1. YAZARLAR

  2. RIDVAN KAYA

  3. Evren’i Lanetleyenlerin Derdi Darbecilikle Hesaplaşmak mı?
RIDVAN KAYA

RIDVAN KAYA

Yazarın Tüm Yazıları >

Evren’i Lanetleyenlerin Derdi Darbecilikle Hesaplaşmak mı?

15 Mayıs 2015 Cuma 18:51A+A-

Adalet ve tutarlılık Müslümanların vasfıdır ve en çok da Müslümanlara yakışır. Şüphesiz herkesin, her insanın velev ki Mümin olmasa, iman etmese dahi adil ve tutarlı davranmasını bekleriz, umarız. Ama Rablerine verecekleri hesabı düşünmeyen, heva ve hevesini ilah edinmiş, zihinsel ve ameli bulanıklıklarla kirlenmiş olanların adil ve tutarlı olabilmeleri gerçekten çok zordur.

Yanlış anlaşılmasın, bunun Müslümanlar için de çok kolay bir tutum, bir doğal hal olduğunu söylemiyorum. İman ettiğini söylediği halde çeşitli sebeplerle adalet çizgisinden uzaklaşan, tutarsızlıklara düşen Müslümanların çokluğu vakıadır.

Ama dünyada var oluşumuzun bir amacının, bir hedefinin olduğuna iman eden ve yapıp ettiklerimizin, elde ettiklerimizin tümünün bir karşılığının, mükafat ya da cezasının olduğu bilincine sahip Müslümanların, elbette “festakim keme umirtu” (emrolunduğun gibi dosdoğru ol) emri ilahisine uygun hareket etmesi hem bir gereklilik, hem de başkalarına nazaran çok daha muhtemel bir haldir.

Bilhassa cahili anlayış mensuplarının adaletten uzak oluşlarına, tutarsızlıklarına o kadar çok şahit oluyoruz ki, bunlar bir müddet sonra artık insana şaşırtıcı da gelmiyor. 12 Eylül ve Kenan Evren hakkında söylenenler de bu durumun bir örneğini oluşturmakta.

Bu hafta 12 Eylül darbesinin şefi Kenan Evren’in ölümü sebebiyle 12 Eylül ve Kenan Evren’e yönelik lanetleme kampanyası bir kez daha tazelendi. 12 Eylül’ün nasıl bir zulüm çarkı olduğu ve Evren’in ne büyük bir zalim olduğu tekrar tekrar gündemleştirildi. 

Evet, 12 Eylül aynen önceki darbeler gibi baskı demekti, hukuksuzluk demekti, zulüm demekti. Kenan Evren de bu dönem icra edilen tüm zalimliklerin bir numaralı sorumlusu olarak lanetle anılmayı fazlasıyla hak eden bir isimdi. Ama ya lanetleyenler, onlar acaba ne kadar temiz ve masumdular?

Bilhassa Kemalist ve sol kesimlerin 12 Eylül karşıtlığı ciddi manada sorgulanmayı hak ediyor. 27 Mayıs darbesini alkışlayanların, 12 Mart’ta kendi planladıkları darbe akim kalınca ofsayta düşenlerin 12 Eylül karşıtlığının ilkesel değil, pragmatik bir zemine dayandığı görülmüyor mu? Kaldı ki, aynı çevrelerin çoğu daha sonraki süreçte icra edilen 28 Şubat zorbalığının destekçileri olarak da sahnede yer almadılar mı? Öyleyse 12 Eylül’ün nesinden şikayet ediyorlar?

Biliyoruz ki, dertleri darbe değil; halkın iradesinin gasp edilmesi değil; ne peki? Darbenin kendilerini hedef alması! Darbe eğer kendi terimleriyle “gericileri ve gericiliği hedef alsa”  mesele yoktur. Nitekim 27 Mayıs’ı nasıl coşkuyla karşıladıkları bilinir. 28 Şubat’ta ise işbirlikçiliklerine, rezilliklerine hep birlikte şahitlik ettik.

12 Eylül’ü lanetleyen Kemalist, sol ve hatta liberal diye kendisini tanımlayan çevrelerin kahir ekseriyeti 28 Şubat’ta zalimlerle aynı ağzı kullanıyordu. Asker-sivil bürokrasi karşısında hazırola geçilmişti. Askerin saldırıları, yargının hukuksuzlukları özenle kamufle ediliyor, cilalanıyordu. Darbenin hedefindeki İslami kadrolar ve çalışmalar düşmanca bir tutumla hedef alınıyor, en az darbecilerin tankları kadar rezil ve zalim propaganda şiddetine maruz bırakılıyordu.

12 Eylül’ün sistematik işkence ve baskılarının kurbanı olduğu tezini on yıllardır işleyen solun genelinin tavrı da aynı çirkinlikle maluldü. Sözde işçi sınıfının örgütleri diye lanse edilen DİSK en ön safta darbeye omuz vermiş, eşine ender rastlanan biçimde sermaye kesiminin örgütleriyle TİSK (İşverenler Sendikası) ve Odalar ve Borsalar Birliği ile ortak cephede buluşmuştu.

Ve açıkçası aynı kafa yapısının bugün de aynı şartlar oluşsa, bilseler ki, darbenin şartları mevcut, bilseler ki darbe başarılı olabilir, hiç sektirmeden darbecilerin peşine takılıp gideceklerinden zerre miktarı şüphe etmemek lazım. Çünkü adalet perspektifiyle değil, menfaat endişesiyle hareket etmekteler.

İlla faraziye yürütmemize de gerek yok. Mısır’da gerçekleşen Sisi darbesi karşısında takındıkları tavır ortadadır. Aynı şey Irak’ta, Libya’da, Gezi hadisesinde ve her yerde, İslami hareket düşmanlığı şeklinde karşımıza çıkmıştır. Ve bu zelil kafa yapısı Suriye hadisesiyle birlikte ne kadar ilkesiz ve vicdansız olduğunu tereddüte yer kalmayacak tarzda ilan etmiştir.

Bir kere daha vurgulamak isterim ki, adil ve tutarlı olmak, düşüncede ve eylemde adalet ve tutarlılık kaygısı taşımak Müminlere yakışır, bu hasletler ancak Müminlerin harcıdır. Çünkü Müminler Rablerinin “adil olun, zalimlere meyletmeyin” emrine kulak verirler.

Müminler tutarlı ve adil olmayı bir hayat tarzı haline getirmek zorundadırlar. Çelişik, zikzaklı fikir ve ameller Müminlere yakışmaz. Ölçüler bellidir ve değişmez. Şartlar değişebilir, zorluklar artabilir, imtihan güçleşebilir ama ilkeler değişmez, aynen korunmak zorundadır. Ne ödenen bedellerin ağırlaşması, ne de umulan faydaların büyüklüğü, cazibesi iman sahiplerini ölçüsüzlüğe sürüklememelidir.

Rabbimiz bizleri adaletten ayırmasın; bizleri tutarsızlıklara, inancı ile amelleri arasında kopukluk bulunanların durumuna düşürmesin; inandığımız gibi yaşayıp, imanla ölmeyi nasip etsin!

 

YAZIYA YORUM KAT

3 Yorum