1. YAZARLAR

  2. Melih Altınok

  3. Ben sana karakol basamazsın demedim…
Melih Altınok

Melih Altınok

Yazarın Tüm Yazıları >

Ben sana karakol basamazsın demedim…

06 Temmuz 2012 Cuma 13:05A+A-

Murat Karayılan PKK üzerine son dönemde yaygın kabul gören analizleri sağ baştan tekzip etmeye başladı.

Önce, Dağlıca Baskını’nın arifesinde Avni Özgürel’e “Artık karakol basmıyoruz” dediği yönündeki iddiaları yalanladı.

Ardından “Silvan Baskını provokasyondur” şeklinde bir beyanatının olmadığını söyledi.

Ve kararlı biçimde vurguladı: “Ben kimseye barış umudu vermedim!” Hiç üzerime alınmıyorum.

Zira, savaşın kirli ortakları bir yana, diyalog zemini açılsın diye kafalarındaki PKK üzerinden analiz yapıp, hareketin şiddetinin karakteristik olduğunu örtüleyen iyi niyetleri dostlarımızın hatasına düşmedim.

Aşağıdaki satırlar, o günlerdeki “PKK ve Kürt sorununu ayıracaksın ki” başlıklı yazımdan:

Darbecilerin “hiyerarşi zincirinde değil, cunta işi canım” savunmalarını akıllara getiren, “Karayılan iyi, çevresindekiler, Feymanlar falan kötü” hikâyesini dillendirmekten sıkılmadınız mı? Örgütü hiç mi tanımıyorsunuz?

Bu organizasyonun da (dağlıca baskının da),Silvan da olduğu gibi, yerel unsurlar, serseri âşıklar tarafından “ateş alma” havasında gerçekleşemeyeceğini, PKK merkezî otoritesinin onayının şart olduğunu göremiyor musunuz?

İlla, saldırı emri verdiği ortaya çıkan Feyman Hüseyin’in rütbesinin onbaşı değil, KCK Yürütme Konseyi ve HPG Komuta Konseyi Üyesi olduğunu hatırlatmamız mı lazım?

Elbette “Haydi Kandil’e bayrak” ya da “Bu yapıyla zinhar görüşülmez” demiyorum. Her zaman olduğu gibi “Kiminle dövüşüyorsan elbette onunla barışacaksın” noktasındayım.

Altını çizdiğim, sorunun taraflarından birinin, tek siyaset yapma aracı silah olanın romantik tasvirinin, onun müzakereye ikna edilmesini zorlaştırdığı ve böylece öne çıkan “tasfiye” argümanının da masadaki ılıman havayı karasallaştırdığı gerçeği.

“Mazlumun” şiddetine açılan bu “kredinin”, tekil olaylara verilen cılız tepkiler dışında sol çevrelerden yapısal bir “azar” işitmeyen PKK’de, “Bomba da yaparım, demokratların gözünde kariyer de” kanaati uyandırması.

Yani “PKK güçlerinin silahlı mücadeledeki azim ve kararlılığının” azıcık olsun sekteye uğratılmaması, dahası güçlendirilmesi.

Evet, “PKK disiplinli ve kontrol altında olan bir harekettir” sözleriyle “Size dikensiz gül bahçesi vaat etmedim” diyen Karayılan haklı. Bu kimilerimizin hüsnü kuruntusuydu.

Tıpkı geçenler de bir televizyon programında, “PKK’yi yıpratarak Kürt sorununu çözemezsiniz” diyen baro başkanının özetinde olduğu gibi, hareketin gerilla savaşından kaynaklanan varoluşunun gerçekliğini manipüle ederek barışa katkı sağlayabilecekleri sanrınsa kapıldılar.

Görmek istemediler, müzakere demek, karşı tarafın şiddet argümanlarını meşrulaştırmak anlamı gelseydi, barış nasıl mümkün olabilirdi ki?

O zaman zaten silahlı mücadelenin haklılığı-meşruluğu kabul edilmiş olur ve bu haklı savaşın bitmesi için değil, sürmesi için çalışmak gerekirdi.

Şiddete son vermek niyetindeki diyalog süreci, tarafların silahı araç olmaktan çıkarma iradesi üzerinde hemfikir olmalarıyla başlar.

Müzakere masasında, kimin kullandığına bakılmaksızın, karakol basmak, adam kaçırmak, sivilleri bombalamak gibi yöntemleri “yıpratmak” da elzemdir. Bu taraflardan birin müzakere ehliyetinin iptali anlamı da gelmez.

Zaten, müzakerenin ana amacı olan ve sonlandırılması talep edilen şiddete yönelik eleştiriler “çözüme zarar veriyor” deniliyorsa da arzu edilen çözüm barış değil bekanın garantilenmesidir. Bu da “koşulsuz silahlar sussun” diyen bizlerin derdi değildir.

Açık konuşalım.

80 yıllık resmi paradigmayı bir kenara koyup Habur ve Oslo’da aldığı risk bizzat PKK çevresinden isimlerce güç gösterisi adına faş edilen bir hükümeti, Kürt sorunundaki küçük adımlarından ötürü eleştirmek maksimalistlik olsa da anlaşılırdır.

Ancak aynı maksimalist tarın, kimilerimizin provokasyon dediği saldırılar için, tepesinden “merkezin iradesindeydi” açıklaması geldiğinde bile PKK’den esirgenmesine, “diyalog protokollerinin sağlığını” gerekçe göstermek iki yüzlülüktür.

PKK’nin açıkça üstlendiği silahlı eylemlere gerekçe bulmayı bırakın. Dahası hiçbir hal ve şartta demokratik haklarının talep edilmesinin silahı meşru kılmayacağını “amasız,” ağız dolusu dillendirin.

PKK’nin Kürt sorununun yegane muhatabı olduğu hatasından yakanızı sıyırın. Böylece Devletin Kürt sorunu için atmakla mükellef olduğu adımları ve boynunun borcu reformları PKK’nin eylemliliklerine endekslenmemesi gerektiğini daha rahat savunabiliriz.

Yoksa devlet kanadında bile diyalog iradesi adına bunca mesafe kat edilmişken o örgütün tepesindeki “en güvercin” çıkar ve sağladığınız meşruiyete dayanıp göğsünü gere gere “Tabii karakol basmayacağımı söylemedim” der.

Siz de çıkıp “Ben sana karakol basamazsın demedim, savaş sonrası iktidardan pay kapma hesaplarını bırakıp müzakereye oturmazsın dedim” diye hatırlatamazsınız.

Hatırlatamazsınız, çünkü organik aydınlıktan sıyrılıp, bir kez olsun kemiksiz barış talebini amasız dillendirmediniz ki.

TARAF

 

YAZIYA YORUM KAT