1. YAZARLAR

  2. Salih Tuna

  3. Ayşe Arman gibisin kardeşim!
Salih Tuna

Salih Tuna

Yazarın Tüm Yazıları >

Ayşe Arman gibisin kardeşim!

16 Temmuz 2009 Perşembe 11:35A+A-

Ayşe Arman bacımız nasıl ki bir bu mahallede, bir öteki mahallede arzı endam ediyor; sen de aynı şeyi yapıyorsun Ahmet Hakan kardeşim.

Bir farkla ki…

O kılık kıyafet değiştirerek yapıyor bunu, sen “aklınla, fikrinle.”

O ortamlara akmak için yüzüne “makyaj” yapıyor sen vicdanına.

Nihayetinde…

Bu özellik onu rating zirvesine taşıdı, seni sürgit zirveden indirmiyor.

Bu özellik…

Nerde nasıl duracak bugün, hangi mahallede durup hangi mahalleye çakacak; bir ayağı bu mahallede, diğer ayağı öteki mahallede mi olacak; iki ayağı aynı mahallede, iki gözü karşı mahallede mi kalacak merakına yenik düşen “müşteri”ye hitap ediyor.

Bu “müşteri” de rating demek.

Allah mübarek etsin, gözümüz yok.

Lakin…

Seninki de zor zanaat be kardeşim!

Kolay bir şey mi bir gün Oray Eğin, bir gün Hüseyin Gülerce olmak?

Bazen de, aynı anda ikisini birden olup, Toktamış Ateş kıvamına erişmek…

Kolay bir şey mi?

Senin bu zor zanaatının yanında, Ayşe Arman bacımızın “film icabı” haşema giymesi kaç para?!

Atıf Yılmaz'ın yönettiği, Ayşe Şasa ve Safa Önal'ın senaryosunu yazdığı “Ah Güzel İstanbul” filmini bilir misin güzel kardeşim?

Hani, filmin hemen başında, Sadri Alışık'ın muhabbete başladığı mekânın tabelasında, “Gündüz çorbacı, akşam meyhane” yazısı kadrajı kaplamıştı.

Vaktiyle böyle çok yönlü hizmet veren mekânlar vardı demek ki.

Salah Birsel üstadımız aramızda olsaydı, işin aslını astarını tatlı tatlı anlatırdı.

Şükür ki şükür, Engin Ardıç yaşıyor.

Bir yerlerde rastlarsan sor da, bi zahmet anlatsın sana.

Hayır, ben merak etmiyorum.

Zaten böyle “dekoratif” meraklarım hiç olmadı.

İlk gençliğim Trabzon'da geçtiği halde, Sümela Manastırı'na bile bir kez olsun dönüp bakmadım diyeyim de, gerisini sen anla.

Uzun lafın kısası:

Halini, ahvalini, ilmihalini o mekânın tabelasındaki yazıya benzeteceğim de, belki “mekânı” mufassal merak edersin diye, naçizane yol göstermeye çalıştım.

Yoksa…

Tabeladaki yazı işimi görüyor, “mekân” bana gerekmez.

Demem o ki; gündüz çorbacı akşam meyhane gibisin kardeşim!

Bazen de gündüzlerin gecelerine karışıyor ve ikisini birden oluyorsun ki, işte o fena!

Mesela, Emin Çölaşan'ın “Sakıncalı Gazeteci” kitabında(sayfa 167- 168) anlattığı şekilde, şarap niyetine kola içmen, aynı anda hem çorbacı, hem meyhaneci olmak zorunda kaldığının trajikomik bir örneği.

Hazır yeri gelmişken sorayım:

Ahmet Arsan aklı sıra “bu mahalleden” gözlemlerini aktarıyor da, sen niçin “o mahalleden” aktarmıyorsun?

Bu mahalledeki en entipüften mevzular Ahmet Arsan'ın kalemine düşüyor da, masasına oturduğun “Emin Abi”nin, Afrika'ya keşfe çıkmış bir oryantalist edasıyla, bir Sherlock Holmes merakıyla ne içtiğini “sorgulaması” niçin senin kalemine düşmüyor?

Her Allah'ın günü karşılaştığından adım gibi emin olduğum bu “Emin Abi”lerin, bu köylü tecessüsünü niye hiç yazmıyorsun?..

Ayşe Arman gibisin kardeşim!

Yok, yok; bu ifadenin çağrışımına kaptırıp da, Nazım gibi, “Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani” demeyeceğim.

Lakin az tuhaf da değilsin hani.

Tamam, o şiirde bahsi geçen koyun gibi değilsin.

Gelgelelim “Komplekse falan kapılmadan, Deniz Baykal gibi tavır koyarım…” demekle, (farkında olmadan da olsa) alayımızı koyun yerine koyup sürüyorsun “salhaneye.”

Çünkü darbecilerin önünü tıkayan yasaya tavır koymak, hini hacette başka anlam taşımaz.

Yani güzel kardeşim, nasıl başarabiliyorsun bilemem, ama, bir ordasın bir burada!

Bir demokratlığa soyunuyorsun, bir “darbesevicilerin” avukatlığına!

Bilirsin; Necip Fazıl üstadımız bu oynaklığa, “Fikrin fahişesi” derdi.

Şunca yıllık dostluğumuzun hatırına böyle bir ifadeyi asla yakıştıramam sana.

Çakal da diyemem ama…

Biz de koyun değiliz ha!

YENİ ŞAFAK

YAZIYA YORUM KAT