1. YAZARLAR

  2. Bünyamin Esen

  3. Batı'nın İslam Korkusu ve Marmara Depreminin Türk Dış Politikasına Etkileri

Batı'nın İslam Korkusu ve Marmara Depreminin Türk Dış Politikasına Etkileri

Eylül 1999A+A-

GİRİŞ

Devlet Yıkıntılar Altında:

17 Ağustos günü Marmara'yı sallayan deprem sonrası yurtiçinden ve yurtdışından bölgeye önemli yardım akışı oluştu. Deprem gecesi devlet, valileri ile bile irtibat kuramayan, bırakınız acil yardım sevkiyatını olayın büyüklüğünü kestirmekten bile aciz bir görüntü sergilerken uluslararası camia çoktan hadisenin vahametini kavramış, birçok ülke kurtarma ekipleri ve beraberlerinde yardım malzemeleri ile TC'nin yardım talep etmesi halinde yola çıkmaya hazır bekliyordu. Örnek olarak Rusya büyükelçisi Alexander Lebedev depremi henüz üzerinden 15 dakika geçmişken Moskova'ya haber verir ve gece boyunca haberleşirlerken, Demirel deprem günü ancak öğleye doğru bir açıklama yapabilecek ve devletin gece 4 saat boyunca bölgedeki valisiyle bile haberleşemediğini söyleyecekti. Aynı şekilde birçok dünya ülkesi arama-kurtarma ekiplerini çoktan hazırlamış ve yola çıkarmışken Dışişleri Bakanlığı ancak depremin üzerinden tam 6 saat geçtikten sonra gündüz saat 9.00 sularında uluslararası yardım çağrısında bulunabildi. Amerika'nın etkin gazetelerinden Washington Post bu durumu "Ankara bölgeye iki gün ulaşamadı" diye ifade ederek, "Hükümetin bürokratik engeller nedeniyle dış yardımların ve kurtarma ekiplerinin acil müdahalesini de engellediğini" de ekledi.

DIŞ YARDIMLAR:

Yıkıntıların altında kalan bir zırva: "Türk 'ün Türk 'ten başka dostu yoktur."

Deprem sonrası tam 81 ülke Türkiye'deki depremzedelere yardımda bulundu. Kuveyt'ten Makedonya'ya, Sudan'dan Japonya'ya kadar neredeyse dünya haritası. Afetin büyüklüğü göz önüne alınınca bu kadar yoğun bir ilginin oluşması gayet doğal. Ne var ki ülkelerin kısmen kendi kamuoylarında girdikleri insani baskı, kısmense devletlerin karşılıklı diplomatik ilişkileri dolayısıyla girdikleri bu yardım atmosferini Türkiye kamuoyu büyük bir şaşkınlıkla karşıladı. Medyada kimi kalemler "Vay be, bizi de adam yerine koyan varmış" türünden şaşkınlık geçirirken, kimi de "Türk'e Türk'ten başka dost yok" beyin yıkamalarının hala etkisinden kurtulamamış bir şekilde "Teşekkürler yabancı" türünden manşetler attılar. Resmi ideolojinin halka giydirdiği at gözlüğünün 45 saniyelik bir deprem sonrası sarsıldığına şahit olduk.

Türkiye'de egemen ideolojinin kendi bekası uğruna halkın zihnini bulandırmakta olduğu ve insanları hayali düşmanlarla korkutarak adam etmeye çalıştığı bir kez daha ortaya çıktı. İlkokuldan itibaren halka ilk öğretilenler "Türk" oldukları, sınırları bilmem kaç km. tutan bu haritanın "vatan "ları olduğuydu. Hem sonra "Türk'e Türk'ten başka dost yok"tu, "dört tarafı düşmanlarla çevrili"ydi bu cennet vatanın . "Büyük devlerimiz bize bu vatanı bahşetmeseydi ya ne yapardı insanlar, onun için devlete itaat edilmeliydi. "Devlet baba" anlayışıyla da desteklenen bu ideolojik tortu, devletin sorgulanmaması için kullanılıyordu. Düşmanlar varoldukça halkı koruyan "Devlet baba" da bekasını sürdürmeye devam ederdi. Dolayısıyla ne kadar çok düşman olursa, ne kadar çok dalaş çıkarsa; bu, devletin bekasının o kadar uzun olacağı anlamına gelirdi. Bu anlayışı yazar Etyen Mahçupyan şöyle tanımlıyor: "Türkiye'de devlet barışçı bir dünyadan da, başkalarıyla mukayese edilmekten de fazla hazzetmiyor. Barışçı bir dünyanın 'dış düşman' kavramını törpüleyerek, devletin tekelci yapısını sorguya açacağı hissediliyor. Böyle bir dünyada devletin toplumu bilinmez tehlikelerden koruma ihtiyacı azalacağı için, denetim dışı kalabilen bir yönetim mekanizmasını sürdürmek de güçleşecek. Mukayeseler ise 'güçlü devlet' imajının temelsizliğini açığa çıkararak, topluma uygulanan ideolojik kuşatmayı anlamsız kılıyor."

Oysa Türkiye'ye yardım yapan ülkeler arasında "milli düşman"lar bile gözüküyordu. Türkiye medyasının yardımına en çok şaşırdığı ülke Yunanistan, en çok sempati duyduğu ülke olarak ise İsrail oldu. Yunanistan'ın deprem sonrası etkin bir yardım ağını organize etmesi zaten deprem öncesi başlayan bir süreç olarak TC-Yunanistan diyalogunu geliştirdi. Uluslararası dengelerin gereği olan bu yakınlaşmanın ne kadar yürüyebileceğini zaman gösterecek. Türkiye medyasının İsrail'in yardımlarını büyütme çabaları da Türkiye'deki Siyonist lobinin deprem fırsatını değerlendirdiğini gösteriyordu. İsrail'in yardımlarını öve öve bitiremeyen hatta "iki ulus birleşti, tek ulus haline geldi" türünden zırvaları ekranlarına taşıyan medya, tersine bir şekilde İslam dünyasının yardımlarını kasten halkın gündeminden sakladı. Bu gerçeği 24 Ağustos tarihli bir kartel gazetesi olan Radikal'de itiraf eden İsmet Berkan, aslında İslam dünyasının en acil yardımları yaptığı ve kıt kaynaklarına oranla gayet büyük fedakarlıklara girdiğini ancak medyanın bu yardımları gizleyerek kamuoyunu yönlendirmeye çalıştığını açığa vuruyordu.

Cezayir'den Endonezya'ya, Makedonya'dan Sudan'a, Kosova'dan İran'a kadar belli başlı tüm halkı müslüman ülkelerin yaptığı yardımlar büyük ölçüde halkların dayanışma duygusundan beslenen bir temelle bir kez daha ümmetin etkin yapısını ortaya çıkardı. Çünkü bu yardım furyasının oluşmasında müslüman halkların yönetimlerine yaptıkları kamuoyu baskısının payı büyüktür. ABD gibi batılı ülkelerdeki müslümanlar da, yardım kampanyalarıyla hiç de geride kalmadılar. İslam dünyasının çoğu nereye gittiği belli olmayan nakdi yardımlar yerine ayni olarak, birinci elden, bizzat o ülkelerin yetkililerince ulaştırılan yardımları arasında Bosna-Hersek'ten gelen yardımda olduğu gibi gayet anlamlı mesajlar vardı. Bangladeş gibi halkı açlık tehlikesi altında bulunan ülkeler bile yardımlarını esirgemediler. Ancak tüm bu fedakarlıklara rağmen gerek Türk medyasının gerekse bizzat devletin İslam dünyasından gelen yardımlara İsrail'e gösterdiği ilginin onda birini bile göstermemesi bilinç altında yatan laikçi çifte standardı gösteriyordu. Kuveyt, yeniden inşa projesi için kredi taahhüdü verdikten sonra ancak TC hükümetinin ilgisini çekebilmiş olacak ki Dışişleri Bakanı Ağustos sonunda bu ülkeye giderek Kuveyt'ten de borç alabilmek için görüşmelerde bulundu.

İslam Dünyası'ndan Yapılan Yardımlara Bir Örnek: Mısır'ın Yaptığı Yardımlar

190 kişilik kurtarma ekibi (Gelen kurtarma ekiplerinin en kalabalıklarından biri)

Sakarya bölgesine 140 yatak kapasiteli tam teşekküllü iki sahra hastanesi, Adapazarı/Serdivan bölgesine bir sağlık kliniği, 30 doktor, 5 ambulans, 500 kişilik çadır kamp, günde 30 bin ekmek üretim kapasiteli 6 fırın, 6 jenaratör, 6 ton dezenfekte malzemesi, 10 ton her çeşitten ilaç yardımı

Mısır Ordusunun da kullandığı son teknolojiyle binlerce ısıtmalı yiyecek kumanyası vs...

(Mısır tüm bu yardımları bizzat kendi askerleri ile birinci elden ulaştırıyor. Ayrıca depremden sonra El-Ezher'den yapılan açıklamayla halk yardım yapmaya çağırıldı.)

A) Dış yardımların Türkiye İç Politikasına Etkileri:

Dikkat: IMF Politikaları Geliyor

Depremde mazlum halka yardımda hiç de aceleci davranmayan hükümetin deprem sonrası mühim hesaplar yapmakta acele ettiği görülüyor. Deprem sonrası binlerce insanın henüz cesetleri kaldırılmamışken hükümet, toplumun rızasını gözetmeden teslim olduğu IMF politikalarını yürürlüğe koymak amacıyla hızlı adımlar atmakta.

Hatırlanacağı üzere geçtiğimiz aylarda Türkiye'ye gelen IMF heyetinin hükümete verdiği ekonomik gidişat ile ilgili direktifler başta "Tahkim" ve "Sosyal Güvenlik Yasası" olmak üzere tek tek uygulanmaya başlanmıştı. Ecevit hükümeti şimdi de IMF ile bir Stand-by anlaşması yapma hazırlığında. Böylece "deprem dolayısıyla paraya ihtiyacımız var" imajı oluşturularak IMF ve Dünya Bankası'nın borç politikaları meşrulaştırılmaya çalışılıyor.

Depremin etkisiyle kamuoyunun dikkatleri başka yöne çevrilmişken, 'fırsat bu fırsat' mantığıyla hareket eden hükümet 8 Eylül tarihinde yapılacak yardımlar ve borç paketleri konusunda görüşmek üzere IMF ve World Bank yetkilileriyle bir araya geldi. Ecevit IMF'nin yardımı için şöyle diyor: "Türk Devleti ve Hükümeti büyüktür, son reformları onlar da anladı".

Hükümetin deprem üzerine yaptığı bir başka hesap ise büyük meblağlara ulaşan dış yardımlar konusunda odaklanıyor. Devlet, insani yardım statüsünde değerlendirilmesi gereken yardımlar konusunda "para gelsin de gerisi önemli değil" türü bir anlayış sergiliyor. Adeta "ne kadar alırsak o kadar kârdır" mantığı gereği yurtdışından teklif edilen aynî yardımlar resmi makamlarca reddedilir veya çok ciddi prosedürlerle caydırılırken, özellikle nakdi yardım çağrıları yapılıyor. Aynî yardımlardan gümrük vergisi almaya kalkışan devlet Kızılay'a yapılan ayni bağışların çoğunu da deprem bölgesine taşımayı beceremeyerek hava alanlarında ve depolarda telef ediyor. Ayni devlet nakdi yardımlar konusunda ise Kuveyt örneğinde görüldüğü üzere gayet cevval ve atılgan. Oysa kamuoyunda bazı valilerin yardım için resmi hesaplarda toplanan paraları depremzedelere göndermek yerine valilik hesaplarında beklettikleri iddiaları ve IHH, TOBB, MazIum-Der, AKUT gibi sivil toplum kuruluşlarının yardım hesaplarına el konulmasından da beslenen bir 'devlete verilen yardımlar muhtaçlara gitmeyecek' kanaati hakim. İnsani yardımların bütçe açığını kapatmak amacıyla kullanılma ihtimali ise TC siyasal atmosferini tanıyan hiç kimseye uzak bir ihtimal olarak görülmüyor.

B) Dış yardımların Türkiye dış politikasına etkileri:

Türkiye deprem sonrası tam anlamıyla hazırlıklı olmadığı, olumlu bir uluslararası atmosferi yakalamış görünüyor. ABD'nin yedeğinde yürümenin AB'den İsrail'e dek her kapıyı açtığını gören TC jeo-stratejik önemi gereği hakettiği ilgiyi görmenin heyecanı içinde. Marmara depremi Yunanistan'dan İtalya'ya dek birçok ülke kamuoyunun, insani yardım atmosferinin de etkisiyle Türkiye halkına sempati ile bakmasını sağladı. Türkiye lehine oluşan havada işte bu, deprem sonrası halklar arasında oluşan sempatinin etkisi büyük, ancak bu uluslararası ilişkileri değiştirebilecek esas bir faktör olarak belirmiyor.

Uluslararası ilişkilerde bir süredir devam eden ve İsrail'in yeni hükümeti sonrası tüm Ortadoğu politikalarının değişimi ve son NATO Zirvesi ile kendini Avrupa-Balkanlar politikasındaki değişimde iyiden iyiye açığa vuran bir deprem yaşanıyor. Bu deprem Türk dış politikasını Marmara depreminden çok daha fazla etkileyen ve belirleyen bir deprem. Bu yeni dengelerle birlikte İsrail'le Barış tekrar gündemi işgal ediyor; ABD'nin Ortadoğu hakimiyeti tahkim edilirken bu amaçla hiçbir zaman uzlaşamayacağı düşünülen (TC ve Yunanistan gibi) düşmanlar barışıyor, hiç bitmeyecekmiş gibi görünen savaşlar sona erdiriliyor. Örnek olarak TC-Yunan yakınlaşmasını, NATO'nun genişleme sürecini ve ABD'nin Irak'la ilişkilerini yumuşatma sinyalleri verdiği iddialarını gösterebiliriz. Süreçle birlikte Ortadoğu politikalarına bağlı olarak İran, PKK, Kıbrıs, Suriye'nin konumlarındaki değişimler; Balkanlar ve Avrupa'da NATO eksenli ciddi oluşumlar göze çarpıyor.

Aslında zincirleme bir reaksiyonla uluslararası dengeleri değiştiren son gelişmeler Yeni Dünya Düzeni çerçevesinde yeni bir konjonktürel ayarlamanın/ kurmanın göstergesi. Sürece adım atılırken TC gerek Avrupa, gerekse ABD açısından mühim sayılan jeo-stratejik konumu dolayısıyla başat bir rol üstlenme konumuna geldi. Son NATO zirvesiyle resmileşen ABD-TC flörtü gitgide ABD'nin Ortadoğu'daki bir eyaleti olmaya varan tavrı, Türkiye'nin yeni süreçte de temel eksenini oluşturuyor.

AB ile ilişkilerdeki gelişmeler:

Deprem sonrası gelişen AB-Türkiye ilişkileri de incelenmesi gereken ilginç gelişmeler arzediyor. Depremin oluşturduğu insani atmosferle Avrupa kamuoyunda yer edinen Türkiye, Aralık ayında yapılacak Helsinki Zirvesi öncesinde uzun süreden beri kapısında beklediği Avrupa Birliği'ne tam üyelik konusunda önemli beklentiler içerisinde. Türkiye'nin beklentileri yönünde önemli sinyaller de var. Eylül başında Finlandiya'da yapılan gayrı resmi AB Zirvesinden Türkiye'nin AB'ye tam üyeliği statüsünü sağlamak konusunda hazırlanan ham bir plan söz konusu. Buna göre ilk olumlu sinyaller olarak, Gümrük Birliği ülkelerinin Türkiye'nin GB'ye girişi ile imzaladığı Mali Protokol gereği vermeyi taahhüt ettiği ancak Yunanistan'ın vetosu dolayısıyla iki yıldır geciktirilen 6 milyar dolarlık yardımı ve AB Acil Yardım Fonu'ndan 30 milyon Euroluk acil yardım paketlerinin verilmesine yönelik olumlu mesajlar çıktı. Söz konusu yardımlar çerçevesinde Avrupa Yatırım Bankası'ndan da 750 milyon Euroluk düşük faizli kredi alınması planlanıyor. ABD yetkilileri, AB'nin daha önce Türkiye'ye vermeyi taahhüt ettiği ancak Yunanistan'ın vetosu dolayısıyla teslimi geciken yardımların acil olarak Türkiye'ye teslimini desteklediğini belirtti. W. Times kaynaklı haberlere göre de Ehud Barak hükümetinin Norveç ve Hollanda yetkilileriyle görüşerek, Türkiye'ye "Avrupa tarafından önemli mali yardım yapılması gerektiğine" işaret ettiği belirtiliyor.

AB ülkelerinin Türkiye'ye destek mesajları ilginç bir manzara arzediyor. Birliğin Türkiye'yi içerisine kabul etmesi bağlamında çelişkili birçok habere rağmen, Türkiye'ye duyulan ilgi ortada. 26 Ağustos'ta AB'nin Dönem Başkanı Finlandiya Dışişleri Bakanı Tarja Halonen ve AB Dışilişkiler Sorumlusu Hans Van Den Broek Türkiye'ye gelerek incelemelerde bulundular. İtalya ve Fransa'dan sonra Almanya Dışişleri de bir açıklama yaparak Türkiye'nin AB'ye alınmasını desteklediklerini açıkladı. Kasım ayında yapılacak AB Zirvesinde Türkiye'nin birliğe tam adaylık statüsünün önerilmesi ve Türkiye'nin topluluğa girişinin desteklenmesi düşünülüyor. Önceden TC'nin AB'ye alınmasına şiddetle karşı çıkan Yunanistan bile belli ön şartlar dahilinde ve bir yol haritası dahilinde Türkiye'nin tam üyeliğe giden yolda önünün açılmasını desteklediğini açıkladı. AB ülkelerinin, Türkiye konusunda yeni bir perspektif geliştirme zorunluluğunu gördükleri, topluluk ülkelerinin bu yeni tavrında deprem sonrası Avrupa kamuoyunda oluşan olumlu havanın etkili olduğu ifade ediliyor. Başlayan yeni süreçle birlikte diplomatik sahada Türkiye ile AB ülkeleri arasında ciddi gelişmelerin olması bekleniyor.

Esasen Türkiye'nin son konjonktürdeki güçlü konumu veya Avrupa ülkelerinin aciz konumu son tarihi NATO Zirvesi ile açığa çıktı. Hatırlanacağı üzere son zirvede Türkiye tüm Avrupa ülkelerinin olmasını arzu ettiği bağımsız Avrupa Savunma Örgütü projesine karşı ABD tarafında saf tutarak, kendisine gelecek vaadeden tarafı seçtiğini göstermişti. ABD'nin ASÖ projesine karşı çıkma nedeni ise kendi emperyal çıkarlarının Avrupa'da-ki manevra kabiliyetinin daralmasını önlemek istemesiydi. Böylece ABD ile Türkiye bir tarafta, tüm diğer Avrupa ülkeleri ise diğer tarafta şeklinde bir tablo oluştu. Türkiye bugün ABD'nin Avrasya'daki çıkarlarını koruma konusunda gösterdiği cansiperane çabanın ödülünü alıyor. Dolayısıyla TC'nin uluslararası alandaki bu güçlü konumu kazanılmış bir konum olmaktan çok hediye edilmiş bir taltif, kendi öz gücünden değil etkin bir piyon olmanın verdiği avantajlardan gelişen bir konumdur.

AB ve ABD'nin deprem sonrası Türkiye'ye ilgisi adeta TC konusunda birbirleriyle yarışır bir görünüm arzediyor. AB Türkiye'ye komisyonları, Avrupa Yatırım Bankası ve Japon Kredi Kurumu vasıtasıyla 1.5-2 milyar dolar kaynak aktarırken, ABD ise Türkiye için çok cazip farklı paketler sunmakta. ABD ilk aşamada 300-400 milyon dolarlık yardım vaadederken, bir yandan da IMF ve Dünya Bankası(WB) yoluyla bir milyar dolar kredinin yolunu açıyor. ABD'nin çok cazip bir teklif olarak Türkiye'nin birikmiş "Dış Askeri Satış" (FMS) kredi borçlarının bir kısmını silmesi de gündemde. Bu gündem Türkiye'nin son yıllarda zaten istediği "borçların silinmesi" talebini, deprem fırsatıyla yenilemesi üzerine ön plana çıktı. Türkiye'nin FMS borçlarının toplamı 6 milyar doları buluyor. Bu kapsamda Türkiye'nin ABD'ye her yıl yaptığı anapara ve faiz ödemeleri yaklaşık 250'şer milyondan 500 milyon dolara ulaşıyor.

AB Dönem Başkanı'nın Türkiye'ye gelişinin yanında son bir ay içerisinde ABD'nin en üst düzey yetkililerinin de ziyaretlerini görüyoruz. ABD Genel Kurmay Başkanı ve Dışişleri Bakanı'ndan sonra Clinton da önümüzdeki Aralık ayında AGİT Zirvesi için Türkiye'ye gelecek. Başbakan Ecevit ise Ekim ayında ABD'ye giderek Clinton'la temaslarda bulunacak.

Türkiye'ye karşı tüm bu ilgi, temel olarak TC'nin artık uluslararası emperyalizm için vazgeçilemez bir kilit konumunda olduğunu gösteriyor. Bu bir anlamda Türkiye'nin Körfez Savaşı sonrası girdiği uluslararası sisteme tam entegrasyon sürecinin doruk noktasını ifade ediyor. TC'nin bunun farkında olduğunu Dışişleri Bakanının şu tavrında da görebiliyoruz: İsmail Cem AB'yi Kasım ayındaki Helsinki Zirvesi için tehdit ederek "Eğer bizi bu seferde reddederseniz bir daha AB'ye üyelik için başvurmayacağız" diyor ve ekliyor "AB bizim için tek alternatif değildir". Eylül başında Türkiye ziyareti sırasında Madline Albright "Türkiye kesinlikle AB'ye girmelidir" diyerek ABD'nin İsmail Cem'in sözlerinin sonuna dek arkasında olacağını gösterdi. Bu siyasal atmosfer içerisinde birçok husus Kasım ayındaki zirve ile açığa çıkacak ancak bir öngörü olarak ABD'nin desteğini almış olduğunu da hesaba katarsak Türkiye'nin AB'ye girişine bir yol haritası eşliğinde de olsa destur ve­rilmesini pek de garip karşılamamak gerekecek.

Batının Kâbusu Türkiye'ye İslam'ın Hakim Olması:

Gerek deprem öncesi gerekse deprem ile su yüzüne çıkan Batının Ankara'ya verdiği önemin ve yüklü desteğin arka planındaki gerçek nedeni ise Batı medyasından öğrenmekteyiz.

ABD'nin önde gelen Türkiye uzmanlarından The Washington Institute'un uzmanı Alan Makovsky Washington Times'a konuşarak, depremin ardından köktendinci akımların güçlenmesinden kaygılandığını belirterek, Batı dünyasının Türkiye'ye çok büyük ekonomik destek sağlaması gerektiğini söyledi. Makovsky, "Bu zor anında Türkiye'ye yardım etmek Batı'nın çıkarına. Çünkü Türkiye çok önemli bir ülke" diye konuştu.

Gazeteye konuşan İsrailli çevreler de, depremden sonra Türkiye'de "bazı köktendinci akımların güç kazanmasından endişe ettiklerini" belirterek, Türkiye'ye "Batı'nın yardım sağlaması gerektiğini, İsrail'in de bunu yaptığını" söylediler. Türkiye'de görev yapan eski İsrailli diplomatlardan Alon Liel "Türkiye modernleşme sürecini başarıyla tamamlayamazsa gelişemeyen ülkeler kategorisine düşebilir ki bu da bölgesel ve uluslararası bir kabus olur" diye konuştu.

The Times'ın 26 Ağustos tarihli sayısında İstanbul muhabiri Andrew Firkel'da hasara uğramış Türkiye'nin bölgesel istikrarı da tehlikeye sokabileceğine ilişkin kaygılara dikkat çekiyordu. Finkel bu kaygıların NATO'nun anahtar ülkelerinden biri olan Türkiye'ye uluslararası yardım çabalarını çoğalttığını belirtti.

Deprem sonrası hemen hemen tüm batı medyası depremin büyüklüğüne değindikten sonra "Türkiye'nin İslamcı muhalefetinin etkinliğini kırmak ve zor durumda kalan TC'ye yardım etmek sorumluluğundayız" yorumunu yaptı. İngiliz The Guardian gazetesi "Yıkıntıların arasından din yükseliyor"(28.08.99) başlığını kullanırken, Amerikan gazetesi The Washington Post "Deprem Türkiye'nin politik temellerini sarstı"(28.08.99) başlığının altında "Adapazarı'nda etkinlik gösteren İslamcılardan bahsetti.

Deprem sonrası elde ettiği siyasal nüfuz ile TC mutlu görünüyor. Batılı hamiler ise bu şaşkın siyasal yapının yıkılmaması için deprem faturasını karşılamaya hazır görünmekte. Onlar da Ortadoğu'daki siyasal çıkarları ayakta durdukça yıkıntılar altında ezilen bu halkı pek umursamadıklarını, mutlu olduklarını gösteriyorlar. Bu durumdan rahatsız olan tek taraf ise yıkıntılar altında ezilen halk. Sadece deprem yıkıntısı değil, ayni zamanda Enflasyon, İşkence, Zulüm, yaygınlaştırman Ahlak çöküntüleri...

Ne var ki insanlar bu depremde kendilerini bu çökmüş düzene kimlerin gömdüğünü, kimlerinse yanında olduğunu bir kez daha gördüler. Sarsıntıları halkı değil zalimleri sarsarak yerin dibine gömecek olan, "Batılı adamın kabusu "gerçek depremler ise bizlerin ellerinde büyüyecek.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR