1. YAZARLAR

  2. Bejan Matur

  3. Yoksullar üzerinden güç muhasebesi
Bejan Matur

Bejan Matur

Yazarın Tüm Yazıları >

Yoksullar üzerinden güç muhasebesi

03 Kasım 2010 Çarşamba 14:18A+A-

Taksim, her günün yeri. Kıyısından, ortasından geçtiğiniz, geçmek zorunda kaldığınız meydan. Yüklendiği politik anlamla daha da anlamlı tek yer.

Orada İstiklal boyunca devam edip meydanda biten yürüyüşlere bakarak ülkenin gidişatı hakkında fikir sahibi olmanız işten değil!

Organize yürüyüşlere baktığınızda hangi meselenin muhatabı kimdir, hepi topu kaç kişidir kolaylıkla anlarsınız. Taksim'den başlayarak Anadolu'nun uzak köşelerine uzanan duyarlıkların ipuçları o yürüyüşlerde özetlenir; Ceylan için beş bin kişi, anadil için yedi bin, Ergenekon için yüz kişi. Neredeyse on yıllardır Galatasaray meydanında bekleyen Cumartesi Anneleri ise adeta meydanın mütemmim cüzüdür.

Taksim Meydanı'ndaki heykelin Cumhuriyet'in başlangıcını, tazeliğini hatırlatması başka bir hoşluk! Heykelin önüne bırakılan çelenklerin biriktirdiği sembolizmden Taksim'in anlamı doğar. İnsanoğlunun meydanlarda bulduğu rahatlığın arkaik köklerine kadar giden anlamdır o. Taksim Meydanı devamla herkesin kendini bulduğu, bulmak istediği yerdir.

Gelen telefonlardan ve kız kardeşimin kaygılı sesinden bir patlama olduğunu anladığımda Taksim Meydanı'na çok da uzak olmamanın suçluluğunu yaşadım. Suçluluk, yerini daha sonra üzüntüye bıraktı. Dağılan insan bedenleri nasılsa sayıya gelmeyecekti. Meydana dağılan kan, yaşayanları oradan uzak tutacaktı. Kan konuşacaktı.

Basına yansıyan fotoğraflara ister istemez baktım. Bombacının artık ölü olan yüzüne. Açık kalmış gözlerine. Kandırılmış olduğu söylenen açık gözlere. Ne uğruna? Bize söylenen tam da bilmediğimiz hikâyenin gerisinde daha acı bir yan var; eylemi yapan ne uğruna yaptığını göstermeye bile layık görülmemiş. Bir canlı bombanın verecek mesajının olmaması sahiden trajik!

Düşünsenize kendi bedeninizi yok edecek kadar bir ideale inanıyorsunuz. İnandırılıyorsunuz. Zamanı geldiğinde, verilen düzeneği yüklenip gösterilen hedefe, hedefin içindeki polislere yöneliyorsunuz. Ama patlamadan geriye kalan tek bir mesaj yok. Tek bir cümle, söz yok. Ne uğruna yaptığınız bilinmiyor. Hatta kimin adına yaptığınız da. Falanca örgüt mü, başkası mı tartışması sürerken polisin basınla paylaştığı bilgiler kalıyor geriye. Morgdan alınmış 'terörist' görüntüsü kamuoyuna yansıyor.

Bunların hepsi mümkün. Ama şunu kim açıklayabilir? Bir intihar bombacısının bedenini parçalayacak kadar inandırıldığı gerçek ne olabilir? Böyle bir geçek var mı? Terör belki de tam olarak budur. Tıpkı faşizmde olduğu gibi, hedefte olanların belirsizliğidir asıl hedef. Bu hedefi tutturmada başarılı olunduğu ortada. Dün itibarıyla yolunuz Taksim Meydanı'na düştüyse, daha önceleri daha az yer kaplayan polis bariyerlerinin ne kadar yayıldığını fark edersiniz. Bizans döneminden kalan duvarın önünde konuşlanan Çevik Kuvvet'in, kendini korumaya almak için demir çitleri heykelin olduğu alana kadar genişlettiğini görmek ibret verici.

Terör, hedefini böylece oluşturuyor. Polisiye tedbirler ve askerî alanlar arasında zayıflayan sivil hayat korkularla donatıldığında terör hedefini tutturmuş oluyor.

Bu vesileyle Henry Barkey önemli bir tespitte bulundu; varoşlardaki kandırılmaya hazır, saf, yoksul çocuklardan söz etti.

Taksim'de yaşanan canlı bomba örneğinde görüldüğü gibi, devletin gizli kademelerine verilecek bir mesaj için yoksul çocukların bedenini kullanmanın vahşeti hiçbir gerekçeyle açıklanamaz.

Güç odakları arasındaki iktidar çekişmesinde muhasebenin yoksul insan bedenleri üzerinden yapılması sahiden hazin!

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT