1. YAZARLAR

  2. Bilal Medeni

  3. İktidarların çözümü sadece muhaliflerini çözer
Bilal Medeni

Bilal Medeni

Yazarın Tüm Yazıları >

İktidarların çözümü sadece muhaliflerini çözer

13 Nisan 2011 Çarşamba 11:13A+A-

Türkiye Cumhuriyetinin kurucu felsefesi yaşanılagelen birçok toplumsal soruna kaynaklık etti, onları üretti, besledi ve büyüttü. Bu sorunların kahir ekseriyeti "devlet mantığı" ve bunun sosyal yansımalarından ibaretti.

Devlet ve onun dünya algısı problem üretirken problemleri yaşayan her sosyal grup bu sorunların hallini yine devletten beklediler. Yüzleşmek zorunda kalınan her sorun paradoksal olarak o sorunu üreten devlet eliyle izale edilmek istendi.

Normal koşullar altında bir halkın yönetimden taleplerde bulunması ile yönetimin bu talepleri yerine getirmesi olgun bir toplumsal düzeyi doğurur. Zira yöneten ve yönetilen arasındaki ortaklaşma oran olarak ne kadar yüksekse o denli ideal bir toplum üretilmiş olur. Oysa dünden bugüne bizim şahit olduğumuz şey, halk olarak istediklerimiz ile sistemin sundukları arasındaki gittikçe açılan mesafedir. Bu durum ise toplumsal yapının ne denli kaotik olduğunun resmidir. Devlet ve halk arasında makas her geçen gün ve her yeni sorun ile daha da açılmaktadır.

"Sorun" kavramı siyaset dilinde içeriğinden öte bambaşka bir işleve tekabül etmektedir. Tebaanın sisteme olan bağlılıkları genelde gönüllü bir ilişki üzerinden gerçekleşmez. Aksine toplum sisteme "mecbur" bırakılmaya çalışılır. Devlet tek seçenek olarak görülmeli, sorunlar üzerinden devlete olan biat sürekli hale dönüştürülmelidir. Böylece muzdarip olunan her problem vesilesiyle insanlar sisteme kanalize edilmeye çalışıldı. Çünkü sorunlar bir anlamıyla, hedef toplumu kontrol altına almaya matufturlar. Nasıl ki savaşlar bir toplumu sisteme daha çok entegre ediyor ve ona bağımlı hale getiriyorsa aynı şekilde halkların yüzleştiği sorunlar da sonuç itibariye onları sorunun kaynağına dönük bir beklentiye sevk etmektedir. Böylece "sorunlar" devletin yapısının sağlamlığını korumaktadır.

Bu çarpık psikoloji ile uzun yıllar sistemden sorunlarımızı çözmesini bekledik. Taleplerde bulunduk, reçeteler sunduk, yol yordam gösterdik… Ama devlet her seferinde kendisine yönelik talepler karşısında üç maymunu oynadı. İnsanların sürekli biçimde talep etmelerini istedi. Devlete yönelik her beklenti ve istenen her talep devletin bekasını ve meşruiyetini(!) daha da kavileştirdi. Bir anlamıyla devlet kendisini, kendisinden istenen talepler üzerinden somutlaştırdı.

Zaman içinde bu psikolojik yanılgı gittikçe sırıtmaya başladı ve doğal bir süreç olarak devlete dönük beklenti içine girmenin anlamsızlığı kendisini hissettirdi. Çözüm her zaman otoritenin eliyle gerçekleşmez. Hatta çoğu kez çözüm iktidarlar eliyle örtülmeye çalışılır. Unutmayalım ki iktidarların çözümü sadece muhaliflerini çözer, dağıtır. Kendisini ise tahkim eder. Buna karşın tarihi dönüşümlerin temelinde sürekli olarak iktidar paradigmasına karşı üretilen ve üzerinde ısrarcı olunan toplumun kendi çözümleri vardır.    

Geldiğimiz nokta itibariyle artık sosyal kesimler kendi çözümlerini kendileri üretip bunu sisteme kabullendirme noktasına ulaştılar.

Kürtler yıllarca kendi durumlarına dair iyileştirmelerin yapılmasını beklediler. Ama devlet her seferinde bu beklentileri tehcirle, tenkille, kanla, inkârla cevapladı. Ve şimdi Kürtler -en azından Kürtlerin bir bölümü- kendi çözümlerini üretiyorlar.

Son günlerin hararetli tartışmalarından olan "özerklik" mevzusu, sivil itaatsizlik eylemleri, dil ve kültür alanındaki yoğun faaliyetler Kürtlerin kendi çözümlerini oluşturma gayretleri olarak okunmalıdır. Kimsenin kuşkusu olmasın ki bu yöntem sonuç verme anlamında daha verimlidir, daha etkilidir.

Son aylarda Arap coğrafyasında yaşanan halk hareketlerini biraz da bu açıdan ele almak gerekiyor. Unutmayalım ki bütün devrik iktidarlar halkı gerek dış gerekse iç sorunlarla korkutup, meşgul edip kendi varlıklarını sürekli kılıyorlardı. Devletin, iktidarın yokluğu kaos ile özdeşleştirilmişti zihinlerde. Korku üzerinden iktidar oluşturma anlayışıydı bu. Süreç içinde halkın istemleri ile düzenin çıkarları arasındaki uyuşmazlık kendisini iyice hissettirince de sokaklar dalgalanmaya başladı. Çünkü artık toplum devletten her hangi bir şey talep etmiyordu. Aksine kendi taleplerini oluşturmuş ve bunu en yüksek perdeden dillendiriyordu.

Türkiye'deki PKK-BDP temelli Kürt muhalefeti doğru veya yanlış ölçüleri bir yana bırakılırsa artık kendi çözümleri üzerinden siyaset gerçekleştiriyor. Bu konsept hem devlet için hem de PKK-BDP hattı için yeni bir durumdur. Bu yeni duruma kim daha çabuk ısınacak yakında göreceğiz.

Bu minvalde İslamcıların durumuna da değinmek gerekiyor. İslamcılar kendilerine meydan okuyan sorunlarına yönelik olarak nasıl bir tavır alıyorlar? Ülkenin son yıllarında gittikçe gelişen sivil toplum mantığı çerçevesinde istemler ile sistem arasında kurulan bağlar en çokta İslamcılar eliyle gerçekleştirildi. Bir dönemlerin sistem dışı olan, sistemi tüm kurumlarıyla reddeden bununla birlikte toplumdan ve vakıanın gerçekliğinden kopmuş olan İslamcılık şimdilerde sisteme en çok yamanmış, ideallerinden uzaklaşıp toplumun değer yargılarıyla kaynaşmış ve sistemin revize edilmiş yüzüyle en barışık kesimini teşkil ediyor. İktidarın arka bahçesi İslami sivil toplum kuruşları ile dolup taşmış vaziyette.

İslami kesim maalesef ki hala kendi gündemini ve talepler listesini oluşturmuş değil. Sahip olduğumuz bir yol haritamız bile yok. Sorunların halline dönük olarak yapılan toplantıların sonuç bildirgelerinde bile sürekli olarak devletten beklentiler manzumeleri çıkıveriyor. Bu anlamıyla İslami camia diğer muhalif kesimlerin gerisinde kalmaktadır. İlköğretimdeki çocuklara dayatılan "andımız" konusunda bile ısrarcı olamadık. Andımızın kaldırılmasına yönelik olarak mahkemenin verdiği karar ile herkes yerine oturdu (andımızın kaldırılması konusunda çaba sarf eden kimi İslami dernek ve platformları hariç tutuyorum). Çünkü biz devletten talep ettik ve de devlet uygun görmedi. İslamcı camianın kahir ekseriyetinin hak arama algısı böyle maalesef.   

Evet, iktidarda olmak veya iktidara yakın durmak ile sorunların çözümünde olumlu rol almanın çokta mümkün olmadığını görüyoruz artık. Zira iktidar ile kurulan düşünsel ve duygusal bağ her şeye iktidarın gözünden bakmayı salık veriyor. Kendinizi iktidar koltuğunda olduğunuz zehabına kaptırıyorsunuz. Sizde bir başbakan, bir kabine üyesi kısaca bir iktidar elemanı psikolojisi üzerinden topluma ve sorunlara bakmaya başlıyorsunuz.

Bu noktada sıradan bir vatandaş olmuyorsunuz. Adeta bir benlik değişimi yaşanıyor. Herkes başbakan, herkes iktidar elemanı… Bu şekliyle iktidar olmak bizim bünyemize uygun değil. Zira geldiğimiz noktada bu iktidar algısı bizi hem sosyal sorunlara yabancılaştırdı hem de bireysel anlamda konformist, yozlaşan bir temayüle soktu.

Sorunlarımız var. Sorunlarımızı üreten ve besleyen bir sistem… İstemlerimizle sistemin vaad ettikleri arasında derin bir uçurum… Taleplerimizi kendi yöntemlerimizle elde edeceğimiz bir geleneğimiz yok. Biz hala devletten sorunlarımızı çözmesini talep ediyoruz ve onu mevcut haliyle var kılmaya devam ediyoruz. Bunun adına da mücadele veya direniş diyiyoruz. İşte bundan dolayı da ne bugünün ne de yarının Türkiye'sinde biz yokuz…

ÖZGÜN DURUŞ

YAZIYA YORUM KAT