1. YAZARLAR

  2. Nazan Bekiroğlu

  3. Suriye albümü
Nazan Bekiroğlu

Nazan Bekiroğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Suriye albümü

14 Ağustos 2011 Pazar 00:55A+A-

Bu kanlı kaftan babadan oğula kalmasa, Asi nehri bir daha kan ve ceset akmasa, ölü bedenler böyle konuşmasa Suriye albümümü yeniden açmazdım. Avucumda geçmez iki akçayla aynı yolun üzerinde bir daha yürümez, bahtsız şehir Hama'ya bir daha uğramazdım.

Ama açıyorum albümün kapağını. Halep'ten Ölü Deniz'e, resimler orada birikmiş duruyor. Şurası Halep şehri. Şu Halep kalesi. Şu da Bimarhane. Şurada Şam Çarşısı, Emeviye Camii, Muhyiddin İbn Arabi Türbesi. Halid bin Velid'in kabri, Hamidiye, Hicaz demiryolunun istasyon binası. Bilâl-i Habeşi'nin, Cafer-i Tayyar'ın türbeleri, sahabe kabirleri, Kerbelâ şehitleri. Suriye peygamberler, veliler, şehitler ülkesi. Şurada ülkedeki bütün ırmakların aksi yönde aktığı için Asi ismiyle tesmiye olunan nehrin kıyısında kurulmuş, bir adı da Medinet'ün Nevair (Su Dolaplarının Şehri) olan Hama kenti. Nehrin üzerinde çok içli bir iniltiyle biteviye dönüp duran, "Calap Calap inileyen" su dolapları var.

Geçen yıl Hama'dan geçerken rehberimiz susmuştu. "Burada çok önceleri çok şey oldu, çok", diyebilmişti sadece, neredeyse otuz yıl önceki meşum olayları ima ederek. Ama gençliğinde tanık olduğu o "çok şeyi" fazla deşmek istememiş, o kanlı hatırayı mahşere havale etmişti. Sözün gerisini getirmeyip manayı sükûta emanet etmişti. Geçip gitmiştik Hama'dan.

Yolumuzun sonunda Ölü Deniz var. Menzil öyle. Ama Ölü Deniz'e varmadan önce, Ürdün sınırına çok yakın bir yerde antik Busra şehrini ziyaret ediyoruz. Burada da üst üste yığılmış medeniyet katmanları var ve Busra'nın, katmanlarından birinde, Hıristiyan zamanları ve Rahip Bahira'nın meşhur manastırı var. Akşam iyice yaklaşmışken giriyoruz Busra'ya. Gölgeler iyice uzamış. Sıcak hafiflemiş, hava lâtifleşmiş. Ortalıkta hiç kimseler yok. Manastırın demir parmaklıklı bir kapısı var, sonradan koyulmuş bir şey. Güneş sırt hizamızdan battı batacak. İki elimle paslı parmaklıklara sarılıyorum, manastırın içine, demir parmaklıkların gölgesiyle birlikte toprak zemine düşen gölgeme bakıyorum. Aşikâr, dünya zindanındayım. Rüzgâr pür-şefkat, okşuyor. Konuşuyor.

Rahip Bahira manastırının kubbesi çökük, kapısı emanet olsa da yer bu yer, dem o dem. Hz Peygamber henüz bir çocukken buradan mı geçti? Kervan burada mı eğleşti? Başının üzerinde bütün şehri serinliğe boğan rahmet bulutuyla burada mı konakladı? Gözleri bu göklere mi değdi? Bu kapıdan mı içeri davet edildi? Bu gökler, bu toprak, bu taş duvarlar onu gördü demek ki. Rahip Bahira manastırının yıkık kubbesinden göklerin mavisine gölge düşüren kararmış Roma sütunlarına bakınca zamanın sadece ileri değil geriye doğru da gittiğini anlıyorum, adı Mim ile başlayan elçi, antik dünyanın da peygamberidir. Çünkü orası Lut gölü, tuzu da suyu da yolcunun sırt çantasında her adımda ağırlaşan Ölü Deniz; burası Mesra. İbrahimi zamanlardayız, zaman yok burada.

Busra Roma'dan önce, Nabatilerin başkenti olan antik bir şehir. Nabatiler kim? Tarihte ne kadar çok kavim var. Bir isimden ibaret kalan ya da ismi bile hatırlanmayan ne kadar çok şehir var. Yitik şehirler bunlar. En güçlü olanından geriye, kalırsa, dağılmış sütunlar, göçük kemerler, çökmüş kubbeler, yabani otların bürüdüğü basamaklar, kararmış taşlar kalıyor.

Taşlarının kararmışlığına aldanma. Emsallerine bakılırsa kuru gül renginde kurulmuş sağlam şehirlerdi bunlar. Ve onlara hiçbir şey olmayacağını sanıyordular. Ama rüzgâr savurmasın diye kayalara oyulmuş şehirleri de sarsacak bir ses elbet bulunur. Helâk, her zaman rüzgâr biçiminde gelmez ki. Vakti gelmişse eğer, hiç beklemedikleri zamanda yani hiç yok olmayacaklarını zannettikleri anda, "Haberiniz olsun" ki, bir ses gelir onları bulur. İşte o zaman "güpegündüz ya da uykuda, azap ansızın gelip çattığında hakikaten zalimlerden olduklarını fark etseler de" artık bir şey değişmez. Kendileri gider geriye şehirleri kalır. Ve mademki üzerinde seyrettiğim geminin lüksüne rağmen aklım kıyılardan el sallayan çocukların yoksulluğundadır. Ah Nehir! Ben bir şey anlatmadım, gördüğüm aklımda, aklım Hama'nın dertli dolabındadır.

ZAMAN 

YAZIYA YORUM KAT