1. YAZARLAR

  2. Muhammed Nureddin

  3. Türkiye'nin tarihî sorumlulukları
Muhammed Nureddin

Muhammed Nureddin

Yazarın Tüm Yazıları >

Türkiye'nin tarihî sorumlulukları

09 Ağustos 2009 Pazar 00:12A+A-

Ahmet Davutoğlu, dışişleri bakanlığına gelmesinden bu yana Ortadoğu'dan Balkanlar'a ve Avrupa'ya kadar dikkat çekici bir hareketlilik içinde. Bu ziyaretlerde Türk bakanın üç kıta Asya, Afrika ve Avrupa'yı saran imparatorluğun şaşaalı günlerinde yer almış bölgelere yönelik bakış açısı dikkat çekiyor.

Kısa bir süre önce Sırbistan'a yaptığı ziyaret sırasında Ahmet Davutoğlu, bir parçası Sırbistan'da bulunan Sancak bölgesini ziyaret ederken bölgenin Karadağ Cumhuriyeti'nde bulunan diğer kesimini de ziyaret etti ve Osmanlı ecdatlarının bu bölgeleri yönetimiyle ilgili tarihî en ince ayrıntıları takip etti.

Çalışkan ve kültürlü bakan yolculuğunu tamamladı. Osmanlı seyahatini bu kez Suriye'de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Halep ziyaretine eşlik ederek sürdürdü. Halep'in herkesin bildiği üzere Türklerin kalbinde özel bir yeri var. Şiirlerinden büyük bir oranı Halep hakkında yazıldı ve edebiyatçılarından birçoğu Halep'te doğdu. Ayrıca Halep, Türk atasözlerine girdi. Ziyaretin bitişinde Davutoğlu Halep'e ve Gaziantep'le ilişkisine işaret etti. Halep'in Gaziantep'e Fas veya hatta Mısır'daki Arap kentinden yakınlık boyutunu ve ayrıca Gaziantep'in Halep'e Ankara veya İstanbul halklarından daha yakın olduğunu birçok kez ortaya koydu.

Son Lübnan ziyaretinde bakan konulara yaklaşımı içinde bu altın 'tarihsellik' kuralı dışında kalmadı. Türk bakanın Beyrut ziyareti sırasında medyadan uzakta 1,5 saat süren oturumda kendisiyle görüşen az sayıdaki gazeteciden biriydim. Bakan Davutoğlu'yla ilk görüşmem değildi bu. Kendisi eski şahsi bir dostumdu ancak bir kez daha ve daha da geniş biçimde bakan, Türkiye'nin sadece Arap veya İslam dünyasıyla değil, kendi bölgesel muhitiyle ilişkilerindeki tarihî ve kültürel boyutuna yoğunlaştı. Ahmet Davutoğlu görüşmenin yarısından fazlasını bu yöne ayırdı, doğuda Çin'den batıda Saray-Bosna'ya kadar ziyaret ettiği birçok bölgedeki Müslüman ve Türk şehirlerinin kültürlerinde gezindi. Türk bakanın kendi coğrafî ve tarihî derinliğine yönelik bu Türk ilgisi için belirlediği adres, Türkiye'nin uluslararası şartlar gereği ilişkisini kesemeyeceği tarihî 'sorumlulukları' miras bıraktı. Zira Uygurlu Müslüman, Çin'den kaçmak veya sığınmak isterse İstanbul'a geliyor. Bulgar Türk'ü seksenlerin ortasında Todor Jivkov yönetimi sırasında komünist fırtınadan İstanbul'a kaçtı. Bosnalı ve Kosovalı için İstanbul bir sığınak oldu. Hatta doksanların başında Irak Kürt'ü dahi Suriye veya İran'a değil, Türkiye'ye kaçtı. Celal Talabani ve Mesud Barzani'nin pasaportları bunun kanıtı.

Ahmet Davutoğlu'nun bahsini ettiği Türkiye'nin tarihî sorumlulukları Osmanlı İmparatorluğu yönetimi altında olmuş halklar arasında ayırmayan birleştiren bağlar ve müşterekler anlamına gelmekte sadece. Coğrafî anlam dışında Osmanlı ruhuna dönme amaçlı Türk çabası oldukça güzel ve bunu ilk düşünen AK Parti değil, merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal'dı. Onun döneminde Soğuk Savaş'ın bitişi sonrası bu kavram bilindiği şekliyle ortaya çıktı.

Bölünme çağında olumlu ve birleştirici anlamıyla Osmanlı modeline itiraz etmiyoruz; ancak bu model özgürlük, demokrasi, eşitlik ve eşit vatandaşlık konularında çağdaş değerler taşımadığı takdirde eksik kalacaktır. Kanımızca Türkiye'den dışarıda Osmanlı modelinin ruhuyla iştigal etmekten daha fazlasıyla özellikle de Kürtler, Ermeniler, azınlıklar, başörtüsü özgürlüğü konularında içeride böyle bir modelle iştigal etmesi istenmektedir. Zira Türkiye'nin dışarıdaki rolü ne kadar büyüyüp yükselirse yükselsin içeride güçlü, ikna edici ve çağdaş bir model arkasında bulunmadıkça başarılı olmaz veya devam etmez. Maalesef şu ana kadar içerideki bu güçlü model sağlanmış değil.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT