1. YAZARLAR

  2. Cengiz Çandar

  3. Provokasyon tuzağında hükümet-BDP dansı
Cengiz Çandar

Cengiz Çandar

Yazarın Tüm Yazıları >

Provokasyon tuzağında hükümet-BDP dansı

18 Eylül 2010 Cumartesi 13:57A+A-

Hakkâri’nin Peyanis Köyü’nde 9 kişi yol kenarına konulan mayının patlatılmasıyla minibüsün mayının üzerinden geçmesi değil!- öldürülüyor. Cenaze töreninde olaylar çıkıyor. Olaylar, Hakkâri’ye sıçrıyor. Cenazeden dönenler polisle çatışıyor. Bir araba havaya uçuruluyor, 7’si polis, 10 kişi yaralanıyor.
Başbakan, ağır bir dille BDP’yi ve tabii olayın sorumlusu olarak ilan edilen PKK’yı suçluyor. BDP, Hakkâri’deki olayın ‘derin devlet operasyonu’ olduğunu söyleyerek hükümete yükleniyor. Bu arada, Hakkâri’deki patlama olmasaymış, BDP eş genel başkanlarının, Devlet Bakanı Cemil Çiçek ile Adalet Bakanı
Sadullah Ergin’le görüşeceklerini ve olay üzerine randevunun iptal edildiğini öğreniyoruz.
Bu arada, bir JİTEM operasyonu olduğu buram buram tütmeye başlayan Dörtyol olaylarının sorumluluğunu üstlenmekte hiçbir beis görmeyen PKK, Hakkâri’nin Peyanis Köyü’ndeki saldırının sorumluluğunu üstlenmeyi kesin bir dille reddediyor.
Diyarbakır STK temsilcilerinin, içlerinde Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un; bu arada Hakkâri, Batman ve Mardin’den temsilcilerin de yer aldığı, Cumhurbaşkanı ve Başbakan’la 20 Eylül’den sonra ellerin tetikten çekilmesi için yaptıkları girişim ve görüşme talebi askıda sallanıyor.
Bu karambol ve toz bulutu arasından bakıldığında ne görülüyor?
Neye bakıp, neyi anlamalıyız?
Hakkâri’deki kanlı saldırının kimin eseri olduğunu öğrenmemiz sonucu değiştiriyor mu? Ya da kimin eseriyse, saldırıya ne ve nasıl bir teşhis konulması gerektiği fark edecek mi?
Olay, 12 Eylül referandumunun ürettiği olumlu siyasi iklimi zehirleyen ve bas bas “Ben provokasyonum” diye haykıran bir kan banyosu.
İster PKK’nın bazı unsurları, ister ‘devlet içi çeteler’ ya da artık basmakalıplaşmış etiketiyle ‘Ergenekoncular’ yapmış olsun; Kürt sorununun serinkanlı biçimde ele alınmasına engel olan bir ‘provokasyon’ olduğu besbelli.
***
Öyle bir ‘provokasyon’ ki, ilk kurbanını da başarıyla verdi:
Hükümet ile BDP arasında görüşmelerin başlaması.
Bir yıl önce, Başbakan’ın o sırada DTP Genel Başkanı Ahmet Türk’le 2007 seçimlerinden beri ilk kez yapacağı görüşme, ‘Çukurca mayınları’ tarafından havaya uçmuş, ‘açılım’ sonrasına kadar gerçekleşmemişti. ‘Çukurca mayınları’nın asker
tarafından döşendiği daha sonra
ortaya çıktı ve beyhude yere diyalog için gerekli zaman yitirildi.
Bu son ‘Hakkâri mayınları’nın kimin eseri olduğu da kafa karıştırıyor. Saldırıda 9 insanının can verdiği Peyanis Köyü, ‘boykotçular’dan. Cenazeleri, hükümet aleyhinde gösteriye dönüşüverdi. O bölge, Türkiye’de PKK-BDP hattının en sağlam tabanı. Hükümetse PKK’yı ‘vatandaşlarımızı öldürmekle’ suçluyor.
PKK yapmış olabilir mi?
Olabilir de olmayabilir de. Sonuç olarak ortada istediği sonuçları veren bir ‘provokasyon’ var.
En hızlı sonuç şu: Başbakan’ın dili BDP’ye karşı daha da keskinleşirken, BDP de yangına körükle giden bir dille yakın gelecekte soruna ‘meşru muhatap’ olma şansını adeta kendi eliyle ortadan kaldırır bir tutum içinde.
Bu gibi durumlarda, duruma mesafe alıp, sağduyuyu öne çıkararak yaklaşmak, “ne Ali’ye, ne Veli’ye yaranamamak” gibi bir tehlike içerir ama başka çaremiz de yok. ‘Provokasyon’u boşa çıkarmak için hükümetin de bu arada BDP’nin de alması gereken tavırlar, atması gereken adımlar var.
Hükümet, BDP ile randevu iptal edeceğine, inadına görüşme sürecini açmak ve başlatmak zorunda.
Dikkat: BDP diyoruz. Çünkü, BDP, ‘seçilmişler’i ifade ediyor.
TBMM’de temsil ediliyor. ‘Boykot’
ile Güneydoğu’da belirli bir ‘temsil gücü’ olduğunu da kanıtladı.
BDP’nin PKK ile bilinen ‘organik’ ilişkilerinin altını özellikle çizmek ve bir türlü ‘ergenleşemediği’ni gösterir şekilde, ortaya koyduğu sürekli ‘siyasi taktik’ yanlışlıkları öne çıkararak, BDP’ye ‘sistemin reddettiği’ üvey evlat muamelesi yapmak, Türkiye’ye ne kazandıracak?
BDP’nin kendi kendine ‘sorunun tarafı’ olmaktan çıkıp, ‘çözümün parçası’ haline gelmesini beklerseniz, çok beklersiniz. Hakkâri-Yüksekova hattındaki ve bölgenin herhangi bir yerinde, herhangi bir anda ortaya konacak ‘provokasyonlar’ın bir ‘kısır döngü’ oluşturacağı ve BDP’yi ‘çözümün parçası’ haline getirmeyip ‘sorunun tarafı’ olmaya daha da iteceğini hükümet göremiyor mu?
BDP, ‘sorunun tarafı’ haline geldikçe, pek az olan rolü daha da azalıyor ve sorunun gerçek tarafı olarak PKK, ister istemez öne çıkıyor.
BDP, madem ki ‘temsil gücü’ olan ve sistemin ‘meşru kalıpları’ içinde yer alan bir kuruluş, o takdirde onu ‘çözümün parçası’ haline dönüştürecek adımları atma sorumluluğunu da hükümet gereğinde bağrına taş basarak- yüklenmek durumunda.
En azından, bunu yapmamasının ‘alternatif maliyeti’ daha yüksek
olduğu için.
***
BDP’ye gelince, tüm politikasını, dilini ve söylemini gözden geçirmesi gereken bir kavşağa geldi, dayandı. Referandum sonucu ve Hakkâri’deki gelişmelerin ardından ‘Kürt siyasi hareketi’ ince bir noktada.
Ya, kendisini Türkiye’nin tümünü yalayan değişim dalgasından kendini ayırarak “Biz, bu değişimin özerkleşme ya da bağımsız devlet kurma yönünde bize ne sağladığına bakarız. Bu konuda bize ekmek yoksa, biz de yokuz” diyecek veya ‘Kürt sorunu’ olarak ülke gündeminde bulunan sorunun, demokratik bir Türkiye yapısı içinde nasıl çözülebileceğini, bu konuda tavır sahibi olan Türklerle ve kamu otoritesiyle tartışma yoluna gidecek.
Referanduma beş kala ‘demokratik özerklik’ adında içi doldurulamamış bir slogan ile referandumdan 24 saat sonra ‘ana dilde eğitim hakkı’ gibi gayet meşru bir talep için, Güneydoğu’da beş gün okul boykotu ilan etmek gibi tavırlarla siyaset yapılmaz.
Hükümet, görüşme randevusunu iptal etmiş olsa bile -ki, bunu eleştiriyoruz- gelecek randevuları imkânsız kılacak bir ‘kutuplaşma söylemi’yle Türkiye siyasetinde yol alınmaz.
BDP’nin ikilemi, PKK ile ‘inter-aktif’ bir ilişkiye sahip olduğunu hâlâ anlayamamasında. BDP, kendisini ‘çözümün parçası’ gibi sunacak siyasi pozisyonlara yöneltmez, ‘tırmanacak çatışma’nın bir tarafı olarak bunun sözcülüğü ile yetinecekse, o zaman, ona hiç ihtiyaç kalmaz. Çatışmanın tarafı olarak zaten PKK var.
Türkiye’nin 20 Eylül sonrasına doğru art arda tezgâhlanan
‘provokasyon’lar sonucu varacağı
yerden, ülkenin tümü elbette büyük zarar görür ama BDP, tüm
‘boykot başarısı’na rağmen, bunun altından kalkamaz.
Gün, güçlü bir şekilde ‘provokasyonlar’a karşı çıkmak, her ne pahasına olursa olsun ellerin ‘tetikten çekilmesi’ni istemek ve konuşmak ve tartışmak için, kapıları açmak için yüklenmek günüdür...

RADİKAL

YAZIYA YORUM KAT