniyet Müdürlüğü görevlileri tarafından gerçekleştirildiği iddia ediliyor du. Mağdurların da 26 ’sı çocuk tu.  Ancak işkence iddiaları arasında önemli bir bölümü, resmi gözaltı yerleri dışındakiler oluşturuyor du. İHD ’ye göre 261 iddiadan 212 ’sinde Emniyet Müdürlüğü görevlileri var dı ve mağdurlardan 16 ’sı çocuk tu.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı Başkanı Yavuz   Önen, resmi gözaltı yerleri dışındaki işkencenin artışına dikkat çek mişti; “Vali Güler haklı .  Artık elektrik vermek, falaka, filistin askısı gibi vücutta iz bırakan ağır işkence yöntemleri kullanılmıyor. Bunların yerine psikolojik işkence, ruhsal etki yapan yöntemler tercih ediliyor. Örneğin kişiler kaçırılıp bir yere götürülüp sonra orada salınıveriyor.
Karakollarda gözaltı süreci başlatılmadan, defterlere kayıt düşülmeden, arabada, meydanda, sokakta, kaba dayaktan başlayan, hakaretin, tehdidin kullanıldığı vakalar var. Kişi özgürlüğünden alıkonulmuş statüsünde olduğu için bunu işkence kabul ederiz. Ama bunun kaydı olmuyor. Şikâyet olduğunda, olay dışarıda gerçekleşmiş oluyor ve karakol üzerinden işlem yapmak zorlaşıyor.
Bir başka durum da toplu gösterilerde, yürüyüşlerde, mitinglerde polisin aşırı kuvvet kullanmasıyla gerçekleşiyor.
Örneğin polis beş on kişilik bir grubu çember altına almış ve şiddete maruz bırakıyorsa, bu da işkencedir. Çünkü yine özgürlüğünden alıkonulma statüsüne girer. Bu başvurularda da artış var. ”
 Alın size bir yığın rakam. Soğukkanlı bir muhasebeci gibi size bir yıl önce ortaya dökülen rakamları sunarak başlıyorum ben de yazıma.
Ama inkâr, memleket kayıtlarında tarihin başından bu yana otoritenin bir numaralı faaliyeti olagelmiştir. Vali de Emniyet Müdürü de yerlerinin sağlamlığına olan güvenleri tam, delikanlı adamlar.
Aslanlar gibi inkâr ediyorlar.
Yeni girdiğimiz zulüm dönencesinde artık her zulmün daha fütursuzca uygulandığını görüyoruz.
Hepimize hayırlı olsun.
Demokrasi mücahidi gözbebeğimiz, hükümetimiz, ‘işkenceye sıfır tolerans’ derken en çok inkârcı valisiyle inkârcı emniyet müdürünü koruyor. Hiçbirimizin tam olarak künhüne vakıf olamayacağı kirli pazarlıklar sonucu onların dokunulmazlığının bekçiliğini yapıyor.
Katil ve işkencecilerinin şerefine kefil olan devleti mizin hukukla ve hakikatle iliş kisi, artık en müstehcen kılığıyla aşikâr oluyor yine. On yıl önce olduğu gibi.
Trilyonluk golf sahalarında bu milletin doğal burjuvazisi olarak sopa sallarken ajans haberlerini dinleyeme-diğini iddia eden apoleti en revnaklı komutanlar, yine OHAL istiyorlar. Oraların hali hiç buhal olmuş gibi.
Onlar golf oynasın, arada nutuk atsın, paranoya ve düşmanlık teorilerine entelektüel dokunuşlarla şıklık katsın. Çocuklar ölsün, ölsün, ölsün. Kan akmasın diyenler, yine ve ebediyen vatan haini ilan edilsin.
Demokrasi adına atılmış zoraki adımlar geri alınsın, herkes her an her türlü zulüm ve işkenceye açık kılınsın diye çırpınıyorlar.
Demokratik hükümetimiz üç kuruşluk postunu kaptırmamak için, hiçbir zaman içtenlikle inanmamış olduğu kimi adımları titrek bir duruşla yeniden sorguluyor.
Evet, biz demokrasinin ancak vaat olarak bir süreliğine ruhumuza su serpmiş olan haline de layık değiliz. Değilmişiz meğer.
 Dolayısıyla gelsin açık işkence. Gelsin açık seferberlik hali. Gelsin devlet vahşeti.
İsmail Saymaz’ın dün gazetemizde çıkan haberini okumuşsunuzdur. Meltem Tekin’in fotografını da görmüşsünüzdür. Hepimizin gözlerinin içine bakıyordu.
Bir arkadaşıyla birlikte Taksim’de evlerine dönerken kimliklerini soran polisle tartışınca Beyoğlu karakoluna götürülüp sıkı bir dayaktan geçmiş. Gözünün morluğu, polisin ifadesine göre sözde AKP’ye hakaret ederek arkadaşıyla birlikte kafalarını duvarlara vurarak kendilerini yaralamışlar. Hatta Tekin kendini yere atıp tokatlamaya başlamış.
Daha iyisini de birkaç gündür okuyoruz.
Metris Cezaevi’nde dövülerek komaya giren Engin Ceber, Şişli Etfal Hastanesi’nde hayatını kaybetti. Günler sonra Adalet Bakanlığı tenezzül buyurup bir açıklamada bulundu. Müfettiş görevlendirildiğini bildirdi kamuoyuna.
Burada yine insanı isyana teşvik eden ağır bir durum var.
Şöyle ki, iddiaları araştırmak için Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından görevlendirilen Savcı Cevdet Doğan, suçlamaların muhatabı olan görevlilerden biri. Yani kendisi hakkında yapılan suçlamaların geçerliliğini kendisi tartacak.
Bununla da kalmıyor.
İşkenceyle Engin’in katili olmakla suçlanan jandarma ve infaz memurları açığa alınmadı.
Onlar açığa alınmadan Engin’le aynı koğuşta kalanların tanık olarak ifadesi alındı.
Engin Ceber’in avukatı Taylan Tanay itiraz ediyor: “Çünkü, bir idari soruşturma başlatılsa, işkence sorumlusu olan cezaevi personelinin ve müdürünün açığa alınması gerekirdi. Oysa bu kişiler görev başındayken, tanıkların korkmadan doğruyu seylemesi mümkün değildir. Çünkü kimse infazını yakmak istemeyecek, en azından ‘iyi hal’den erken tahliye şansını kaybetmek istemeyecektir.”
Tanıklardan biri, Engin’in sürekli kustuğunu, sayımda da ayağa kalkamadığını söylemiş. Zorla kaldırıldığında da yere düşmüş. Soğanla ayıltmaya çalışmışlar.
Engin Ceber, bir ardakadaşının polis tarafından vurularak sakat bırakılmasını protesto ederken yakalandı. Gözaltına alındığı İstinye Karakolu’nda dayak yedi. daha sonra götürüldüğü sağlık kontrolünde vücudunda darp izlerine rastlandı.
Tutuklanarak cezaevine kondu. Arkadaşlarıyla birlikte kabul bölümünde jandarmalar tarafından coplarla dövüldü. Daha sonra cezaevinde 15 infaz memuru kapı açmakta kullanılan demir kol, plastik sandalye ve tekme tokatla günler boyunca Engin ve arkadaşlarını dövdü.
Engin, sonunda komaya girerek taşındığı hastanede kurtarılamadı.
Cezaevleri hakkında neler neler yazdık. Bu memlekette hak ihlallerinin en sık yaşandığı yerler, cezaevleri. Millet olarak utanmadan ‘Geceyarısı Ekpresi’ filmi tarafından hakkı yenmiş numarasıyla batıya atıp tutarken cezaevlerinde işkence, dayak ve bin bir çeşit zulüm hüküm sürüyordu.
Polis şiddeti almış yürümüşken İstanbul Emniyet Müdürü Cerrah’ın yeri sarsılacak mı? Hayır. Türkiye Cumhuriyeti devletinin emniyet, dirlik düzenlik, asayiş kavramlarının cisimleşmiş hali olarak bakmak zorundayız bu pos bıyıklı beyefendiye.
Özellikle devletinin örtbas etme refleksinin uçbeyidir kendileri. Nitekim Hrant’ın katledilmesinin üstünden üç gün geçmeden “Örgütle bağlantısı yok, milliyetçi duygularla işlenmiş bir cinayettir” açıklamasıyla olayı çözmüştü bile.
Nitekim Hrant’ın katledilmesi davasının vatansever hakimleri de İstanbul emniyetinin sorgulanmasını gerekçe bile göstermeden gereksiz bulmadı mı?
Vali efendi, İçişleri Bakanı, Adalet Bakanı, Başbakan ve bilumum bakan eşhas, acaba bu yaşananlardan biraz olsun hicap duyuyor mu?
Hayır. Çünkü Engin gibi vurulan arkadaşının hesabını soranları, Meltem gibi gece gezen kızları, Esmeray gibi travestileri, daha nicelerini, daha nicelerini şöyle bir güzel dayaktan geçirmek gerektiği konusunda en ufak bir kuşkuları olduğunu sanmıyorum.
Sadece kimi nefretle eğitilmiş yoksul ve ruhu paralanmış hasta beceriksiz memurun dayağı fazla kaçırıp ölümlere neden olmasından hoşlanmıyorlardır elbet.
Vatandaşlarım, insan kardeşlerim, halkım; gücüm olsa da sizi isyana teşvik edebilsem.
Analar, babalar, kardeşler, arkadaşlar; isyan etmek zorundayız.
Pos bıyıklıların emrinde hayata kast ediyor coplu, apoletli, üniformalı vahşiler.
Ölümden başka gerçeğimiz olmayacak mı?

RADİKAL

YAZIYA YORUM KAT