1. HABERLER

  2. HABER

  3. Tek Parti devrinde “dışarıdan tek kuruş borç alınmadı” efsanesi
Tek Parti devrinde “dışarıdan tek kuruş borç alınmadı” efsanesi

Tek Parti devrinde “dışarıdan tek kuruş borç alınmadı” efsanesi

Mustafa Armağan resmi tarihin kalıp düşüncelerini sorguluyor.

21 Ağustos 2022 Pazar 15:31A+A-

Mustafa Armağan / Yeni Akit

Tek Parti devrinde “dışarıdan tek kuruş borç alınmadı” efsanesi

1940 yılının 29 Ocak’ında çıkan Akşam gazetesinden bir haber başlığı gözüme çarptı: 

“Ankara’ya 55 ton külçe altın geldi: Dün Ankara’da Merkez Bankasınca tesellüm edildi (teslim alındı).” 

Haberin devamı da ilginç. Şöyle:

“Londra anlaşmaları mucibince (gereğince) İngiltere’nin bize ikraz ettiği (borç verdiği) 15 milyon sterlinge mukabil altın bugün Cumhuriyet Merkez Bankasınca tesellüm edilmiştir. 

Bank de Frans erkânından iki zatın nezareti altında Suriye yoluyla ve hususî trenle şehrimize getirilen bu altınlar külçe halinde olup 55 ton ağırlığındadır. Heyet-i umumiyesi (tamamı) 1114 sandık teşkil etmekte idi.”

1940 yılının ilk ayında, üstelik bir yıldır Almanya’ya karşı savaş açmış olan İngiltere’nin nereden aklına esmiştir de Ankara’ya 55 ton altın borç vermiştir? İlgimi çekti. Araştırdığımda daha ilginç sonuçlara ulaştım. Meğer ne borçlar alınmış…

Hem gerçekle alakaları tamamen kesilmiş bulunan Kemalistler ikide bir “Atatürk zamanında dışarıdan tek kuruş borç almadan şöyle kalkınmıştık, böyle ilerlemiştik, hatta dünyaya uçak bile ihraç ediyorduk” yollu şişinmelerine dair de bir cevap olur diye doğrudan sol/Kemalist kesimin de itibar ettiği kaynaklara istinad ederek bir efsaneyi daha silkeleyeceğiz. 

Önce 1940 yılındaki 55 ton altın meselesine bakalım:

2. Dünya Savaşı döneminde, 1939’da Fransa ve İngiltere ile yapılan üçlü yardım paktına (anlaşmasına) dayanarak üç ayrı borçlanmaya gidilmiştir: 

1939 yılında İngiltere’den alınan silahlanma kredisidir ki en büyüğüdür,

1940’da altın borçlanmasına gidilmiştir,

Gene aynı yıl kliring yani takas borçlanmasına gidilmiştir.

Prof. Dr. Kenan Bulutoğlu’nun Türkiye’de Yabancı Sermaye adlı kitabından aldığımız bu malumata şunlar ilave edilmelidir:

“Ancak savaş şartları altında, bu kredilerin pek büyük bir kısmı kullanılamamıştır. Türkiye’ye bu yoldan sözleşmelerle vadedilen kaynakların ancak pek azı fiilen girmiştir. Aynı şekilde 1942 yılı sonunda Almanya ile aktedilmiş olan 100 milyon marklık silahlanma kredisinin (TL karşılığı 45,5 milyon) gene pek az bir kısmı fiilen silah alınmasında kullanılmıştır.” (Gerçek Yay., 1970, s. 114) Ayrıca, ABD’den “ödünç verme ve kiralama kanunu” uyarınca 95 milyon dolarlık askeri yardım sağlanmıştır.

İşte CHP’li demagogların ‘Biz Demokrat Parti’ye tonlarca altın bırakmıştık’ diye efelendikleri altının hikâyesi böylece çözülüyor. Onlar İngiltere’den borç olarak alınmış ama savaş şartları içinde kullanılamadan kalmış altınlardı, kaldı ki 1950’ye doğru bunların çok büyük bir hızla eridiği de bilinen bir gerçekti. Nitekim 30 Nisan 1948 tarihli Hergün gazetesi haykırıyordu: 

“Dövizler ne oldu? Merkez Bankasının altın stokları çok azaldı. Bunlarla memleketin ihtiyacı olan maddeler mi yoksa lüks maddeler mi ithal edildi?”

Peki, Atatürk döneminde durum ne?

‘İnönü devrini anladık da Atatürk dönemine neden girmiyorsunuz? Yoksa size de mi cıss dediler?’ diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Tek cümle ile cevap vereyim: “Demirden korksaydık trene binmezdik.” Biz hakikat yolcusuyuz vesselam.

Bu defa Prof. Dr. Yahya Sezai Tezel’in Türkiye İş Bankası Kültür Yayanları arasında çıkmış olan Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi (1923-1950) adlı kitaptan (İstanbul, 2015, s. 245 vd.) 1930’lu yıllarda başlayan istikraz (borçlanma) sürecini özetleyelim:

Önce şunu belirtelim ki, 1922 yılında Ankara hükümeti mali sıkıntıyı çözmek için Fransa ve ABD para-kredi piyasalarında borç alma imkânlarını araştırmış ama her defasında eli boş dönmüştü. Ardından iç borçlanmalara gidildi ama bunun maliyeti de kaldırılamayacak bir dereceye gelmişti. Dışarıdan alınacak borçlar daha uyguna gelmeye başladı. Osmanlı borçlarını öderken içine girilen “kaçma” tavrı (Tezel, 251) Avrupa ve ABD para piyasalarında itibarımızı sarstı. Nitekim 1920’lerde İngiliz hükümeti Türkiye’nin İngiltere’de tahvil satmasını yasaklayacaktı. Sıkışan Türkiye 1930 yılında ABD hükümetinden borç isteyince Osmanlı borç tahvilleri sahipleri kendilerine ödeme yapmakta isteksiz davranan Türk isteğinin geri çevrilmesi için Washington’a baskı yapacaktı. Ardından ABD, Belçika ve İtalya’da kaynak arandı. 

Bu bilgileri veren Yahya Sezai Tezel’in demek istediği, burnundan kıl aldırmayan bir Türkiye yoktu 1930 yılına kadar, borç verilmeyen, daha doğrusu aksine kredibilitesi düşük bir Türkiye vardı. Borç almak istiyor ama alamıyorduk bir başka deyişle. 

1930 yılı Cumhuriyet tarihinin ilk konsolide dış borçlanmasına şahit olacaktır. Kibrit tekeli 25 yıllığına kendisine verilen bir Amerikan şirketi, karşılık olarak Türk hükümetine 10 milyon dolar borç verdi. Yine külçe altın olarak verilen borcun faizi % 6.5, vadesi ise 25 yıldı.

Ertesi yıl bu defa Maliye Bakanı Şükrü Saracoğlu ABD’ye giderek yatırımcı girişimciler ve kredi aramıştı. Ertesi yıl da aynı amaçla Fransa’nın yollarına düşmüştü. Ancak ikisinden de eli boş dönünce çareyi totaliter ülkelerden borç aramakta buldular. Başbakan İnönü, Stalin’in Sovyetler Birliği ve Mussolini’nin İtalya’sı ile kredi ve teknik yardım anlaşmalarını imzaladı. İtalyan kredisi gerçekleşmese de, SSCB 8 milyon dolarlık kredi ve teknik yardımda bulundu. Sovyetlerden alınan borç 1938 yılında 14 milyon TL’yi bulmuştu.

ABD, SSCB, derken 1936 yılında Lord Curzon’ın Lozan’da İnönü’ye söylediği “bir gün kapımızı çalacaksınız” sözü gerçek oluverdi. Sanayi programının dış finansmanı için İngiliz hükümeti Karabük Demir Çelik fabrikasının ihalesini bir İngiliz şirketinin almasını destekledi. 3 milyon sterlin kredi 10 yıllık, faiz oranı % 5.5’tu. 

1938 yılında yapılan anlaşma gereği Türkiye, İngiltere’den alacağı makine ve gereçleri için 10 milyon, silah ve askerî gereçler için de 6 milyon olmak üzere 1938 kuruna göre toplam 100 milyon TL tutarında İngiliz kredisi kullanacaktı. Geri ödemesi ise 1951-1962 aralığında yapılacaktı. Yani 1938’de yapılan borç ağırlıklı olarak Menderes döneminde ödenecekti.  

1939 ve sonrasını biliyorsunuz zaten.

Demek ki öyle dünyaya şovalyelik filan taslamamıştık. Kısaca dünya şartları bizi borçlanmaktan men etmiş ve yine şartlar bize borç alma yolunu açmıştı. Kemalist tarihin çarpıtmak için gece gündüz uğraştığı çıplak gerçek budur.

Etiketler :

HABERE YORUM KAT