1. YAZARLAR

  2. FATMA GÜLBAHAR MAĞAT

  3. Tarih Tekerrür Ederse, Kimi Suçlayacağız?
FATMA GÜLBAHAR MAĞAT

FATMA GÜLBAHAR MAĞAT

Yazarın Tüm Yazıları >

Tarih Tekerrür Ederse, Kimi Suçlayacağız?

11 Ocak 2007 Perşembe 23:32A+A-

Hani herkesin zaman zaman efkarlandığı, duygusal dakikalar yaşadığı anlar vardır ya, sanırım ben şu an öyle anlardan birini yaşıyorum. İçim sıkılıyor, yüreğim daralıyor, avazım çıktığı kadar bağırmak, neler oluyor diye sormak istiyorum. Kalp çarpıntım o kadar yüksek ki, bünyemin bunu kaldıramayacağı endişesini taşıyorum. Korkuyorum!... Ölümden, yalnızlıktan, kaybetmekten yahut kişisel sebeplerden değil; Müslümanların hallerinden korkuyorum. Üzülüyor ve durumumuzu gördükçe, Allah’a vereceğimiz hesabımızdan ürküyorum.

Neden diyorum, neden bu hallere düştük? Neyi paylaşamıyor, neyi çekemiyoruz? Bu dünyaya geliş amacımızda, benim bilmediğim veya duymadığım değişiklikler mi oldu? Rabbim, yaradılış amacımızdaki gayede yenilikler mi yaptı? Bu kavgalar, bu feryatlar, bu sessizlikler, bu bananecilikler, bencillikler ve kavmiyetçilikler de neyin nesi? Eski köye yeni adet mi getiriyoruz?

“Ben, cinleri ve insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım” (51/56)

“Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetlerini hatırlayın…”(3/103)

“Kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, parçalanıp ayrılan ve anlaşmazlığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azap vardır.”(3/105)

“Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler(şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk yada soyca değil) takvaca en ileride olanızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.”(49/13)

“Ey iman edenler, adil şahitler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkup sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.”(5/8) Ve bu ayetlerin bildirdiği şekilde davranamamaktan korkuyorum.

Bugün, Müslümanların içinde bulundukları durum içler acısı. Dünyanın dört bir yerinde mazlumlar, çaresizler, yardıma muhtaçlar öldürülüp soykırıma uğrarken, toprakları bilfiil işgal edilip zalimler arasında pay edilirken, masum kanlar Hakka inat toprakları sularken, gücü yetebilecek olan devletlerin, Müslümanların susmaları, ‘ben ancak kendi menfaatimi ve milletimin çıkarlarını düşünürüm’ zihniyetiyle zulme ve zalime rıza göstermeleri, nefsi hastalıklardan ve gerçekten iman edememiş olmaktan başka bir şey değildir.

Amerikan belası, her geçen gün şiddetini arttırarak, nefretini ve kinini kusmaya devam ediyor. Afganistan’dan başlayarak giriştiği sömürü yolculuğunda, daha Irak’taki mazlumların kanını ellerinde temizlemeden, bu günde soluğu Somali’de aldı. Ey Ortadoğu halkları!.. Bizler ‘Müslüman ülkeleriz’ diyerek koltuklarını kabartanlar! Daha ne bekliyorsunuz? ABD’nin etekleri altında dehşetle yaşananları izleyip sineye çekerken, daha ne olduğunu anlamadan sıra size gelmiş olacak. Kolları sıvamanın, birlik ve beraberlik içinde, mazlumların ve ülkelerinizin menfaatini korumak adına, işgalcilerin, kana susamışların, Allah düşmanlarının karşısına dikilme vakti gelmedi mi? Yarın Rabbim sorarsa ne cevap vereceksiniz!...

“Mü’minler ancak kardeştirler…49:10” Kardeşlerimizin aralarını bulup düzeltmemiz, Allah’tan korkarak sakınmamız, elimizle, dilimizle ve gücümüzün yettiği ölçüde onların yanlarında olmamız gerekmektedir. Bu Allah’ın emirlerinden, müslüman olmamızın gereklerindendir. Kendi kavmimizi, ırkımızı yahut soydaşlarımızı düşünmemiz, yalnız onlar için mücadele etmemiz, bize bildirilen istenmeyen hasletlerdendir. Taassup sahibi olmadan, Allah’ın istediğince hareket etmek zorunluluğumuz vardır.

Başta da söylediğim gibi, içimin sıkıldığı, yüreğimin daraldığı bir dönem yaşamaktayım. Bana bunları söyleten, gereğinden fazla fevri davranmama yol açan, mantıksallıktan çok duygusal konuşmama neden olan, belki bu duygulardır. Belki de konuşmanın ötesinde, elimden başka bir şeyin gelmemesi zavallılığıdır. Aylar önce, ailemle birlikte kahvaltı yaptığım saatlerde, televizyondan izlediğim, ABD askerlerinin Irak halkına yaşattıkları, korkunç saldırıları esnasında hissettiklerimi dile getirmeye çalıştığım aşağıdaki satırlar, çaresizliğimi ve zavallılığımı belki daha iyi anlamanıza yardımcı olur. Çünkü o günden bu yana pek kendime gelemiyor(21/3/2006), nedense hep Müslümanlığımdan utanıyorum. Benzer olaylar sadece Irak’ta değil, pek çok yerlerde yaşanıyor çünkü. Ben o gün Irak’takilerin yaşadıklarını duyarak dökmüştüm içimdekileri, ama zulüm altındaki her yerdeki insanlar için geçerli hissettiklerim.

İnsanım demeye utanıyorum!
Yanıyor Irak cayır cayır.
Yanık et kokusu geliyor burnuma,
Onlar yanarken, ben gülmekten utanıyorum!

Irak’ın, her karış toprağında,
Mazlum çığlıkları yükseliyor göklere.
Ağıtlar, feryatlar çarpıyor dünya kulaklarına,
Elim kolum bağlı oturmaktan utanıyorum.

Bebeklere kıyılıyor gözler kırpılmadan,
Kadınlar, erkekler tecavüze uğruyor.
Evler yakılıyor, soy kırım yapılıyor.
Seyirci kalan ülkemden,
Bu zulme boyun eğmekten utanıyorum!

Bir çocuk bakıyor evinin penceresinden,
Umutla yüzünü gökyüzüne çevirmiş.
Hain bir kurşun çarpıyor küçük kalbine,
Kızıla boyanıyor minicik bedeni.
Utanıyorum yaşamaktan,
Onlar ölürken hayata tutunmaktan.

Elimde tuttuğum ekmekten,
Çocuğuma aldığım elbiseden utanıyorum!
Dudaklarında dua mırıltıları,
Onlar “yarına çıkacak mıyız” diye düşlerken,
Önümde çayım, haberleri dinlemekten utanıyorum!

Utanıyorum dünya,
Utanıyorum tüm insanlık.
Orada her yıl otuz beş bin insan katlediliyor.
Biz sıcacık evlerimizde otururken,
“Vah vah, çok yazık” demekten utanıyorum!

Allah’ın huzuruna nasıl çıkacağımı düşünmekten,
Peygamberine ne cevap vereceğimi bilememekten,
Onlar her an ölümü beklerken,
Yavrumun saçlarını okşamaktan utanıyorum!

“Irak’ı teröristlere bırakmayız” diyor teröristlerin başı,
Petrollerden vazgeçemeyeceğini haykırıyor.
Hırs ve nefret kusan sivri dişleri, mazlumun kanıyla bulanmış.
Orada insanlar “imdat!” diye çırpınırken,
Koltuğumda, onları izlemekten utanıyorum.

Utanıyorum Müslümanlığımdan.
Utanıyorum insanlığımdan.
Irak’da sokaklar ceset kaynarken,
Analar kucaklarında katledilmiş bebelerini taşırken,
Ben gururla “ Elhamdülillah Müslümanım” demekten utanıyorum!

Bu bir şiir değildir. Aciz bir kulun, hissettikleri karşısında, duygularını kelimelere dökmesidir. Yaklaşık on ay önce kaleme alınmış bu duygular, bugün Irak petrollerinin işgalciler tarafından paylaşılmasını, hedefledikleri gibi Müslümanları parçalama gayretlerinin bizleri nasıl karıştırdığını, ‘önce parçala sonra yok et’ metoduyla bereketli ama güçsüz devletleri nasıl harcadıklarını, başlarımızı dik tutmadığımız, zulümlerini yüzlerine haykırmadığımız, mazlumun yanında yer almadığımız, oyunlarını görüp alet olmamaya çalışmadığımız sürece, sırada nice Müslümanların aynı akıbetle karşı karşıya kalacaklarını görmemden dolayı, her gün azalmadan kanamaya devam ediyor.

Taksim Gorki’nin (her ne kadar kitabın meellifi İgor Gouzenko olarak gözüküyorsa da, edebiyat çevreleri, bu şahsın Maksim Gorki olduğunu bilir) ‘Bir Devin Düşüşü’ adlı romanını okuyorum karmaşık düşünce sellerinde boğuşurken. O dönemi yaşıyor hissediyorum anlamsızca kendimi. Kimsenin kimseye güveninin kalmadığı, her an Stalin yanlılarının bir ihaneti veya kalleşliğiyle yüz yüze kalınacağının, korkulu ecel terlerinin dökülerek yaşandığı bir ortam. Kişisel menfaatlerin tavan yaptığı, mazlum halkın açlık ve sefaletle boğuştuğu, kimin kimi ezeceğinin, kimin kimin sırtından yükseleceğinin belli olmadığı iğrenç bir dönem. Saddam’ın idamıyla iyice alevlenen, nefretin, öfkenin, kinin, ifrat ve tefritin doruğa çıktığı şu günleri (tüm dünyada yaşanan olaylar, Türkiye’de örtü ve cumhurbaşkanlığı feryatları, orta doğuda oynan oyunlar, İran-Irak-Türkiye-Suriye denklemi, Sünni, Şii, Kürt meseleleri vs.), Rusya’nın o dönemine benzetiyorum elimde olmadan.

Dostların düşman, düşmanların dost olduğu bir ortamdı orası ve bu dönemle arasındaki bence tek fark, bu dönemde, hedefin her yönden Müslümanlar ve İslam olması. Müslümanların bile, küçük hisseler karşılığı davalarını satılığa çıkarmaya cüret etmeleri veya ettirilmeye çalışılmaları, bir müslüman olarak korkutuyor beni. Yazılanları, çizilenleri, anlatılanları izledikçe ve okudukça ürperiyorum. Ancak şeytanın aklına gelebilecek senaryolarla, safları belirginleştirmeye çalışıyorlar.

Rasulullah’ın ölümü üzerinden ancak daha otuz yıl geçmişken, Ümeyyeoğulları’nın, fitne ve saltanat sevdaları, Müslümanlar üzerinde oynadıkları oyunlar ve İslam kardeşlerinin birbirini vurmaları, bir tarihin akışını değiştirmişti. Masum kanlar akmış, Kur’ani hassasiyetler unutulmuş, menfaatler ve asabiyet tutkusu, bugün bile gözyaşıyla hatırladığımız bir tarihe damgasını vurmuştu.

Bugünse, ‘ne alaka’ diyeceğinizi hissetmeme rağmen, yine benzeri bir tarih akışına girdiğimizi/girmek üzere olduğumuzu söylemek istiyorum. İslamî İran Cumhuriyeti kurulalı(1979), yaklaşık yirmi sekiz yıl oluyor. İnkılap yapılırken tek gaye, İslam’dı/halk bu şiarla sokaklara dökülmüştü. Zulüm bitsin diye kana kan, cana can mücadele edilmiş, sonunda İran sokakları, zafer çığlıkları atan Müslümanlarla dolmuştu. Rehber İmam Humeyni, her fırsatta Müslümanların kardeşliğini dile getirip, İslam Devletinin bekası için, tüm Müslümanlar arasında birlik olunması çağrısında bulunarak, bu yönde söylemler yapıyordu. İnkılap sonrası ülkede çıkarılmaya çalışılan Kürt meselesine ve farklı mezhepten müslümanlara karşı tutumuna baktığımızda, Allah’ın razı olacağı çizgide olduğunu görüyoruz..

“İslam’ın hepimizin tek kurtuluş sığınağı olduğunu te’kid (kuvvetlendirmek, sağlamlaştırmak) ediyorum. Onun kıvanç verici bayrağının altında herkes hakkına kavuşacaktır… İslam Cumhuriyetinde, hangi mezhebe bağlı olursa olsun Müslümanlar kardeştir. Bunun aksi propaganda yapan (mezhepçilik yapan) İslam düşmanıdır. Kürt kardeşlerim bu yolda yapılan İslam aleyhindeki propagandaların bilincinde olmalıdır.”

“Bağlı olduğumuz İslam, hiç kimseye bir üstünlük imtiyazı tanımaz. Bütün herkes eşit haklara sahiptir. Bütün Müslümanlar bir elin parmakları gibidir. Hepsi kardeştirler. İslam’da, bir ulusun diğer birinden üstün olması veya bir şahsın diğerine nazaran üstünlüğü söz konusu değildir. Bütün Müslümanlar eşit haklara sahiptir… Kürtlerle, Türklerle, beluçlarla ve diğer bütün uluslarla kardeşiz, birlikte yaşamamız gerekir.”(İmam Humeynî/Daru’t- Takrib yayınları) (Allah kendisinden razı olsun)

O günlerde böyle bir zihniyet sahibi İslamî İran Cumhuriyeti bayrağı dalgalanırken, bu gün ise, mezhebi kargaşaların merkezi olarak gösteriliyor/gösterilmeye çalışılıyor. (En azından son gelişmeler, yazılıp çizilenler, söylenenler, bizi bu şekilde düşünmeye sevk ediyor. Biz yanılmış olmamızı temenni ediyoruz) İmam’ın ‘kardeşim’ dediği Ayetullah Seyyid Ali Hamanei’n de aynı dirayete sahip olduğunu biliyor, ülkesinde ve Orta Doğuda kaynayan mezhep kazanına müdahale etme zamanı geldi diye düşünüyorum. O bunu yapabilecek, İmam gibi ardından milyonları ayaklandıracak ve coşturacak, ağzından çıkacak sözlerle, Müslümanlar arasındaki soruna çözüm getirebilecek kişidir.

İran, kurumlarıyla, anayasasıyla, yönetim şekli ve Kur’anî yaklaşımlarıyla örnek teşkil eden bir İslam devleti olması hasebiyle, İslami hassasiyetlerini devam ettirme yükümlüğü vardır. Biz orayı ‘Şii İslam Devleti ‘olarak değil, İslamî İran Cumhuriyeti olarak biliyoruz ve her zaman öyle kalması arzusunu taşıyoruz.

Saddam’ın idam edilmesiyle birlikte ortaya çıkan/çıkmaya devam eden oyunlar karşısında, ‘keşke İmam hala yaşıyor olsaydı’ diyesim geliyor. İnanıyorum ki, o yaşıyor olsaydı, bugün ABD ve yandaşları, dünya Müslümanları üzerinde, bu kadar rahat oyunlar oynayarak, onların haklarını ihlal edemezlerdi ve şii başkaldırısına göz yummazdı. (Yanlış anlaşılmasın, keşkeler elbette çoğaltılabilir ancak amacımız şii-sünni meselesine bir bakış atmak ve bir yanlışa dikkat çekmek.)

Şer güçlerin planlarına karşı, Rabbimin de planları vardır ve Müslümanlar, en kısa zamanda, bu belaları da defetmeyi bilecektir inşallah.

Selam ve duâ ile.

[email protected]

YAZIYA YORUM KAT