1. HABERLER

  2. HABER

  3. İhsan Dağı, Halkı Uyardığı Oyuna Kendisi Düştü
İhsan Dağı, Halkı Uyardığı Oyuna Kendisi Düştü

İhsan Dağı, Halkı Uyardığı Oyuna Kendisi Düştü

Zaman gazetesi yazarı İhsan Dağı‘nın 8 Mart 2011’de ve 7 Haziran 2013’te yazdığı iki makale… Okuyun karar verin…

16 Haziran 2013 Pazar 15:09A+A-

İhsan Dağı'nın iki farklı tarihte yazmış olduğu yazılar. Dağı'nın uyardığı oyunlar, tuzaklar ve oyna nasıl geldiğini gösteren son yazısı:    

 

İhsan Dağı’nın 8 Mart 2011 tarihli yazısı:

AK Parti seçimle devrilmezse, ne olur?

Seçimlere doğru riskler artıyor. En büyük risk ise AK Parti'ye karşı desteklenen CHP'nin şimdiden seçimden umudunu kesmesi. Risk, çünkü bu, AK Parti'yi ne pahasına olursa olsun devirmek isteyen bazı iç ve dış çevreleri 'alternatifler' aramaya sevk ediyor.

Söz konusu çevreler aslında neredeyse son bir yıldır bu işin 'sandıkta' olabileceğini düşünüyorlardı. Zaten Ergenekon ve Balyoz soruşturmaları ellerini kollarını bağlamış, anti-demokratik yolların önünü ciddi olarak kapatmıştı.

Bu nedenle CHP'yi İstanbul'da yüzde 33'e taşıyan ekibin Baykal'ın ardından anamuhalefetin başına gelmesinden memnundular. Medyanın da yarattığı havayla CHP'nin bir rüzgâr yakaladığı izlenimi de umutlarını artırmıştı.

Anayasa oylaması bir ön prova olacak, AK Parti karşıtı tüm oylar 'hayır'da toplanacak, haziran seçimlerinde de 'indirici darbe' vurulacaktı iktidar partisine. Ancak hesaplar 12 Eylül'de bozuldu. Bütün muhalefetin birleştiği bir yerde bile AK Parti'nin anayasa değişikliği paketi yüzde 58 destek buldu. Fark biraz daha düşük olsa hâlâ umutlanacaklardı ama, yüzde 58-42 aritmetiği moralleri bozdu. Ardından kamuoyu yoklamalarında MHP'nin baraj altı görülmesi ve CHP'nin yüzde 30'lardan geri düşmesi tam bir bozgun havası yarattı. Sonuç; kendi geleceklerini AK Parti'nin iktidardan düşürülmesine bağlayanlar bir kez daha seçimlerden umutlarını yitirdiler.

Erken gelen bir bozgun psikolojisi bu. Ben, benzer bir durumun seçimlerin ardından ortaya çıkacağını düşünüyordum. Üçüncü defa sandıkta kaybetmenin psikolojik yıkımıyla birtakım 'maceralar'a kalkışılacağını bekliyordum. Bu yüzden de, asıl, seçimlerin değil, seçim sonrasının şimdiden yönetilmesi kanaatindeydim. Ama erken pes ettiler... Yenilgi psikolojisi ve çıkış arayışıyla 'sorunları'nı seçim öncesi, seçim yenilgisi görmeden çözmek isteyebilirler.

Olayın bir de bölgesel ve küresel boyutu var. Ortadoğu'da meydana gelen gelişmeler bir yandan Türkiye'nin profilini yükseltirken bir yandan da riskler yaratıyor. Bölgede etkisi yükselen Türkiye'ye karşı kıskançlıklar ve düşmanlıklar da artıyor. İsrail, Türkiye'nin ardından bölgedeki önemli bir ülkeyi, Mısır'ı da 'kaybetti'. Mısır ile Türkiye arasında 'sandviç' olmaktan korkuyor. Artık Gazze'de Hamas'a istediğini yapmakta zorlanacak, Batı Şeria'da FKÖ'yü parmağında eskisi gibi oynatamayacak. Dahası, yeni Mısır yönetimi de Türkiye gibi iki Filistinli grubu uzlaştırma politikası izlediğinde karşısında 'birleşik Filistin' bulacak. Yani bu gelişmelerle İsrail'in hem bölgede hem de Filistin'de hayatı zorlaşacak.

İsrail, böyle bir sıkışmışlıktan çıkmak, Türkiye'yi yeniden 28 Şubat günlerinde olduğu gibi koşulsuz yanına çekmek için AK Parti karşıtı bazı 'organizasyonlar'ı destekleyebilir. Arkasına ABD'nin güçlü İsrail lobilerini ve AK Parti'den uzun süredir kurtulmak isteyen 'neo-con'ları alarak Türkiye'deki bazı 'çılgın Türkler'e 'yürü' diyebilir. Bana kalırsa son zamanlarda böyle bir ihtimalin zemini hazırlanıyor. İçte ve dışta 'demokrasi dışı' arayışların böylesine kesiştiği bir durumda herkesin dikkatli olması gerek.

Süreci yönetmenin şartlarından biri Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarında, sulandırma girişimlerine fırsat vermemek. Bu davalar Türkiye için hayati. Demokrasinin kurumsallaşması, devletin şeffaflaşması bu davaların akıbetine bağlı. Yargı ve emniyet mensuplarının bu davaların salt teknik boyutuyla ilgilenme lüksleri yok. Bu işleri yürütenler aynı zamanda kamuoyunun algısını da yönetmek zorunda. Kamuoyu desteği arkalarından çekildiğinde, siyasi irade de dağılır. O aşamadan sonra süreci sürdürmek de imkânsızlaşır.

Dünyada ve Türkiye'de basın özgürlüğü, hukuk devleti konusunda kafaların karışması anti-demokratik girişimlere davetiye çıkarır. Seçim öncesi zemin kaygandır; çünkü o zemine çalışan çok kişi var. Bazıları seçimlerin sonucunu beklemeyi 'çok geç' görebilir ve işi seçim öncesinde bitirmek isteyebilir.

Diyeceğim şudur: Aymazlığın âlemi yok. Seçime doğru riskler artarken 'demokratlar' saflarını tutmak ve genişletmek zorundalar. Sonra pişman oluruz...

 

İhsan Dağı’nın 7 Haziran 2013 tarihli yazısı:

AK Partililer sokağa iner mi?

Son yazımda ‘Erdoğan’ı seviyorsanız ona gerçekleri söyleyin’ demiştim. Faydasız bir çağrıymış.

Bakıyorum da, son dönemde sürekli ‘yeni Türkiye’den söz edenler Gezi olayını hâlâ ‘eski Türkiye’ ezberleriyle konuşmaya ve yazmaya devam ediyorlar. Olayları ya ‘dış mihraklar’a bağlıyorlar, ya da ‘iç komplolara’.  Sosyoloji bilenler de bunu yapıyor, siyaset bilimi okuyanlar da...

Erdoğan bunları inşallah okumamıştır Kuzey Afrika gezisinde. Yoksa dönüşünde halkına dış düşmanların ajanı, komplocuların maşası muamelesi çeker maazallah.

Bir zamanlar ulusalcı Kemalistler böyle bir ‘analiz düzeyi’ndeydiler. Her şeyin ‘kökü dışarıda’ydı. AK Parti’yi dış güçler iktidara getirmiş, 27 Nisan bile aslında AK Parti’yi iktidara taşımak için tasarlanmıştı.

Şimdi de sosyolojik veya politik analizler yerine ‘komplo teorileri’nden geçilmiyor ortalıkta. Olayları tekikleyen cuma sabahı baskınını polisin içindeki birilerine bağlayan komplocular bile var. Herkesin gözü önünde cereyan eden olaylara bakmak yerine komplo analizleriyle hem kendilerini yanıltıyor, hem de Başbakan’ı aldatıyorlar.

Düşünce tembelliği kötü bir alışkanlık. Gezi Parkı gösterilerini ellerine tutuşturulan ‘istihbarat raporları’na bakarak tümüyle ‘illegal örgütlere’ fatura etmek bir ‘eski Türkiye’ refleksi.

Doğrusu AK Parti kendi değiştirdiği Türkiye’yi anlamakta zorlanıyor. Toplumsal bir tepkiyi sadece örgütlere ve komplolara bağlayarak olayların kökenlerini anlamazlıktan geliyor. Buyurgan, halkına tepeden bakan, onu ideolojik bir kalıba sokmaya çalışan devlet anlayışına karşı sivilleşmeyi, demokratikleşmeyi, çoğulculuğu düne kadar AK Parti savunuyordu. AK Parti ‘devletleştikçe’ bu söylem ‘başkaları’na geçiyor. Paradoks tam da bu.

Şimdilerde ‘başka insanlar’, dün AK Parti’nin itiraz ettiği ‘aynı’ şeylere itiraz ediyorlar; buyurgan, topluma bir ‘proje’ olarak bakan, ona bir kimlik dayatmaya meyleden iktidara itirazları var. Kentleşen, eğitim düzeyi artan, dünya ile daha da bütünleşen bir toplum yukarıdan aşağıya hiyerarşik bir devlet düzeni altında ‘terbiye’ edilemez zaten. İnsanlar ne ‘döven’ ne de ‘besleyen,’ dolayısıyla vasilik iddia eden bir devlet istiyorlar.

Başbakan Erdoğan’ın önünde iki yol var; ya iktidarının mutlak değil sınırlı olduğunu kabul edecek ya da çoğunluğuna güvenerek azınlığı sindirecek.

Erdoğan için başında bulunduğu ülkeyi ‘yönetilebilir’ bir durumda tutmanın yolu, iktidarının ‘mutlak’ değil, başkalarının hak, özgürlük ve tercihleriyle ‘sınırlı’ olduğunu kabul etmektir. 2002 ve 2007 ruhuna döner, kimlik inşa etmek yerine demokratikleşme hamlelerine hız verirse partisi 2023’e kadar iktidarda kalır, ülke de krizden kurtulur. Yani tam bir kazan-kazan durumu. Bunun için toplumun devlet karşısında özerkliğini kabul etmesi, her toplumsal ve ekonomik aktörü kendi hegemonyası altına alma, gücü tekelleştirme eğiliminden vazgeçmesi şart.

İkinci yol, sertleşmek, mutlak hegemonyasını kabul etmeyenlerle çatışmayı göze almaktır. Bu noktada gösteriler demokratikleşme için yeni bir başlangıç olarak değerlendirilmek yerine eski tarz bir ‘güvenlikleştirme’ ve otoriterliği meşrulaştırma için bir gerekçe olarak kullanır.

Ancak şu unutulmasın; geçmişte askerî bir darbe tehdidine karşı Erdoğan’ın arkasında duran merkez sağ ve muhafazakâr kitle toplumsal bir çatışma yaratacak gerginliklere karşı AK Parti’den ürküp kaçabilir. Her ne kadar Başbakan ‘yüzde elliyi evlerinde zor tutuyorum’ dese de bu kitle toplumsal çatışmalarda sokağa çıkma eğiliminde hiçbir zaman olmadı.

Aşırı uçlarla sokakta bir gerginlik siyaseti izleyen AK Parti bazı çevrelerde bir dayanışma adresi olabilir, ama ‘merkez’den uzaklaşırsa sağ seçmenini ürkütüp çok güvendiği sandığı riske atabilir.

Menderes-Özal çizgisiyle Erdoğan arasında ilişki kurmayı sevenler bu gerçeği hatırlasalar iyi olur...

 

 

HABERE YORUM KAT

4 Yorum