1. YAZARLAR

  2. Nuray Mert

  3. ‘Aydınlar’ın beyaz atlı prensi
Nuray Mert

Nuray Mert

Yazarın Tüm Yazıları >

‘Aydınlar’ın beyaz atlı prensi

04 Aralık 2008 Perşembe 11:09A+A-

Geçen hafta Kahire'deydim, dönünce biraz Ortadoğu yazayım istiyordum ama fırsat olmadı, Türkiye gündemi nefes aldırmıyor. Çarşaflı CHP'lisiyle, Diyarbakır'ı kimin alacağıyla, yerel seçim tartışmalarının her birinin ucu Türkiye'nin bir büyük meselesine çıkıyor. Bu arada, epeydir gündemde olan 'aydınlar-AKP' gerilimi mevzusu tartışmaların merkezindeki yerini koruyor. Malum o konunun ucu da 'demokrasi', bu durumda önemi inkâr edilir gibi değil.
Başından beri, bu konuya bir ucundan değinmek istiyorum, ama açıkçası biraz çekiniyorum.
Malum, bizim 'aydınlar' fazla 'hassas' insanlar. Öyle olunca, bugünlerde çok eleştirdikleri Başbakan gibi, kolayca öfkeye kapılabiliyorlar. Evet, kızdıklarını, Başbakan gibi meydanlarda asıp kesmeye kalkmıyorlar, zaten meydanlara çıksalar dinleyecek 100 kişi bulmaları epey zor. Bu durumda, köşelerin her birinde engizisyonlar kuruluyor,
o engizisyonlardan, en iyi ihtimalle 'demokrasi düşmanı' çıkmak işten bile değil. Duymak istemediği şeyi söyleyeni sindirmek çabası, bu topraklarda, zannedildiği gibi sadece devlet refleksi değil. 
Konunun esasına dönersek, anladığımız kadarıyla, büyük Türk aydınları, başından AKP'ye kredi açmışlar, onu demokratik dinamik olarak tanıyıp desteklemişler ama AKP fos çıkmış. Aslında buraya kadar garipsenecek bir şey yok. Doğrusu, AKP veya hiçbir kitle partisi veya politik çevre dört dörtlük demokrat olmak durumunda değil, ama mevcut sistemle sorunlu toplumsal talepleri temsil etmeye soyunduğu sürece demokratik bir dinamiği temsil eder. Toplumlar da zaten tek tek veya kitle halinde, herkesin demokrasi havarisi kesilmesiyle değil, farklı toplumsal/siyasal taleplerin sistemlerin dar kalıplarını zorlamasıyla demokratikleşir.
Ama bundan sonra, işler çetrefilleşiyor, zira, bizim meşhur 'aydınlar' yakın zamana kadar, AKP'ye bu sınırlar içinde bakmak yerine, vekâleten 'demokratik devrim komitesi' muamalesi yaptılar. Ellerindeki demokrasi reçetesini, bu partinin koşullar ne olursa olsun uygulamasını beklediler. Şimdi, AKP, hak etmediği kadar destek karşılığı, hak etmediği oranda eleştirilir oldu.
Hak etmediği kadar eleştiriliyor, dememin nedeni AKP'nin gidişatını çok beğendiğimden değil. Ama takdir edersiniz ki, Kürt meselesi, laiklik sorunu ve nihayet ekonomik krizle, Türkiye'nin içinde bulunduğu yönetilebilirlik krizi, hiçbir siyasi parti veya çevrenin kolay kolay baş edemeyeceği, seçim stratejisi belirleyemeyeceği kadar ağır.
Bu durumda, sırtında güncel siyasetin yükü olmayan aydınlar, 'dogmatik demokrat'lık yerine, önce ciddi bir durum değerlendirmesine girişseler daha anlamlı olurdu diye düşünüyorum.
Diğer taraftan, şu 'aydınlar' unvanıyla siyasi ağırlık koyma iddiasında olanların, neden ve nasıl toplumun demokrasi taleplerinin sesi olma tekeline sahip çıktığını sormanın zamanı çoktan geldi. Kimse alınmasın, kendimi de katıyorum. Bu memlekette heralde okuyup yazan, ülkesi için kaygılanan insanlar, sadece belli başlı köşelere yerleşmiş, TV tartışmalarının baş konukları arasına girmişlerden ibaret değil. Bu insanlar hiç hak etmeden, aydın diye tebarüz etmiş demiyorum, ama bu durumu fazla ciddiye almak ayıp oluyor. Bence de, demokrasi oy sayısından ibaret değil, bence de, iktidar partisinin bunu aşan bir demokrasi özeni olmalı, bence de memleketin okur yazarını dikkate almalı. Ama mesele bu toplum üzerine düşünen veya bir şey söyleyenler ise, sendikacısını, meslek örgütünü, kıyı köşede kalan yerel kanallarda, gazetelerde bir şeyler söyleyeni de dinlesin. Aydınların derdi, toplumsal talepleri seslendirmekse, parasız eğitim talep eden öğrenci, sendika hakkı için direnen işçiye kulak vermeyince AKP-aydınlar demokrasi paktı nedense bozulmuyor, en azından bu denli sarsılmıyor.
Dahası işler sarpa sardıkça, bizim aydınlar iyiden iyiye beyaz atlı prensini bekleyen genç kızlara (daha kötüsü buhranlı kadınlara) benziyorlar. Öyle olunca, mesele sadece AKP'nin kof çıkması değil, platonik aşklarının hepsi hayal kırıklığına mahkûm.
Evet, 'aydınlar'ı, hayatı, toplumu olduğu gibi kabul etmek yerine onu daha iyi bir şeyler adına dönüştürmek gibi bir derdi olan insanlar diye tanımlıyoruz. Ama burada çok ince, çok önemli bir eşik var, bir ideale yürümek değil, bir hayale sığınmak söz konusu olduğunda çok şey değişiyor. İdeal adına dönüştürülmeye çalışılan toplumun yerini, onunla konuşmanın, boğuşmanın yerini, hayalle ikâme edilen, öfke duyulan toplum alıyor. Konuyu bu yönde derinleştirmekte de fayda var, ama uzatmayalım. Yine de unutmayalım, beyaz atlı prens bekleyen kadınlar da, gerçek hayatı ve tabii gerçek erkekleri reddeden ve nihayet sevemeyenlerdir. Mutsuzluklarının nedeni önce kendileriyken, hep başkalarını suçlarlar.

RADİKAL

YAZIYA YORUM KAT

2 Yorum