1. YAZARLAR

  2. ASIM ÖZ

  3. Bahtımca’nın İçinde Neler Var?
ASIM ÖZ

ASIM ÖZ

Yazarın Tüm Yazıları >

Bahtımca’nın İçinde Neler Var?

31 Ağustos 2008 Pazar 11:55A+A-

Bu günün insanları Mustafa İslamoğlu’nu daha çok tefsir sohbetleri ve gazete yazarlığı ile tanıyorlar. Oysa onun pek bilinmeyen yönlerinden biri de Aylık Dergi yazarlarından oluşu yani edebiyatçılığıdır. Uzun zamandır şiir yayınlamayan İslamoğlu’nun şiiri bıraktığına hükmedilebilir mi, bilmiyorum. Doğrusu bundan sonra İslamoğlu’nun şiire esaslı bir dönüş yapacağını sanmıyorum; nedeni elbette yazınsal değil. Başka kanaldan ya da kanallardan yazı evleğini genişleten bir yazarla karşı karşıyayız da ondan. Yani İslamoğlu hiçbir zaman yazarlıktan kop(a)madı, yazmayı her türlü koşulda sürdürdü. Ama öte yandan "Bir şey kalmayacak mı İslamoğlu’ndan ?" sorusuna şu cevabı verebiliriz: “Geçmişten bu güne kurulan anlatı yapısında onun da bir iki taşı vardır, ancak görünmeyen, kimsenin gözüne çarpmayan, ta gerilerde bir taş." İşte bu taşlardan biri de Bahtımca adını taşıyan güncedir. Bir günce denemesi; ama aslında, alıştığımız, bildiğimiz anlamda bir günce de değil.

Mustafa İslamoğlu’nu bilinen türden günce yazarlarından ayırmamız gerekecek Hemen başta şunu söylemem gerekiyor: Bahtımca’yı tür bakımından günce diyebilir miyiz? Bu soruyu hem diyebiliriz, hem de diyemeyiz biçiminde yanıtlamak mümkün. Günce sözcüğünün bütün içerimine sahip olmadığından bu kitaba günce ifadesi tek başına pek anlatamaz gibi geliyor bana. .Başka bir bakışla yaklaştığımızda ise yazarın köken olarak tavrının günceden yana olduğunu ama bunun yanında kısa kısa metinler yazarak türün dışına da adım attığını ifade edebiliriz. İslamoğlu’nun bazı yazılara tarih atmayışının nedeni eğer unutkanlık değilse bu olabilir diye düşünüyorum.  Genelde kopuk kopuk yazmış olmasından kaynaklanan bir sıra gözetmeme hali de görülüyor Bahtımca’da Buradan da yazarın günce tutmak diye temelli bir düşüncesinin olmadığı çıkarsamasını yapabiliriz. Günbegün tutulan bir günce değil bu. Ömrün çeşitli zamanlarında yazarken, okurken, gezerken kurulmuş. Tarihli bir yazı hariç seksenli yılların ilk yarısını kapsayan yazılar demeti içerdiği gözlemler ya da fikirler ile bir genç yazarın yaşam deneyiminin ürünleri.

Zamanı ölçenler yeryüzünün kendi çevresindeki tam dönüşünü gün olarak tanımlıyor. Zamanın su gibi akıp gidişi  içinde günler mevsimlere göre değişir. Güne yansıyan doğa olayları insanı etkiler. Gün öylesine akar gider de insan etkilendiğiyle kalır. Günün içindeki insandır önemli olan. Gün insanla çoğalır. Ne kadar insan varsa o kadar gün vardır. Demek ki, bir günün içinde milyarlarca gün barınmaktadır. Irak’ta işgal altındaki bir insanın günüyle İstanbul'da, bir Boğaziçi yalısında güneşin batışını izleyen adamın günü aynı mıdır? Tekdüze geçtiği sanılan bir günde nice romanlar, nice destanlar yaşanır. Rermarque'ın ünlü romanı ''Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok''ta savaşın bittiği sanılan sessiz bir günde, başıboş bir kurşun, roman kahramanını öldürüvermiştir. Tekdüze geçen bir günde yaşamanın anlamsızlığı da var, coşkusu da. Aynı günde kimi insanın yaşama yolculuğu sona erecek, kimi insan yeni bir yola koyulacaktır. Zamanın insanı yönlendirmesinin korkutuculuğu satır aralarında  işlenir. Vaktin alnının sürekli ak olması gerektiği,  ak bir günde aklanmak için ak bir zaman şahitliğinin gerekliliği vurgulanır “Üç Yüz Altmış Beşte Bir” başlıklı kısa akar yazıda.

Kimi yazar yaşadığı, kimi yazar okuduğu izlenimleri geçirir günlüğüne. Onları okurken o güne kendimizi de katar, öyle bir ortamda yaşadığımızı varsayarız. .Mustafa İslamoğlu 26 yıl önce yaşadığı bir günü (Kasım1982), defterinden çıkarıp Aylık dergide yayımlıyor. Sezai Karakoç’la geçirilmiş bir gündür o! Recep Garip’le ve adı meçhul biriyle  Diriliş’e yani Sezai Karakoç’un evine gittikleri bir günün anısı. Garip, İslamoğlu  ve meçhul asker önce ziyarete gitmeye çekinen bir duraksama içindedir. İslamoğlu ''Diriliş Ustasıyla ' demiş günlüğüne. Şöyle sürdürüyor :''Önünde durduğumuz binanın yukarılarına doğru başımı kaldırıp baktığımda “Diriliş Yayınları” yazılı tabelayı görebiliyordum. Kapalı duran kapıdan önce girme işini Recep Garip’e yükledik. Çekingenliğimizin nedeni, arkadaşlardan birinin bir ara söylediği sözdü.Sezai Ağabey gençlere soğuk davranıyor,  nedense pek ilgilenmek istemiyor” gibi bir şeyler demişti. Somut örnekler de vermişti ardından. Günümüz gençliğini vefasız bulmuştur, diye düşündüm ben de.” Gençlik ve döneminin gençliği başka bir yazıda daha konuk olur Bahtımca’ya.  Haziran 1983 tarihli “Dert Ağlatır” başlıklı yazıdır bu. Burada yazar günümüz gençliğinin eskinin yaşlılarının bile çekmediği acıların hamallığını yaptığına dikkat çeker. Daha sonra kuşaklar arası kopukluklara dikkat çekerek Sezai Karakoç’un tavrını anlamaya çalışır. Geçip giden zaman içinde “her şeye rağmen iyilik gördüğünü hayırla yâdetme”nin yani vefanın önemine yoğunlaşır. Kişiyi tabulaştırarak dokunulmaz ilan etmenin olumsuzluğu ile “hakkı olanın hakkını teslim etmeme” tutumunu bir tutarak eleştirir. Sezai Karakoç’un yaşadığı mekanı örnek olarak verir. Bu örneklik “düşünen adamın çileli hayatını en somut biçimiyle ortaya seren bir tablodur” “Çıplak masada serili yarım parşömen üzerinde, içi beyaz sıvıyla dolu bir bardak (süt olsa gerek) ve çeyrek ekmek” anlatımıyla kişisel betimlemeler, yazı hayatı, Diriliş ve Müslümanlar çevresinde dönen konuşma sürecinde bir buçuk kez dönmüştür yelkovan. Yaşamın akıp gittiği evler ve insanlar da kendine göre bir yaşama serüveni geçiriyor. İslamoğlu’nun Diriliş’ten söz açtığı günlük de yeni bir ortama kapı aralıyor.

Edebiyat ortamındaki birçok deneme yazarı uzun, karmaşık, ağdalı cümlelerle okuru yoruyor, okuma zevkinden uzaklaştırıyor. Deneme yazarı belirli bir konuyu özgün bir değerlendirme ile okurlarıyla paylaşır. İslamoğlu’nun güncesinde yer alan kimi yazılarının tam anlamıyla deneme olduğunu söyleyemeyiz. Bazıları kişisel anılarından yola çıkılarak, bazıları da günce anlayışıyla yazılmış. Böyle olunca da kitabın bütünselliği doyurucu, olgun ve düzeyli oluyor. Deneme/anı/günce üçlüsünün yakın ilişkisiyle ortaya çıkan kitapta yaşantı kadar yazarın şiir zevkine ve anlayışına ilişkin değinmeler de bulmak mümkün. Şiir ve özellikle de Hüznün Gözleri başlığını taşıyan yazı rotasız hüzünlerin tutsağı olan şairler için uyarı tadında bir yazı.

Günübirlik yaşarken günü birlik tutulan notlarla geri dönüşlerle geçmişi de yaşadığımız olur. Eskilerden gelen deneyimlerle tartarız yaşadığımız günü. Yazar bu anlamda yeni bir 'dil' yaratma anlayışına/yeteneğine sahip. Onun cümlelerini okurken adeta yaşıyor gibi duyumsarsanız kendinizi. Bahtımca’da yaşamın özgün renkleri içinde umut, mutluluk, güzellik, iyilik olduğu kadar başka renkler de vardır. Sözgelimi, savaş, bayram, mektup, çocuk ve müzmin yalnızlık gibi. Kişinin yaşamı iniş çıkışlarla doludur. Bu iniş ve çıkışlar bazen ya başlangıçta ya da sonradan 'yalnızlığa' dönüşüverir. İşte bu yalnızlığı Sözcükler ve Güvercinler başlıklı günlüğünde bu durumu “müzmin yalnızlık” olarak niteler yazar. Yalnızlık sıkıntılıdır ama yaratıcı bir sıkıntıdır. Bu bazen edebiyat, bazen de başka bir şey olur.

Kitabın sonunda Cemil Meriç’le ilgili yapılmış ilk derli toplu çalışmalardan biri yer alıyor. Hepsini ilgiyle okuyorsunuz. Zaman içinde hoş ve edebiyat dolu bir yolculuk yaşıyorsunuz. İslamoğlu okurlarına kocaman bir yaşam öyküsünden kesitler sunuyor. Onu daha da yakından tanımak isteyen, yaratıcı tümcelerini bir kez daha okumak isteyen okurları için iyi bir fırsat.

YAZIYA YORUM KAT

4 Yorum