1. YAZARLAR

  2. Beşir Ayvazoğlu

  3. Kim Jong-il ve Vaclav Havel
Beşir Ayvazoğlu

Beşir Ayvazoğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Kim Jong-il ve Vaclav Havel

22 Aralık 2011 Perşembe 00:15A+A-

Kuzey Kore'de hiç de yabancısı olmadığımız bir manzara yaşanıyor; geçenlerde kalp krizi geçirerek ölen "Sevgili Lider"leri Kim Jong-il'in ardından yediden yetmişe salya sümük ağlayan bir halk manzarası... Bir zamanlar ölü evlerindeki matem havasını artırmak için ağıtçılar, yani parayla ölünün arkasından ağıt yakıp saçını başını yolarak ağlayan ve ağlatan kadınlar tutulurmuş. Öyle anlaşılıyor ki, Kuzey Kore halkı, parayla değil ama, sopayla ağıtçı yapılmış. Samimiyetle gözyaşı dökenlere bir diyeceğim olamaz, ama içten içe sevinenlerin bile mimlenip fişlenmek korkusuyla gözyaşı dökmek için nasıl çabaladıklarını düşündükçe içim sızlıyor.

Her türlü baskıcı sistem ikiyüzlü insanlar yetiştirir. Ferdi dejenere eden, onun bağımsız bir şahsiyet olarak gelişmesini, dolayısıyla sağlıklı düşünmesini engelleyen davranış biçimi, yani takiyye, totaliter ve otoriter rejimlerin ağır baskıları altında yaşayan bütün toplumlarda yaygındır. John Stuart Mill'in bir sözünü hatırlıyorum: "Bir devlet, iyi niyetle bile olsa kendi insanlarını kullanabileceği birer uysal âlet haline getirebilmek için cüceleştiriyorsa, bilmelidir ki küçük adamlarla hiçbir büyük iş başarılamaz."

Diktatörler, çizdikleri sınırların dışına çıkanları, şüphe izhar edenleri ve farklı düşünenleri hiç sevmez, hatta bazıları da akla hayale gelmeyecek metotlarla onlardan kurtulmaya çalışırlar. Sovyetler Birliği'nde, Stalin rejimi tarafından 1937 yılında yapılan korkunç aydın kırımını düşününüz.

Geçen pazar günü ölen şair ve oyun yazarı Vaclav Havel, Kuzey Kore'dekine benzeyen bir rejimin hüküm sürdüğü Çekoslovakya'da "Hayır!" diyebilen "cesur yürek"lerden biriydi. Muhalif duruşu yüzünden yazması yasaklanmıştı, ama her şeye rağmen yazmaya ve düşüncelerini açıklamaya devam ettiği gibi, 1977 yılında, ülkesindeki komünist rejimin eleştirildiği "Charter 77" bildirisini hazırlayan aydınların oluşturduğu insan hakları hareketine de katıldı. 1989'da gerçekleştirilen Kadife Devrim'in öncülerindendi. Bilindiği gibi, bu "devrim"in ardından Çekoslovakya Devlet Başkanlığına getirildi, 1990'da yapılan serbest seçimlerde de Cumhurbaşkanı oldu.

Çekoslovakya ikiye bölündükten sonra da Çek Cumhuriyeti'nin de ilk başkanı seçilen Havel, aktif politikaya çok isteyerek mi katılmıştı? Hiç sanmıyorum.

Baskı altında yaşamak zorunda kalan yahut değişim sancıları ve kimlik krizi yaşayan bütün toplumlarda, sanat, edebiyat ve fikir adamları, kendilerine asıl alanlarının dışında da roller biçerler; aynı zamanda ya inkılâpçıdırlar yahut ahlâkçı, ya "ilerici"dirler yahut "muhafazakâr"; yani dolaylı veya dolaysız, mutlaka siyasetle ilgilenirler. Çünkü gidişat karşısında kendilerini sorumlu hisseder, romanın, hikâyenin, şiirin, tiyatronun, resmin, heykelin vb. diliyle doğru bildiklerini söyleyerek, hatta bazan siyasete bizzat girerek ya iktidarın yanında yahut karşısında yer alır, yanlışları düzeltmeye, eğrileri doğrultmaya çalışırlar. Onların bu gayretleri zaman zaman estetik kaygılarının bile önüne bile geçebilir.

Diktatörler, "şef"ler, eylem adamları, hatta demokrasilerde siyasî parti liderleri, başta şair ve yazarlar olmak üzere bütün sanatçıları yanlarında görmek istemiş, onları "ideoloji"nin, "devrim"in, "parti"nin vb. taleplerine uygun eserler vermeye zorlamışlardır. Elbette hiçbir gerçek yazar siyasete bu şekilde, yani zorlanarak müdahil olmayı istemez. Ancak edebiyatı siyasetten soyutlamak da mümkün değildir; sanat ve edebiyat adamları, isteseler de istemeseler de, geçmişin ve içinde yaşadıkları ânın şartlarına bağımlıdırlar. Özellikle modern toplumlarda, siyaset, devleti yönetmeye talip olan siyasî partilerin sınırlarını çoktan aşmış, sivil inisiyatifler de en az siyasî partiler kadar etkili olmaya başlamışlardır. Kısaca söylemek gerekirse, insanların bulunduğu her yerde siyaset vardır. Herhangi bir şekilde susturulan, bastırılan kalabalıkların homurtuları bile bir çeşit siyasettir.

Yazar, Robenson gibi tek başına bir adada yaşamıyorsa, sorumluluk hissediyor, fikrini söylüyor, gelecekle ilgili hayaller kuruyor, itiraz ediyor, eleştiriyorsa, siyasetin içindedir.

Bir yazar veya şairin kendini bir siyasî partiye yakın hissetmesi, hatta bu partide bizzat siyaset yapması da mümkün ve tabiidir. Ancak gerçek bir yazar, kendisini yakın hissettiği siyasî partinin iktidara gelmesi halinde bile muhalif duruşunu koruyabilir. İktidarın bulunduğu her yerde gizli veya açık baskı ve sansür vardır. İktidar, sadakat bekler; bir yazarın körükörüne sadakati, kendi kendini iktidarın talepleri doğrultusunda sansür etmesi, hürriyetini kendi eliyle kısıtlaması demektir. Yazarın muhalif duruşunu koruyup siyasî partileri ve gündelik siyaseti aşarak daha üst seviyede bir siyaseti tercih etmesi, kendisini yakın hissettiği siyasî iktidar için daha faydalı olabilir.

Hürriyet, sanat edebiyat ve düşünce adamları için hava gibi, su gibi bir ihtiyaçtır. Kim, Kim Jong-il'in yönettiği, bundan sonra da oğlunun yöneteceği ülkede yahut kim düşüncenin kanunla yasaklanmak üzere olduğu Sarkozy Fransa'sında yaşamak ister?

ZAMAN 

YAZIYA YORUM KAT