1. YAZARLAR

  2. Mihdi Perinçek

  3. Akşam göğündeki harika ışık oyunları
Mihdi Perinçek

Mihdi Perinçek

Yazarın Tüm Yazıları >

Akşam göğündeki harika ışık oyunları

03 Ağustos 2009 Pazartesi 05:06A+A-

Kürt sorununda gelinen aşamada, çözüm dilinin geliştiğini, barış ikliminin oluştuğunu, niyetlerin olsa ete kemiğe büründüğünü, silah, şiddet ve savaş yönteminin arka plana düştüğünü görüyoruz...

Teşbihte hata olmaz. Kürt sorununun çözüm istenci veya ‘Kürt açılımı’, ‘yalancıktan sobe’ yaklaşımı ile karşılanamayacak kadar yakıcı ve yaşamsal hale gelmiştir.

Çocukluk oyunları unutulmazlar. Saflık ve dürüstlük üzerine inşa edilmişler. Olur ya, birisi oyunbozanlık yaparsa, çocuklar onu oyundan atmaya çalışır. Bu oyundan atma bir cezalandırmadır.

Bilinen en önemli çocuk oyunu saklambaçtır. Hemen hemen dünyanın bütün çocukları bilir ve kendi akranları ile oynarlar. Ancak, ara sıra yaşça büyük olanlar da dahil olur oyuna. Ve ‘yalancıktan’ sobeleri de hep saflık ve dürüstlükten uzaklaşan bu büyükler(?) yaparlar. Görmeden ‘gördüm’ diyerek diğer oyuncuların yerlerinden ayrılmasını sağlamaya çalışırlar.

Geçmiş altı ay içinde yaşanan gelişmeler Türkiye’de bir barış iklimi oluşturdu. Bu iklimi önemsemeliyiz, devam etmesi için de çaba göstermeliyiz. ‘Özenli’ açıklamaları ile dikkat çeken, muhafazakâr kesimden bir ‘idealist’ olan İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın son basın toplantısında söylediklerini de bu kapsamda değerlendirmek gerekir.

‘Yalancıktan sobe’

Tüm bunlara rağmen, Kürt sorununun çözümü veya ‘Kürt açılımı’ndaki hali hazır durum biraz saklambaç oyuna benziyor galiba. Ancak, ‘yalancıktan sobe’ yi de gözeten, çağrıştıran ve ihtiva eden ‘Kürt açılımları’ndan alabildiğine uzak durmak gerekir. Karar mekanizmasında yer alan kişiler, ilk önce duygudaşlık yaparak sanki bir Kürt ya da Fırat’ın doğu yakasında yaşayan bir insanmış gibi düşünmeyle başlayabilir. Kürt nedir? Kürt’ler neler yaşadı?

Niçin Yaşadı? Bunları yaşayanlar ne ister? Bu istekler-talepler meşru, insani ve ahlaki değil mi? sorularına ön yargıdan uzaklaşarak cevap verildiğinde çözümün kolaylaşacağını empati yapanlar dahi görecektir.

1990 yılından bu yana, en azından insani, meşru, ahlaki ve vicdani zeminde çözüm olanağı üç defa yakalandı. Birincisi, ‘provokasyonlar’ ve Cumhurbaşkanı Özal’ın ‘şaibeli-şüpheli’ ölümü ile 1993 yılında sekteye uğratıldı. İkincisi, 2000 yılında, PKK silahlı militanlarını Türkiye’nin sınırları dışına çıkarırken oluştu. Devlet ‘atalet’i tercih ettiği için heba edildi.

Üçüncüsü ve en önemli zemin bugün oluşmuştur. Umutlanan birey ve kesimlerin sayısı hayli kabarıktır. Aynı zamanda, bu kesimler büyük bir umudun içine de girmiştir. Büyük umutlarda meydana gelen ‘kırılmalar’ın derin yarıklara, derin kopmalara ve onarılmaz yaralara yol açtığını hafızamızın en ön yerinde tutmalıyız. ‘Büyük umut kırıklığı’nın yaşanması halinde sorunun ne yöne evirileceğini kimse kestiremez. Yeni mecradaki akışı önlemek alabildiğine zorlaşır, hatta imkânsız hale gelebilir. Ve insanların, toplumların bilinenleri bilinmezlere tercih etmesi en iyi, en faydalı ve makul olanıdır.

Gelinen aşamaya baktığımızda çözüm dilinin geliştiğini, barış ikliminin oluştuğunu, niyetlerin yavaş da olsa ete kemiğe büründüğünü, çözüm için silah, şiddet ve savaş yönteminin ikincil plana düştüğünü, sınır değişmezliğinin genel kabul gördüğünü görüyoruz.

Talepler

Ayrıca, bu sürece engel olabilecek bir kısım dinamik derdest edildi, etkisiz hale getirildi. İkircikli olanlar zımnen de olsa kabul eder noktaya geldi. Direnmekte ısrar edenlerin bastığı zemin gayri meşru hale gelmiştir.

İrade dışı ‘yalancı sobe’nin gerekçeleri tükenmiştir. Eğer, buna rağmen yine ‘yalancıktan sobe’ yaşanırsa bu iradi bir tercih olacaktır.

Kürtlerin kendilerini ifade etme, örgütlenme ve kendilerini yönetme gibi sorun ve talepleri vardır. Onarıcı adalet sürecinin etkin bir biçimde işletilmesini istiyorlar. Bunlar meşru, vicdani, ahlaki ve insanı taleplerdir. Bundan sonraki süreç bunları esas almak zorundadır.

Zehir saçan organını tavsiye edilen mesafede tuttuğumuz sürece canavarın bize bir şey yapamayacağı gibi, ‘Savaş Tanrısı’nın arzusu olan silah, çatışma ve operasyonlardan uzak durursak; yaratmanın şehvetinden kor kızıllığa bürünen güneşin akşam göğünde yarattığı harika ışık oyunlarının renkleriyle buluşuruz.

Sizce de, bundan daha ‘güzel’ bir şey var mı?

RADİKAL

YAZIYA YORUM KAT