1. YAZARLAR

  2. Melih Altınok

  3. 7 Şubat’ın sene-i devriyesinde Vaka-i Hayriye ve kişisel bir hikâye
Melih Altınok

Melih Altınok

Yazarın Tüm Yazıları >

7 Şubat’ın sene-i devriyesinde Vaka-i Hayriye ve kişisel bir hikâye

08 Şubat 2015 Pazar 20:37A+A-

7 Şubat 2012’de Cemaat tarafından tasfiye edilmeye çalışılan MİT Müsteşarı Hakan Fidan üç yıl sonra yine bir 7 Şubat’ta kendi isteğiyle görevini bıraktı. Fidan önümüzdeki seçimlerde AK Parti’den milletvekili adayı olacak.

Fidan, Oslo’da başlayan ve Çözüm Süreci ile devam eden müzakere perspektifinin en hayati aktörlerinden. Entelektüel, karizmatik ve demokrat kişiliğinin yanı sıra en zor zamanlarda sergilediği cesur tavırlarıyla herkese güvenilirliğini kanıtladı. Halkına karşı örgütlenmiş bir yapıyı, olması gerektiği meşru hâkim iradenin hanesine kaydetti. IŞİD’in rehin aldığı 49 diplomatın kurtarılması gibi başarılı operasyonlara imza attı. MİT’in uluslararası arenadaki prestijini yükseltti.

Fidan’ın varlığının, AK Parti’nin önümüzdeki dönemde en çok ihtiyaç duyacağı etkin siyasi aktörler açığını çok büyük oranda kapatacağını düşünüyorum. Eminim, partideki 3 dönem sınırı nedeniyle Shakespeare'in “olmak ya da olmamak” dizelerine sarılanlar da şimdiden Can Yücel’i hatırlamışlardır. Soneye “Bir ihtimal daha var…” diye devam ediyorlardır.

Neyse, biz yolu gerçek anlamda açık olanlarla devam edelim. Fidan’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanı sıra Başbakan Ahmet Davutoğlu ile de arası çok iyi. Fidan sonrası Çözüm Süreci’nin akıbetine dair kaygılar ise yersiz. Zira bir süredir işin bürokrasi ayağında Kamu Güvenliği Müsteşarlığı önemli oranda inisiyatif almış durumda. MİT Müsteşar Yardımcılığı dönemindeki pratiklerinin ardından Kamu Güvenliği’nin başına getirilen Muhammed Dervişoğlu da bu iş için biçilmiş kaftan.

Kaldı ki Fidan yalnızca MİT’teki mesaisinde değil, Başbakanlık Müsteşarlığı döneminde de Çözüm Süreci’nin içindeydi. Şimdi de deneyimleriyle, artık Oslo perspektifinden çıkıp siyasi bir mecraya giren Çözüm Süreci konusunda hükümetin en ağır toplarından olacaktır.  Kuşkusuz, hükümetin, Başbakan Davutoğlu’nun dışişleri bakanıyken zirveye taşıdığı hariciye çıtası için de yapacakları olacaktır.

İpler o zaman kopmuş

Evet bu konu hakkında daha çok konuşacağız. Şimdi izninizle Pazar yazısı konforundan yararlanıp, biraz içime döneyim.

Tam üç yıl önce MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağrıldığı haberinin gündeme nasıl bomba gibi düştüğünü hatırlıyorum da... Bu da nereden çıkmıştı? Kafalar karışıktı. Zira özel yetkili Savcı Sadrettin Sarıkaya’nın “sinsi” telefonuyla ifadeye çağrılan kişi, müzakere sürecindeki performansı tüm barış ve demokrasi yanlılarının takdirini kazanan bir isimdi. Ufak tefek soru işaretleri olsa da o zaman tüm demokrat çevrelerin sempatiyle baktığı Cemaat, bu denli açık bir düşmanlığa kalkışabilir miydi?

Ancak “dönemin Başbakanı" Erdoğan, ameliyat masasında olduğu saatlere denk getirilen bu tasfiye operasyonuna karşı cesur ve net bir tavır sergiledi. Herkesin bir duralım diyerek ağzı açık gezdiği bir atmosferde “kimse ifade vermeye gitmiyor” çıkışını yaptı.

Daha sonraları öğreneceğimiz üzere Erdoğan, MİT operasyonu öncesinde paralel yapının kendisine uzanacak bir darbe girişiminin startını verdiğini öğrenmişti. Ofisinde bulunan dinleme cihazlarını kimin yerleştirdiğini öğrenmesi kuşkusuz ki aydınlanmasının anahtarıydı.

O günlerden kısa bir süre öncesine kadar, Kürt sorununda siyasi çözüm ve müzakere perspektifinin bayraktarlığını üstlenen gazetem eski Taraf’a da bir hâller olmuştu. Yasemin Çongar bile “dünyadan benzeri örnekler” eşliğinde Erdoğan’ın dik duruşunun doğuracağı olumsuz sonuçlardan bahsediyordu.

Hakkaniyetin bertaraf dinamiği

Bilmiyorum, belki o dönem Ankara’da gazetecilik yapmamın “farkındalığından”, belki de Çözüm Sürecine karşı hassasiyetim nedeniyle gazetemle ters düştüm.

Yakın çevremin “fazla abartıyorsun” uyarılarına aldırmadan, operasyonun hemen ertesinde şu satırları yazdım:

“MİT operasyonunun, teşkilatın suça bulaşmış unsurlarına yapıldığını, hedefin Fidan olmadığını iddia edenlerin 'deliller var, bir anlatırsak dudağınız uçuklar' açıklamaları dışında henüz somut bir şey görebilmiş değiliz. Kaldı ki bazı MİT’çilerin örgüt içerisine sızdığı ve PKK’li gibi hareket ettiği kanıtlansa bile bu ancak bizlerin ya da hükümete hâkim zihniyetin iddia ettiği gibi, Ergenekon’un bir pisliğinin daha ifşası anlamına gelir. Ayrıca savcıların, reform sürecinin MİT’teki yansımasını ifade eden ve geçmiş dönemi temsil etmeyen Hakan Fidan’ı ifadeye çağırması da bu iddiaları boşa çıkartıyor. Bence bu iddialar yapılan yanlışın tadını düzeltmek için servis edilen soslar. Kişisel kanaatim Fidan operasyonunun müzakere yönteminin tamamen mahkûm edilmesini isteyen Cemaatin inisiyatifiyle başladığı yönünde…

Yazıyı yazdığım saatlerde gelen habere göre MİT Müsteşarı Fidan ifadeye icap etmeyecek gibi. Bu çok olumlu bir tavır. Askerî vesayetin üzerine gidilmesi gerektiğini savunurken, Kürt sorununda müzakereci zihniyete başından beri karşı olanların girişimi olan Fidan’ın ifadeye çağrılması operasyonuna bir kararlılık yanıtı bu. AKP kurmaylarından birbiri ardına gelen Fidan’a ve dolayısıyla reform sürecine uygun olarak yeniden yapılandırılmaya çalışılan yeni MİT’e destek açıklamaları da son derece olumlu...”

Elbette hiçbir “çıkıntılık” cezasız kalmazdı. Bu ve devam eden benzeri çıkışlarımın ardından artık Taraf’ın üvey evladıydım. Erdoğan’ın Çözüm Süreci’ni ilan ettiği Aralık 2012’den 4 ay kadar önce AK Parti’nin 63 maddelik eylem planını yazmamla ise kavga su yüzüne çıktı. Çözüm Sürecinin “ışığını gördüğüm” bir yazı üzerine, kişisel olarak çok sevdiğim ve saygı duyduğum Ahmet Altan beni “diktatörümü övmekle” suçlayan çok ağır bir yazı yazdı. Ardından, benim ve Yıldıray Oğur’un aleyhine yazı yazmayanların parmakla gösterildiği günler başladı gazetede. Ta ki “Bu kış Erdoğan Kürtleri katletmeye hazırlanıyor” diyenlerin değil, “barış süreci başlıyor” diyenleri haklı çıkartan Çözüm Süreci’nin ilan edilmesine kadar. Sonrasını biliyorsunuz...

Elbette herkesin hikâyesi kendine. Ama hakkaniyetin terazisi er ya da geç dengeye duruyor. Halkın egemenliğini, barışı ve çözümü savunanları demokrasiye, dostluğa ve hiçbir hukuka sığmayacak yöntemlerle tasfiye etmeye çalışanlar er ya da geç bizzat kendileri bertaraf oluyor.

TÜRKİYE

YAZIYA YORUM KAT