1. YAZARLAR

  2. Richard Falk

  3. Diplomasi yerine askerî güç tehlikesi
Richard Falk

Richard Falk

Yazarın Tüm Yazıları >

Diplomasi yerine askerî güç tehlikesi

26 Ağustos 2008 Salı 13:21A+A-

Olaylar zincirinin zamanlamasına dikkat etmemek çok zor. Gürcistan'ın G.Osetya'ya karşı saldırganca bir tutum alması, tam da Rusya'nın post-Sovyet kaslarını bükmeye başladığı ve jeopolitik alandaki kendine güvenini ve hırslarını geri kazandığı bir döneme denk geliyor.

Bu, muhtemelen, geniş enerji rezervlerinin maddî değerinin artmasıyla yeni bir destek kazanan son yıllardaki hızlı ekonomik büyümesinin bir yansıması. Her ne kadar Rusya'nın derhal ve gayet organize bir şekilde müdahale etmesi, Moskova'nın gücünü göstermek ve Gürcistan'ın egemenlik haklarına meydan okumak için fırsat kolladığı şüphesine yol açsa da, Putin'in daha iyi bir insan hakları siciline sahip ılımlı bir lider olması durumunda bile, Gürcistan'ın 7 Ağustos günü G.Osetya'da yaptığı sert provokasyonlar Rus gücünün bir şekilde gösterilmesine sebep olurdu. Bu anlamda, özellikle ABD'nin, sert sözler ve insanî yardımın ötesinde Gürcistan'a arka çıkma konusundaki yetersizliği göz önünde bulundurulursa, Saakaşvili'nin Putin/Medvedev hükümetine açık düşmanlığı, Rusya'nın işine yaramış gibi. Tüm bunları dikkate aldığımızda, G. Osetya'nın, hatta Gürcistan'ın bile, Soğuk Savaş döneminin en korkunç günlerini hatırlatmaya başlayan daha büyük bir jeopolitik satranç oyununun bahtsız piyonları olduğu açıkça ve acıklı şekilde ortaya çıkıyor.

Aynı zamanda, hem bölge hem de dünya barışına ve ayrıca dünya halklarının esenliğine ciddi tehlike oluşturan bir sürece, birbirine zıt iki jeopolitik mantığın karşılıklı güç oyunlarına şahit oluyoruz. Rusya'nın tavrı, sınırına yakın ülkelerde istikrarlı ve dost bir emniyet şeridi yaratmaya yönelik geleneksel politikasını yansıtıyor. Bu, sık sık komşularının egemenlik haklarıyla çatışan, hem korkmalarına hem de öfkelenmelerine yol açan bir kavram olan tarihsel nüfuz alanının yeniden gündeme gelmesi anlamına geliyor. Bu bağlamda, Rusya'nın tavrını, "yakın çevresi" denilen bölgede 1992'de Sovyetler Birliği'nin yıkılmasından sonra büyük ölçüde kaybettiği dolaylı kontrolü yeniden kurma çabası olarak değerlendirebiliriz. NATO'nun Doğu Avrupa ülkelerine doğru genişlemesi ışığında, Rusya'nın, eski Sovyet cumhuriyetlerinin öncelikli meselesi olduğunu ortaya koyması, Moskova'nın, ABD ile ilişkileri soğutmak da dahil olmak üzere, bu uğurda ciddi bir bedel ödemeye hazır olduğunu ortaya çıkarıyor. Rusya'nın Gürcistan'daki tavrı, hiç kuşkusuz, güney sınırındaki diğer komşularına, özellikle de Ukrayna'ya, Washington'la çok kuvvetli bağlar kurmamaları hususunda uyarı anlamını taşıyor. Rus-ABD çatışması, özellikle, eski Sovyet cumhuriyetlerinin demokratikleşmesi niyetinin altını sıkça çizen Bush yönetimi sırasında bir hayli ilerledi. Gürcistan, bu politikanın başarısının parlak örneği olarak görülüyordu. Moskova açısından ise demokrasi olarak sunulan paket, Rus karşıtı gizli bir gündeme sahip olan bir Amerikanlaşma süreci olarak algılanıyordu. Bu açıdan, ABD'ye bağlılığını gizlemeyen, hatta Irak'a 2.000 asker gönderen Saakaşvili, Washington için ideal, Ruslar açısından da muhtemelen olabilecek en kötü lider. Rusya'dan aşağılayıcı sözlerle bahsetti ve Rusya'nın en korktuğu şeyi yapmak, Amerika'nın küresel güvenlik projesinin bir parçası olan askerî kuşatma sürecine katılmak konusunda bir hayli hevesli davrandı. Rusya'yla karşılaştırıldığında, Sovyetlerin dağılmasından bu yana Washington, tüm dünyayı jeopolitik oyun alanı olarak ve terörle küresel planda mücadele savaşının parçası olarak değerlendiriyor. Rusya'nın sınırlı bölgesel çıkar alanı mantığıyla karşılaştırıldığında ABD, daha küresel bir emperyal mantıkla hareket ediyor. Bu verilerle düşündüğümüzde Gürcistan, hem Rusya'nın nüfuz alanına giriyor hem de Amerika'nın, coğrafî sınırları ve yasal statüsü olmayan küresel bir imparatorluk yaratma girişiminde bir cephe. Tüm dünya Washington'ın "yakın çevresi". Devam etmesine izin verilirse, bu gerilim, Soğuk Savaş döneminde kalan silahlanma yarışını ortaya çıkarabilir ve Doğu-Batı çatışmasının dehşetini ve elde nükleer silahların da olduğu bir büyük güçler savaşı tehlikesini yeniden ortaya çıkartabilir. 11 Eylül saldırılarından bu yana, dünya barışı açısından, yaşadığımız en uğursuz dönem olduğu söylenebilir.

Endişe duymamız gereken, nispeten daha hafif bir tehlike daha var. Rusya, BM'nin izni olmaksızın, dolayısıyla uluslararası hukuku ihlal ederek, savunma amaçlı olmayan güç kullanan büyük güç olma noktasında ABD'ye katılmış oldu. Böylelikle, 2003 yılında, Bush yönetiminin, Irak'ın kitle imha silahlarına sahip olması ve Bağdat'ın dış güçlere karşı güç kullanma konusundaki istekliliği nedenleriyle savunmaya yönelik bir 'önleyici savaş'ın koşulları bulunduğu iddiasının BM Güvenlik Konseyi'nce reddedilmesine rağmen Irak'ı işgal eden ABD'nin pervasızlığına kendi sorumsuzluğunu da eklemiş oldu. Bu açıdan, Güney Osetya'daki olayların etrafında dönen kriz, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra benimsenen, yerine getirilmeyen ama tam olarak vaz da geçilmeyen modeli, kendini savunmak zorunda kaldığı durumlar dışında, hükümetlerin savaş seçeneği konusunda sağduyulu olması kuralını ciddi şekilde tehlikeye atıyor. Rusların Gürcistan'da bu şekilde davranmasını, NATO'nun Sırbistan ve Kosova konularındaki tutumuna muhalefetine bağlayabiliriz. 1999'daki NATO savaşının ardından Batı, tarihî açıdan çok uzun zamandır Sırbistan'ın topraklarında bulunan Kosova'nın de facto bağımsızlığını destekledi. Geçtiğimiz yıl içinde de Kosova'nın tek yanlı bağımsızlık ilanına ve egemen devlet muamelesi görme isteğine diplomatik destek verdi. Kosova deneyimi Rusya'ya, G.Osetya ve Abhazya'da takip edebileceği bir öncül vermiş oluyor ve hem Gürcistan'a hem de ABD'ye "etme bulma dünyası" dersini veriyor.

Rusya'nın yeniden canlanması, her şeyden evvel, geçtiğimiz yüzyılın önemli kısmına damgasını vuran rekabetin yine ciddiye alınması gerektiğini gösteriyor. Rusya artık yok sayılamaz. Bunun yol açacağı ideal durum, tehlikeli jeopolitik girdabın tehdidindeki ülkeleri, BM'nin otoritesine ve uluslararası hukuka uygun davranmaya itmesi olacaktır. Ama bu olmazsa, ki pek olacak gibi değil, hem Moskova'nın hem de Washington'ın, süper güçler olarak birbirlerinin temel çıkarlarına saygı göstermesi, Berlin Duvarı'nın yıkılmasından beri ilk defa olarak bu kadar hayatî öneme sahip. Bölgesel ve emperyal jeopolitik arasındaki bu çatışmada tarafların karşı karşıya gelmesini engellemenin yolu yok ama diplomasi en azından, G.Osetya ve Gürcistan meselesinde olduğu gibi, tüm kartların ortaya dökülmesini engelleyebilir. Sonuçta, 21. yüzyılda barış ve adalet beklentisi, egemenlik haklarına saygıya ve jeopolitiğin reddedilmesine bağlı. Ama henüz orada değiliz. Ve bu gelişmeler, dünyanın yeniden jeopolitiğin en tehlikeli haline, uluslararası meselelerde güce güvenme mantığına doğru gitmekte olabileceğini gösteriyor.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT