1. YAZARLAR

  2. Kürşat Bumin

  3. Yanlış sorulara yanlış cevaplar
Kürşat Bumin

Kürşat Bumin

Yazarın Tüm Yazıları >

Yanlış sorulara yanlış cevaplar

07 Haziran 2009 Pazar 03:42A+A-

Son günlerde çok sayıda kalemin "eller tetikten çekilsin" ana fikri etrafında yürüttüğü tartışmaya, Hürriyet'ten Metehan Demir'in Washington'da gerçekleştirdiği röportaj ile Genelkurmay Başkanı Başbuğ da katıldı.

"Eller tetikten çekilsin" ana fikri etrafında gelişen tartışma, söz konusu röportajda şöyle bir soru cümlesi ile toparlanmış:

"PKK'nın ateşkesinden yola çıkarak, silahların tamamen ve karşılıklı susması gerektiğinden bahsediliyor. Ayrıca, 'TSK da operasyonları durdursun' diyenler var. Mesela, TSK birlikleri, PKK unsurları ile karşılaştığında görmemezlikten gelebilir mi?"

Görüyorsunuz; sorunun ilk yarısı tartışmayı fena olmayan biçimde özetlerken, "Mesela" ile başlayan son bölümü, -bugüne kadar bu ya da buna benzer tek bir istek dile getirilmediği hatırlanırsa- tamamen "hayal mahsulü" bir hal almış.

Ülkenin Genelkurmay Başkanı'na yöneltilen "TSK birlikleri PKK unsurları ile karşılaştığında görmemezlikten gelebilir mi?" bir sorunun kaç türlü cevabı olabilir ki!

Böyle bir soruyu bırakın Genelkurmay Başkanı'nı, sokaktan çevirdiğiniz herhangi bir vatandaşın bile, "İyi olur ya! TSK birlikleri PKK unsurları ile karşılaştıklarında görmezlikten gelip ıslık çalmaya başlasalar silahlar hemen susar!" şeklinde cevaplayabileceği mi düşünülüyor yoksa?

Ancak dikkat ederseniz, "eller tetikten çekilsin" ana fikri etrafında gelişen tartışmada bu "hayal mahsulü" soru ve benzerleriyle çokça karşılaşıyoruz. Bu tür sorular çoğu zaman, yararlı olabilecek bir tartışmayı saçmaya indirgemeye hizmet ediyor.

"Taraflar silah bıraksın" mı dendi? Cevap hazır hemen "Taraflar demek doğru değil, taraf diyeceğiz."

"Silah bırakmak gerekli" mi dendi? Cevap yine hazır: "PKK tabii ki silah bırakacak, ama TSK'nın silahsızlanması söz konusu olabilir mi?"

"Şu kritik dönemde operasyonlar dursun" mu dendi?

İsterseniz bu soruya da, Genelkurmay Başkanı Başbuğ, Hürriyet'e verdiği röportajda yer alan açıklamalarıyla cevap versin:

"Bize bu konuda kimse akıl vermesin. Ne dururum, ne de teröristler gelsin diye beklerim. Aksine gider, arar, bulur ve yok ederim. (…) teröristlere karşı kimse TSK'den barış adına operasyon yapmamasını, sessiz kalmasını veya bir köşeye sinmesini beklemesin."

Görüyorsunuz; "tek yol"da ısrar eren –ve kimsenin "akıl vermesini istemeyen"- bu cevap bir bakıma yanlış sorunun ("hayal mahsulü" sorunun) bir eseridir. Bugüne kadar hiç kimse TSK birliklerinin PKK unsurları ile karşılaştığında görmemezlikten gelmesini ya da "bir köşeye sinmesini" istemedi ki.

Nitekim, DTP cenahından bu tür değerlendirmelere ilişkin yapılan açıklamada, haklı olarak, "DTP ve aydınların 'operasyonların durması' çağrısı, 'ordunun silah bırakması' olarak anlaşıldı" denerek, durum "şaka gibi" ifadesiyle karşılandı.

Demek ki, "eller tetikten çekilsin" ya da "operasyonlar dursun" gibi çağrıları değerlendirirken, tartışmaya "yanlış sorular" ile başlamak kaçınılması gereken ilk iş. Soruyu doğru soracaksınız ki, aldığınız cevaplar da değerlendirmeye değer olsun.

Ancak şunu da unutmayalım: Genelkurmay Başkanı'nın tartıştığımız konu çerçevesinde röportajda dile getirdiği düşünceler, sadece bu "yanlış soru"nun bir eseriymiş gibi görünmüyor. Org. Başbuğ, "Arar bulur yok ederim" derken kendisini o derece "bağımsız" (ya da daha doğrusu "serbest") hissediyor ki, sanırsınız ki bir demokraside değil bir "stratokrasi"de ("ordu"nun "kratos"u yani) görev yapıyor.

Mesela, gazeteci Murat Karayılan'ın yakınlarda çokça konuşulan açıklamalarını hatırlatınca, "Umurumda değil. Herhalde, Türkiye'de süreci bir terörist ve açıklamaları belirleyecek değil. Ya da onun açıklamalarını bizim muhatap alacak halimiz yok" diyor.

Tamam, Genelkurmay Başkanı burada, -belki- şöyle akıl yürüttüğü için haklı olabilir:

Karayılan ile soru bana sorulur mu? Sorulursa bundan farklı bir cevap vermem mümkün mü?

Ayrıca doğru; "Türkiye'deki süreci bir terörist ve açıklamaları belirleyecek değil" tabii ki.

Ama biz bu konuyu konuşmuyoruz ki… "Türkiye'deki süreci" kimin tayin edip edemeyeceği meselesini tartışmıyoruz ki… Biz sadece, PKK'nın silahlı unsurlarını yöneten bir kişinin bir "ebedi barış" döneminin başlaması yönünde dile getirdiği beklentilerinin nasıl değerlendirilmesi gerektiğini tartışıyoruz.

Dolayısıyla, Başbuğ'un (bu sefer Washington'daki basın toplantısında) söylediği gibi "Terör örgütüyle devlet ilişki kurmaz, tartışma yapmaz, diyalog olmaz. (…) Devlet terör örgütünü ne muhatap alabilir ne ilişkiye girebilir" açıklamasıyla dile getirdiği tutum, artık çoktandır miadını doldurmuş bir tarza işaret etmiyor mu? Yani bir bakıma, "burnundan kıl aldırmayan" bir devletin benimsediği tarza.

Oysa, "devlet" söz konusu olduğunda bu "mağrur" tutumun terk edilmesi gerekmiyor mu?

Bize ne devletin "mağrur" olup olmamasından. Düşünmemiz ve bir an önce gerçekleştirmemiz gereken ödevimiz, bugüne kadar şu kadar insanın hayatına mal olan savaşa bir an önce son vermek değil mi?

Başbuğ'un şu açıklamasını da –doğrusu- beğenmedim: "Defalarca söyledim. Türkiye, maalesef terörle yaşamak zorunda. Ama bunu tepe noktalardan alt noktalara indirmemiz gerekiyor."

Demek ki, İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın önceki gün yaptığı "Avrupa'nın en güvenli ülkesiyiz" açıklaması bizi uyutmak amacını taşıyormuş…

Demek, üzgünüz ama, maalesef terörle yaşamak zorundayız.

Ben açıkçası, Genelkurmay Başkanı'nın ülkenin istikbaline yönelik bu değerlendirmesinin de yerinde bir tespit olduğunu sanmıyorum. Ne yani; "Türkiye'nin dünyadaki benzersiz yeri" filan diyerek övünürken , şimdi de sıra "üzgünüm ama maalesef terörle yaşamak zorundayız" gerçekçiliğine mi geldi?

YENİ ŞAFAK

YAZIYA YORUM KAT