1. YAZARLAR

  2. MURAT AYDOĞDU

  3. Aydınlanma Ancak Maruf İle Mümkün
MURAT AYDOĞDU

MURAT AYDOĞDU

Yazarın Tüm Yazıları >

Aydınlanma Ancak Maruf İle Mümkün

30 Ekim 2012 Salı 18:38A+A-

Hayalleri Öldüren Aydınlanma

“Aydınlanma, insanları korkudan kurtarmayı ve insanlara egemenliklerini tesis etmeyi dünyanın esrardan arındırılmasını mitlerin kaybolması ve hayallerin yerine bilginin geçirilmesidir.” Adorno ve Horkheimer

Küçüklüğümde bir belgesel film seyrederken arkasından ne geleceğini büyük bir merakla beklerdim. Filmin ilgili sahneleri gelmeden önce hayal eder ve bilmediğim bir şeyin esrarını öğrenmenin hazzını duyardım.

Çocuk saflığının kendine has güvenceleri vardı. Çocukluğun merak duygularının en zirvede olduğu dönemlerde bile kimse ve her şey hakkında egemenlik kurma diye bir derdim yoktu. Belki de bu nedenle korkmadığım, bilinmezliğin korkusunu bile korkunun gerekliliği üzerinden algıladığımdan “Korku”nun korkulacak bir şey olmadığını bile düşündüğüm olmuştu. Hatta korkuların beni Aileme ya da arkadaşlarıma yaklaştırıyor, bu şekilde içe kapanık ve bireysellik bataklığından kurtarıyordu.

Şimdi “Allah var, sorun yok” inanç temeli, bu güvenceleri bana hala veriyor. Ama artık bir belgesel seyrederken, neredeyse tamamını bildiğim senaryolar bilginin merak, hayal ve esrarı öldürüşünün ağırlığı altında eski tat kayboldu. Bu bir yana, içimde hayal etmemi benden çaldıkları hissi var.

İlerlemenin ya da İlerleme İllüzyonunun tıkanmışlığı mı bunda etkili?

Hiç sanmıyorum doğanın enginliğinde keşfedecek o kadar şey varken, aynı şeyleri tekrarlamanın banalliği ya da bilgiyi hayatın merkezine oturtmanın yanlışlığı olsa gerek.

Batı aydınlanması en sonunda Tarihin Sonu tezlerine gelecek kadar her şeyi çözdüğünü sandı. Kendini merkeze oturtmak yetmemiş kendisi ile son kemale ermişlik sarhoşluğu ile kendisinin tarihin çöp tenekesine giden yolu da göremedi.

“Cehennemin dehşetini en iyi sanat perdeler” Baudelaire’in “Kahramanca Bir Ölüm” şiirindeki soytarı, Parisian Prowler

Şimdi, sanat eserlerinde hayalleri canlandıracak yeni bir şeyler bulabilir miyim?

Ama aynı paradigmanın her şeyi ve her yeri kuşatmışlığından sanatta payını almış.

Leonardo’nun “İsa’nın Son Akşam Yemeği” tablosundaki gizem’in nasılda zamanla kayıplara karıştığı gözümün önünden geçiyor. Aydınlanma’nın iğdiş ettiği bir tablo ile Pierre Auguste Renoir’in “balo” tablosundaki burjuva kültürünün savruk, müsrif ve elitist şatafatlı tablosu gözlerimi tırmalıyor. Bendeki hayal kırıklığının yansıması olacak bir sonraki tarih diliminin, Pablo Picasso’nun kübik ve ucubik tabloları isyan ediyor. Ve en nihayetinde Mario Suarez’in Sürrealist tablosu ile gerçek üstü hayalleri tekrar canlandırma çabasına saygı duyuyorum. Hala Batı kültürü içerisinde bu gidişin kibrine direnen ve kendini sanat alanında da protesto eden bir sürrealist damar var.

Ama-oysa gerçekten kaçmak mıdır, hayalleri tekrar canlandırmanın yolu?

Hayalleri öldürdüğü gibi ideolojileri, felsefeleri, siyaseti ve hatta inançları da öldüren, ruhunu boşaltıp, kuru bir balçığa çeviren nesnelleşme; Aydınlanmanın da öncesinde ve Batı Aydınlanmasının da dışında, İnsanlık tarihinin bütün dönemlerinde kadim bir problem olarak duruyor.

Aynı çöküşü ne kadim medeniyetler tatmadı ki?

Örf’ten Arketip’e Sistem ve Terör

Aydınlanma denilen kıyamet, Batı’yı tarumar etti. Şimdi acaba durağanlığımıza bir çözüm müdür diyerek bize bulaşıyor. Bir çok kimse inkar etse de “Tecdid, Öze Dönüş, Uyanış” gibi kamufle isimlerin içerisinde saklanıyor.

Ali Şeriati’nin ya da Seyid Kutub’un takipçisi iddiasındaki birçok kimsenin geçmişlerinden kopmayala sonuçlanan, Örf’den uzaklaşan külütrsüzleşme marhalelerini ibretle seyrediyoruz.

Sonra, sonrası malum zemini kaymış, salatını bırakmış, kişiliğindeki parçalanmalar içerisinde terörize olmuş marjinal kişilikler ve akımlar türüyor.

Öfke ve çatışma kültürü bu kendi Aydınlanmalarının ürünü müdür?

Araf’ta dur ve geçmişten geleceğe bir bak. Karanlıklardan aydınlığa uzanan yol, tam da önünde duruyor.

Arifler’in apaydınlık bir görüşe sahip olup, insanları ve daha önemlisi kendilerini tanıyacak bir basirete sahip olduklarını hatırla.

Maruf olmayan Örf olmaz.

Maruf, iyiliği tarif’tir (tanımaktır).

Esatir’i Evvelin, bir örnek ve tecrübe sundukları oranda Örf’e dönüşürler. Ama Arketip olarak şablona dönüşüp, zamanla da rol kesmeye dönüştükçe, örnekliklerini yitirir, tecrübe olmaktan çıkarlar.

Örf ilga olduğunda, Maruf bulandığında, tarifsiz kalan bireylerde ve toplumda Terör vücut bulur ve bu müstehaktır.

“Allah salih kullarını, dünyadayken tanıttığı cennete sokacaktır.”

47 Muhammed 6

“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz.

İyiliği emreder, kötülüğü yasaklarsınız.

Allah'a iman edersiniz.

Kitap ehli de iman etseydi kendileri için iyi olurdu.

Onlardan mümin olanlar vardır.

Fakat çoğunluğu fasıktır.”

3 Ali İmran 110

Vaat Edilmiş Aydınlık

“Allah, size melekleriyle nimetlerini bahşeder ki sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarsın.” 33 Ahzab 43

Örf, toplumun bünyesinde oluşmuş değerler sistemi olup o toplumu ayakta tutan temellerdir.

Yazılı olmayan, toplumun yapıtaşları olan bu örfi zemin aslında yazılı yasa ve kanunlarında temeli olması gerekirken, örfleri tadil etmek ve ayıklamak yerine onunla çelişmeye başlarsa baskıcı bir kimliğe dönüşür.

Kur’an’da başta aile hukuku olmak üzere birçok uygulama var olan Örfi hukukun onaylanması, yani süregelenin maruf’a döndürülüp ıslah edilmesi ile oluşmuştur.

Türkiye’de, sadece bağlamından koparılmış örfi uygulamaları aslına döndürmek yerine, toplumla çatışan baskıcı uygulamaların sıkıntısı değil, değişen, çözülen ve yerine maruf olanın ikame edilmediği toplumsal çözülme sıkıntısı da yaşamaktadır.

Arketip’e dönüşmüş örfün tadili yerine inkârı ile oluşmuş çakma Batıcılık, nihayetinde kendi Arketipini oluşturur. Öyle ki bir dönem tahfife aldığı dini kaide, kural ve ibadet formlarına karşı kendi seramonileri, törenleri, bürokrasisi komediye dönüşen bir maymunluk haline gelir. Necip Fazıl’ın dediği gibi;

“Ah, küçük hokkabazlık, sefil aynalı dolap;
Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılap.”

“Bir kurbağaya gerçek güzelin, ne olduğunu sorduğunuzda; “Küçük kafasından fırlamış iki patlak gözü, yassı ve geniş suratı, sarı karnı, esmer sırtı ile dişisi olduğunu söyleyecektir.”  Voltaire, Felsefe sözlüğü.

Kurbağa iseniz sizin güzel’iniz bu’dur, maymun iseniz de taklit ettiğiniz şey’dir.

Elçi İbrahim bizim için Örf’ümüzün örnekliğidir, Yahudilik içinse Abraham bir arketip’tir.

Ali bizim için Allah Elçisinin arkadaşı ve ailesinin bir parçasıdır, Gulat taraftarları içinse bir arketip’tir.

Yüzyılımızın başında biz örfümüzü arketip’e çevirmiştik. Sekülerler, bunu tamamen kestiler, ama kendileri zaten baştan arketiptiler.

“Erdem, bir gelenek tarafından taşınan uygarlığa ait tüm değerlerin oluşturduğu ‘ideolojik’ giysileri parçalayıp çıplak bir şekilde doğanın kucağına kendini bırakıvermekten ibarettir.” J.J Rousseau

“Terör’ün başlıca sebebi, Rousseau’nun tasarladığı şekliyle kendilerini mevcut toplumsal kimlikten soyutlanmış addeden bireylerin iktidarı ele geçirmesidir.” Hegel

Şimdi bize bu terör’ün ilacının rejimin kanunları olduğunu söylüyorlar. En az onun kadar absürd bir halde uyanışın toplumla tümden çatışan Jakoben Müslümanları da izliyoruz. Kendi geleneğimizden çırılçıplak ortaya atıldık ve şimdi bir çocuk “kral çıplak” dediğinde; Sekülerizmin ideolojik ve sahte giysilerinin, arkasında sistemin çıplaklığını görüp gülüyoruz.  Gülüp durduğumuz bu şey, aslında toplum ile rejimin arasındaki çelişkinin oluşturduğu terör’dür. Zira rejim tepeden aşağıya toplumu (istediği gibi olmasa da) çözerek terörize etmiştir. Toplumun geleneklerinde var olan, belli belirsiz aketiplere dönüşse de özünde derinlere kadar işlemiş Örfi kalıntılar buna direniyor. Kendisini topyekûn reddeden türedi post-modernistleri kendi dışına iterek, ıslah edilmeyi bekleyen bir ruh haliyle direniyor.

Gerek gözünü Batı’ya dönmüşler, gerekse Toplum Fıtratı ile çatışanlar; vaat olunan başınıza gelene kadar oyalanıp durun, biz ise bize vaat olunana yöneldik.

“Ardı ardına örfle gönderilenler,

Şiddetle esip,

Neşredip yayanlar.

Sonra seçip ayıranlar.

Özür ya da uyarma olarak,

Bir öğüt bırakanlara.

Andolsun ki; Vaad olunan muhakkak olacaktır.”

77 Mürselat 1-7

“Hiç şüphesiz, size vadedilen mutlaka gelecektir.

Ve siz aciz bırakacak değilsiniz.

Bütün kuvvetinizle yapacağınızı yapın.

Biz de vazifemizi yapıyoruz.”

6 Enam 134-135

“Sizden; hayra çağıran, marufu emreden ve münkerden sakındıran bir topluluk bulunsun.

Kurtuluşa erenler işte bunlardır.”

3 Ali İmran 104

Örf’ten Marufu seçip Arifane öğüt olarak alanlardan, olmak duası ile,

YAZIYA YORUM KAT