1. YAZARLAR

  2. Murat Özer

  3. Beşşar Babasının Yolunda, Ya Müslümanlar?

Beşşar Babasının Yolunda, Ya Müslümanlar?

Mayıs 2011A+A-

Şubat ayı “şehitler ayı” olarak bilinir. Müslümanlar, yıllar boyu, şubat ayında şehitler gecesi kutladılar. Bosna, Çeçenistan ve Afganistan bugünlerde tekrar gündeme gelir, şehitler anılır; kimi zaman Şeyh Said’den az da olsa bahsedilir ve Türkiye özeline de projektör tutulmaya çalışılırdı. Ölümün soğuk yüzü, şehitlerin taptaze kanlarından ya da diyarların uzaklığından çok da anlaşılmazdı. Sayıları az da olsa, Selami Yurdan gibi ocağına ateş düşmüş şehitlerin aileleri dışında belki de hiçbirimiz, bedenleri ateş topuna çeviren bir ölüm şeklinin ne olduğunu pek anlamazdık. Halepçe ve Hama katliamları için yazdığımız şiirlerden, makalelerden büyük bir arşiv yapabilirdik. Fakat iki aydır Suriye’de yaşadığımız manzara karşısında öyle görünüyor ki, bu acıyı ve öfkeyi ne gerçekte yüreğimizde tam olarak yaşamışız ne de bu bize bir siyasi bilinç aşılamış.

Suriye’de her şey, tıpkı Mısır, Tunus ve Libya’da olduğu gibi aynı gerekçeler öne sürülerek başladı. Siyasi reformların yapılması, siyasi tutsakların serbest bırakılması, İhvan-ı Müslimin hareketine yönelik yasağın kaldırılması gibi talepler diğer ülkelerdeki taleplerle neredeyse aynıydı. Sadece eylemlerin başladığı tarih diğerlerinden farklıydı: Suriye halkı Esed rejimine karşı direnişe başlamak için Hama katliamının yıldönümünü seçmişti. 1982 Şubatında Hama’da 12 bin şehit veren ve hâlâ yaklaşık 20 bin evladından haber bile alamayan Suriye halkının Esed diktasına karşı başkaldırısını bu tarihte başlatmasının böylesi sembolik bir anlamı da bulunuyor.

Suriye’de İntifadanın Başlaması Anlık Bir Reflekse Dayanmıyor!

Suriye’de sadece reform talebiyle başlayan, fakat rejime bağlı silahlı güçlerin ve çetelerin sert müdahalesi sonunda “rejime karşı bir başkaldırıya dönüşen” eylemlerin fitili, İsrail işgali altındaki Golan Tepeleri’nin eteklerindeki Der’a şehrinde yakıldı. Der’alı küçük yaştaki çocukların duvarlara -Esed’i kastederek- “Doktor sıra sana gelecek!” şeklinde yazılar yazmaları nedeniyle gözaltına alınıp, işkenceden geçirilmeleri üzerine başlayan gösterilerde onlarca kişi yaşamını yitirdi. Buna rağmen Der’a halkının başkaldırısı bastırılamadı. Çocukların serbest bırakılması için arabulucu olan aşiret liderlerinin de tutuklanması ve işkence görmesi ise bardağı taşıran son damla olmuştu.

Ertesi Cuma, eylemler, Humus ve Banyas başta olmak üzere Şam’ın kenar mahallesi olan Duma’ya ve tüm Suriye’ye yayıldı. Artık eylemcilerin ortak sloganı vardı: Halk rejimin düşmesini istiyor! Cuma namazları sonrasında başlayan ve giderek artan tansiyon 25 Nisan sabahı Suriye tanklarının ve Mahir Esed’e bağlı 3 bin silahlı milisin Der’a’yı kuşatmasıyla yeni bir evreye girdi. Der’a’dan günlerdir neredeyse hiçbir görüntünün ulaşmaması ise şehirde Hama benzeri bir katliam yaşandığı endişelerini artırıyor. Eylemlerin başlamasından bugüne kadar şehit sayısı 850’yi bulmuş durumda.

Suriye’nin dünyanın gündemine gelmesiyle birlikte, yakın geçmişte yaşanan katliamlara dair görüntüler de medyaya ulaşmaya başladı. Bu görüntülerden şüphesiz en çarpıcı olanı, şu anda Der’a’da operasyon yürüten Mahir Esed’e bağlı birliklerin 2008 yılında bir hapishanede yaptıkları katliamın görüntüleri. Gardiyanların Kur’an’a hakaret etmeleri üzerine başlayan cezaevi isyanını korkunç bir şekilde bastıran Mahir Esed’in görüntülerinin de yer aldığı videolarda; parçalanmış vücutlar, kesilmiş kafa ve bacaklar insanın kanını dondururken, Esed’in büyük bir soğukkanlılıkla görüntüleri cep telefonuna kaydetmesi, bu katillerin nasıl bir psikolojiye sahip olduklarını da ortaya koyuyor. Aslında bu durum Suriye’deki Baas rejiminin kanlı yüzünü ortaya koyduğu gibi, sistemin nasıl bir ideolojik arka plana sahip olduğunu da anlamamıza kolaylık sağlamaktadır.

Suriye’de Hâkim Olan Anlayış Baas İdeolojisi midir?

Baas ideolojisi 1940’larda Suriyeli bir Hıristiyan olan Mişel Eflak tarafından oluşturuldu. Üç temel sloganı vardı: Vahda, Hurriye, İştirakiyye! Yani; Birlik, Özgürlük ve Sosyalizm! 1970’te Hafız Esed’in iktidara gelmesiyle resmen Suriye’nin tek hâkimi olan Baas ideolojisi, Suriye’de kurulduysa da gerçek etkisini Irak’ta göstermişti. 1968 yılında Irak’ta bir darbeyle iktidara gelen Baas rejimi, Suriye’den farklı olarak “bir ideolojik hareket olma vasfını” sürdürmüştür.

Saddam Hüseyin’in iktidara gelmesiyle birlikte bu ideoloji, Arap halklarının birliğini savunan, Filistin mücadelesini önceleyen, İran-Irak Savaşıyla birlikte ise İran karşısında “Sünnilerin hamisi” rolüne büründüğü için daha fazla İslami öğeleri barındıran bir yöne kaymıştı. 1991’de başlayan Körfez Savaşıyla birlikte ise Irak Baas’ı sosyalizm yerine “İslami kavram ve öğeleri” öne çıkaran bir ideolojik harekete dönüşmüştü. Irak’ın işgali ve Saddam Hüseyin’in idamı sonrasında ise tüm beklentilerin aksine yok olmadı; Saddam yönetimi döneminde Irak Devleti 2. Başkanı sıfatı taşıyan İzzet İbrahim ed-Duri liderliğinde hâlâ da Irak’ta etkinliğini sürdürüyor. Irak’ta ABD’ye karşı yürütülen mücadelede öne çıkan bazı direniş örgütleri bizzat Duri’nin liderliğinde hareket ediyorlar. Irak Baas’ı ülke içindeki İslami hareketlere yönelik vahşi bir baskı politikası izlediyse de özellikle Filistin mücadelesi konusunda görece daha samimi davranmıştır. Filistinli mültecilerin İslam dünyasında en rahat yaşadığı yer, Irak’ın işgaline kadar hep Irak olmuştur.

Daha 1960’larda Irak Baas’ıyla yollarını ayıran ve İran-Irak savaşında İran’ın yanında yer alarak Irak’la tüm ilişkilerini kesen Suriye Baas’ı ideolojik bir hareket olmaktan çok baba Esed’le başlayıp Beşşar Esed’le devam eden bir aile oligarşisi görünümü vermektedir. Öyle ki, 15 farklı istihbarat örgütü olduğu tahmin edilen Suriye’de her bir örgütün başında Esed ailesinden birisi bulunmaktadır. Aynı zamanda Suriye’nin mali kaynakları da ailenin fertleri arasında bölüşülmüş durumdadır. Suriye rejimini ayakta tutan şey bir ideolojik birliktelikten çok, tek ve güçlü bir ailenin çıkar birliğidir. Bu ailenin, Nusayri (Alevi) kökenli olmasının ise bu yönüyle hiçbir değeri yoktur.

Alevilik vurgusu, Esed rejimini eleştiren Müslümanlar için ayrıştırıcı bir öğeyi öne çıkartmak açısından anlamlı olsa da rejim açısından o kadar da önemli değildir. Suriye rejimi sanılanın aksine gücünü Alevi azınlıktan değil, saltanatını kaybetmemek için her türlü şiddeti meşru gören Esed ailesinden ve bu ailenin beslediği ister Alevi, ister Sünni olsun menfaatperest kişi ve ailelerden almaktadır.

İran-Suriye İlişkilerini Mezhep Birlikteliği Olarak Görmek Yanılgıdır!

Esed rejiminin Şiilikle ilişkisi ise mezhebî bir yakınlaşmadan ziyade, İran’la kurduğu siyasi ilişkileri bağlamında değerlendirilmelidir. İran’ın Lübnan üzerindeki nüfuzunu artırmak maksadıyla yürüttüğü siyaset, Suriye’nin Lübnan siyasetiyle örtüştüğü için bir stratejik işbirliği olarak okunmalıdır. Esed rejiminin, Irak Baas’ıyla sürdürdüğü kavga ve İran-Irak savaşında Suriye’nin İran yanında yer almasıyla birlikte bu işbirliği daha da derinleşmiştir. Fakat Alevi-Şii yakınlaşması sadece stratejik bir ilişki olarak da görülmemelidir. Suriye’de Müslüman Kardeşler’in 1973 yılında kabul edilen anayasadaki “İslam Devleti” ifadesinin silinmesine yönelik muhalefetine karşı, Esed’in imdadına Musa Sadr yetişmiştir. Mervan Hadid’in çağrısıyla başlayan silahlı isyan, anayasaya “Devlet başkanının dini İslam’dır!” ifadesinin konulmasıyla çözülmüş görünürken, Sünnilerin Nusayrileri İslam dairesinde görmemesiyle yeniden alevlenince Lübnan’daki Yüksek Şii Konseyi Başkanı Musa Sadr, “Aleviliğin İslam’ın bir kolu” olduğuna dair verdiği fetvayla Hafız Esed’in otoritesini meşrulaştırmıştı.

Hama katliamı esnasında, Suriye yönetimine tepki vermeyen İran’a karşı Müslüman Kardeşler’in muhalefetinin ve Said Havva’nın İmam Humeyni karşıtı risalesinin arka planında böyle bir tarihî gerçek vardır. Bugün İran’ın Suriye rejiminin yanında yer alması, muhalefeti de İsrail ajanı olmakla suçlaması bu stratejik ittifakın bir sonucu olarak görülmelidir.

Esed Rejimi Filistinlilerin Dostu mu?

Hafız Esed, Filistin mücadelesi konusunda daima ikircikli bir politika izledi. Filistinli örgütler ile Hıristiyan Marunîler arasında patlak veren Lübnan iç savaşında, Hıristiyanların yanında yer aldı. Esed, Filistinlilerin değil de Lübnanlı Hıristiyanların safında savaşa girmesini, İsrail’in Lübnan’a saldırmasının gerekçelerinin ortadan kalkacağıyla izah ediyordu. Çünkü Filistinlilerin gücünün kırılmasıyla Lübnan’daki statüko korunmuş olacaktı. Lübnan iç savaşında 150 bin civarında insan öldü. Suriye’nin Lübnan’dan askerlerini çekmesi için ise daha uzun yıllar gerekecekti. Esed rejimi, İsrail saldırılarından Arapları korumak için Lübnan’da Filistinli direnişçilerin öldürülmesi gerektiğine hükmetmişti!

Aslında Filistinlilere yönelik bu tutum oğul Esed döneminde de devam etti. Lübnan’daki Filistin mülteci kampı Nehru’l Berid’e yönelik, Hariri destekli Lübnan ordusunun saldırısına Suriye yaptığı operasyonlarla destek verdi. Kampta direnen Fethu’l İslam örgütünün lideri Şakir el-Absi uzun yıllar Suriye’de yaşamıştı.

Beşşar Esed’in, WikiLeaks belgelerine yansıdığı şekilde, Hamas için ABD’li diplomatlarla yaptığı görüşmede “kurtulmak istedikleri pahalı bir misafir” ifadesini kullandığı unutulmamalıdır. Suriye rejiminin İsrail düşmanlığının ise bir göz boyama olduğu aşikârdır. Bu durum, İsrail gazetelerinde alaya alınacak kadar ortaya serilmiştir. İsrail gazetesi Haaretz, İsrail halkının Suriye rejiminin duacısı olduğunu belirttiği ironi yüklü makalede, İsrail’in çıkarları gereği Esed’e ihtiyaç duyduğu vurgulanıyor. Hatta daha da ileri giderek, Esed için “İsrail’in meleği” ifadesini kullanıyordu. Gazetenin en çarpıcı ifadesi ise bir hakikate işaret ediyor: “Palavradan Tel Aviv düşmanlığı yapan Suriye rejimi, İsrail 1973 yılında sınırdaki Golan Tepeleri’ni ele geçirdiğinden beri kısık bir ses bile çıkarmadı.

Hiçbir Siyasi Gerekçe Müslümanların Kanının Dökülmesini Meşru Gösteremez!

Suriye rejimi de tüm diğer ulus devletler gibi ülke içindeki otoritesini meşrulaştırmak için bir dış düşmana ihtiyaç duymaktadır. Esed rejiminin dış tehdit algısında öne sürdüğü devlet ise şüphesiz İsrail. Bu tehdit her ne kadar gerçekçi bir tehdit ise de Suriye’nin kırk yıldır İsrail’e karşı en ufak bir tehdit oluşturmadığı açıktır. Binlerce silahlı gücünü Der’a’ya yığan bir rejimin işgal altındaki Golan’ı geri almak için çaba sarf etmek bir yana, İsrail’in ülke sınırlarına girip, nükleer tesis bahanesiyle topraklarını bombalamasına da sessiz kalmıştır. İsrail karşısında böylesi acziyet sergileyen bir devletin, intifadanın yanında yer almasının pratikte ne karşılığı olabilir?

Ne yazık ki, siyasi ilişkilerin, ulusal çıkarların ümmetin maslahatına tercih edilmesi yanılgısına Hizbullah da düşmüş görünüyor. Eylemlerin tırmanışa geçtiği ve Suriye rejiminin katliama başladığı bir dönemde Hizbullah milletvekili Nawwaf Musawi, AFP’ye 18 Nisan’da yaptığı açıklamada “Bugün bizler, Suriye liderine destek veriyoruz. Suriye rejimine baskı oluşturmaya çalışanları reddediyoruz. Eylemler, direnişi ortadan kaldırmak için üretilmiş bir komplodur.” diyebilmiştir. Suriye’de Hizbullah milisleri ve İran devrim muhafızlarının eylemlere müdahale ettiği yönündeki haberler, bizce tamamen asparagas olsa da mezhep fitnesini alevlendirmek isteyenlerin ekmeğine yağ sürmektedir. Nitekim Ürdün’de, Suriye direnişi yanlısı gösterilerde Hizbullah ve İran karşıtı sloganları atılması da gerilimin tırmanacağının işareti olarak görülmelidir.

Bu komployu bozmak her şeyden önce Hizbullah ve İran’ın elindedir. Irak işgali sonrasında yaşanan mezhep savaşının etkisinin hâlâ yoğun olarak hissedildiği bir ortamda, Hizbullah’ın Esed rejimine karşı, hiç olmazsa “insan hakları” bağlamında bir eleştiri getirmesi tansiyonu düşürebilir. İran ise hem Hizbullah’tan hem de Hamas’tan bu konuda daha rahat hareket edebilecek durumdadır. İran’ın Hama’da olduğu gibi sükûneti tercih etmesi durumunda ise parçalanmış ümmet yapımızda yeni gedikler açılacaktır. 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR