1. YAZARLAR

  2. Osman Nuri Özyurt

  3. Şiddet Devletin Mayasında

Osman Nuri Özyurt

Yazarın Tüm Yazıları >

Şiddet Devletin Mayasında

Nisan 2005A+A-

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü nedeniyle, Türkiye'nin değişik şehirlerinde etkinlikler düzenlendi. İstanbul Beyazıt Meydanı'nda ve Saraçhane Parkı'nda basın açıklaması yapmak isteyen gruplara ise polis sert bir şekilde müdahale etti. Yere düşmüş kadınların kafasına copla ve tekmeyle vurmaya devam eden polis görüntüleri 6 Mart akşamı TV ekranlarına yansıdı. Artık bu ülke insanı için sıradanlaşan ve medyada da fazla yer almayan bu tür görüntüler, ertesi gün AB yetkililerinin sert tepkisi ile birlikte gündemin ilk sırasına oturdu.

Başbakan R. Tayyip Erdoğan önce göstericileri sonra da medyayı suçladı. Dayak görüntülerini yayınlayan TV'leri eleştirerek; "Bizi Avrupa'ya ihbar ettiniz." dedi. Gösterilerin 8 Mart'ta değil 6 Mart'ta yapıldığını hatırlatarak provokasyon olduğunu iddia etti. İstanbul Valisi Muammer Güler de benzer açıklamalar yaptı. Hatta, olaya biraz daha "mağdurlar" pozisyonundan bakması beklenen İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Mehmet Elkatmış bile göstericileri suçlayıcı açıklamalarda bulundu.

Aslında olup bitenler bu ülke yöneticileri için pek de anormal sayılabilecek tutumlar değildi. Göstericiler eylem yapmaya kalkışınca polis müdahale eder, biber gazı, göz yaşartıcı bomba, cop, tekme tokat ile kadın-erkek, küçük-büyük, yaşlı-genç demeden kırıp geçirir, polis vatan kurtaran kahraman edasıyla kışlasına dönerken, gözaltına alınmaktan kurtulabilmiş eylemciler de yaralarını sarmak üzere evlerinin yolunu tutarlardı. Yani göstericiler "huzursuzluk", "kargaşa", "nifak" çıkarmaya çalışır, emniyet yetkilileri de "gereği"ni yapardı. Fakat ne zamanki AB devreye girip "Gördüklerimiz karşısında şok olduk!" açıklamasında bulundu ve kınama kararı aldı, o saat işler sarpa sarmaya başladı! Bir çok kişi ve kurum, göstericilerin vahşice dövülme görüntülerine ancak AB kınamasından sonra tepki verdi. Demek ki AB olmasa bir çok kişi için bu sahnelerin yaşanmasının bir sakıncası olmayacak, ses çıkarmak gerekmeyecekti.

Başbakan'ın konuya dair yaklaşımı ise gerçekten garipliklerle dolu. En az beş defa eylemin 8 Mart'ta değil de 6 Mart'ta yapılmasına dikkat çekmek ihtiyacı hissetti. Oysa bunda bir bit yeniği aramak çok lüzumsuz. 8 Mart'ın hafta içine denk gelmesinden dolayı insanların tatil günü olan Pazar günü bu etkinliği gerçekleştirmek istemesinden daha doğal ne olabilirdi ki? Devletin 23 Nisan, 29 Ekim gibi günleri bir hafta öncesinden kutlamaya başlamasında bir anormallik olmuyor da başkaları iki gün öncesinden kutlamaya başlayınca niçin sorun teşkil edip bit yeniği aranıyor?

Başbakan'ın diğer bir açıklaması da; bu tür görüntülerin Avrupa'da da görülmesi, yani Batı ülkelerinin polisleri de zaman zaman bu şekilde davranıyorlar mazereti! Bu tür görüntüler, bu tür davranışlar nerede olursa olsun olmaması gereken, kınanması gereken davranışlardır. Batı'da polisin aşırı güç kullanması buradaki emniyet için meşruiyet kaynağı olamaz. Yanlış her yerde yanlıştır, yaralanmış yerde yatan kadın göstericiye uygulanan şiddetin hiçbir mazereti olamaz. Başbakan, sadece polisin değil, bu ülkenin tüm vatandaşlarının başbakanı olduğunu unutuyor olsa gerek.

Konu ile ilgili, Başbakan'ın bir diğer beyanatı da; "Özgürlüklerin de bir sınırı vardır!" açıklaması oldu. Böyle bir beyanat için "talihsiz bir açıklama olmuş" mu demeliyiz yoksa "3 Kasım öncesi vaat edilen özgürlüklerin sınırı buraya kadarmış" mı demeliyiz, bunu da Başbakan'ın insan haklarından sorumlu danışmanlarına sormak gerekir herhalde. Yerde yatan kadının suratına tekme atan polisi savunan Başbakan'ın insan hakları ve özgürlükler söylemini söylemden öteye taşımak konusunda inandırıcı olabilmesi kolay görünmüyor.

 Valilik ve Emniyet'in gösteriye müdahale gerekçesi olarak; "Yolu araç trafiğine kapatmışlardı." açıklamaları ise herhalde fazla düşünülmeden yapılmış bir açıklama olsa gerek. Zira televizyon ekranlarına yansıyan dayak görüntüleri trafiğe zaten kapalı olan Beyazıt Meydanı'nda yaşandı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü, açıklamasının devamında ise; göstericilerin tamamına yakınının illegal silahlı örgütlerin legal uzantıları olduğunu vurguluyordu. Yani "Bu insanların aslında hepsi birer terörist, siz öyle masum göründüklerine, kadın olduklarına bakmayın!" denmek isteniyor. Balık baştan kokar misali polisler de bu ruh haliyle hareket edip, kalabalığı dağıtmaktan çok yakaladıkları insanlara linç girişiminde bulunuyorlar.

Olaylarla ilgili İçişleri Bakanlığı polisler hakkında soruşturma açtı. Soruşturma sonunda "Amacını aşan şekilde davrandıkları gerekçesiyle" İstanbul Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü'nde görevli 6 polis memurunu açığa aldı. Büyük bir ihtimalle bundan fazla bir şey de çıkmaz. Tabii göstericilerin yargılanması ve belki de ceza alması ihtimali de dayak olayının seyrini etkileyecektir. 

Polis "İslamcı" Eylemcilere Toleranslı mı Yaklaşıyor?

Yine aynı günlere denk gelen bir başka olayda Emine Erdoğan'ın katıldığı bir programda sol ve İslami görüşe sahip iki farklı grubun protestosuna güvenlik görevlilerin müdahalesi sonrası basın, "Güvenlik görevlileri türbanlılara toleranslı yaklaşıyor." iddiasında bulundu. Medya buradan hareketle Beyazıt Meydanı'ndaki polisin sert müdahalesine de gönderme yapıp "İslamcılara iltimas"ta ısrar etti. Böyle bir şeyin doğru olup olmadığı, polisin hangi dönem kime nasıl davrandığı tartışmasını bir kenarda tutup, konuyu gündeme getiren basın yayın organlarına şunu sormak gerekiyor: Adalet, her gruba sert davranmayı mı gerektiriyor? Basının yaklaşımı; maalesef  "Her gruba karşı yumuşak ol" değil "Birine sert davrandın madem, diğerine de aynı muamelede bulun!" şeklinde tezahür ediyor. Bu spekülasyonlara vereceğimiz cevap ise ancak şu olabilir: Bizler insanız ve insan gibi muamele görmek isteriz, kimseden ayrıcalık istemiyoruz, polisin copunu da hiç kimsenin hak ettiğine inanmıyoruz.

Öte yandan "İslamcı" eylemcilerin polisten esneklik ve müsamaha gördüğü iddiasını yalanlayan, boşa çıkartan pek çok olay göstermek mümkün. İmam hatip önlerinde ellerinde sopalarla öğrencileri kovalayan polis görüntüleri henüz hafızalarımızda çok taze. Bununla birlikte genel olarak "İslamcı" eylemcilerin diğer muhalif eylemcilerle tavır farklılığı içinde olduğunu görmezden gelmek de hiç iyi niyetli bir çabanın ürünü olmasa gerek. "İslamcı" eylemciler polisle çok fazla karşı karşıya gelmiyorlarsa, bu durum polisin müsamahasından değil, "İslamcı" eylemcilerin tarz olarak polisle çatışmayı tercih etmemelerinden kaynaklanmaktadır. Halka ulaştırılması gereken mesaj ve etki açısından kırıp döken, gereksiz yere didişen, çatışan bir görüntü içinde olmamak "İslamcı" eylemcilerin dikkat ettiği bir tutumdur ve bu yüzden de genelde çatışma ve şiddet görüntüleri bu tutumun neticesi olarak yaşanmamaktadır.

Sisteme muhalif olan örgütlerin yapmış oldukları eylemlere büyük bir hınçla saldıran devlet bu alışkanlığından, bu yanlış davranışından vazgeçmek zorundadır. İnsanların en doğal ve en temel haklarından olan kutlama, sevinme, tepki gösterme etkinliklerine, düşman askerlerine saldırır gibi müdahale etme alışkanlığından bir türlü vazgeçmeyen devlet uygulamaları artık son bulmalı. AB'ye girebilmek için adeta gece gündüz çalışan AK Parti hükümeti, Meclis'ten yasa çıkarmayla her şeyin hallolmadığını bir kez daha görmüş olsa gerek. Bir savaş suçlusunu teslim etmediği için Hırvatistan'la başlayacak müzakereleri rafa kaldırmayı göze alan AB, Türkiye ile, uygulanmayan yasaları gerekçe gösterip masaya oturmaktan haydi haydi vazgeçer. O zaman da kimsenin AB'yi suçlamaya hakkı olmasa gerekir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR