Dr. Samah Jabr’ın Alquds’de yayınlanan yazısı, Haksöz Haber tarafından tercüme edilmiştir.
Zulmün arttığı, bedenler kadar vicdanların da hedef alındığı bir dönemde, dünyanın merhamet gösterenleri öldürenlerden daha fazla cezalandırma becerisine hayret ediyoruz. Gazze'ye yönelik imha savaşının başlangıcında, Batı medyasında Filistin hakkında konuşmaya davet edilen herkesin çok önemli bir soruyla sınandığını gördük: “Hamas'ı kınıyor musunuz?” Yaşadığım yer olan Kudüs'te saygın bir okul müdürü, okulunda işgal tarafından öldürülen bir öğrenciyi övdüğü için sorgulandı. Geçenlerde El Cezire muhabiri Najwan al-Samri'nin İsrail sağlık sektöründe çalışan Filistinli bir hemşirenin, muhtemelen Gazze'de yaşananların yasını tutmak amacıyla siyah giydiği için nasıl sorumlu tutulduğunu anlattığını duydum.
Bu gerilimli bağlamda, şefkatli seslerle alay eden küresel sahne göz ardı edilemez. Geçtiğimiz iki gün içinde Donald Trump, çevre aktivisti Greta Thunberg ile bir kez daha alay ederek, onu “öfke kontrolü kursuna gitmesi gereken” “çok öfkeli bir kadın” olarak nitelendirdi ve ahlaki konularda güçlü duygularını ifade edenlere yönelik eski zorbalık taktiğini tekrarladı. Bu tür söylemler sadece bireyleri hedef almakla kalmıyor; vicdanı bir zayıflık ve ahlaki öfkeyi bir tehdit olarak yeniden tanımlamayı amaçlayarak merhamet değerine saldırıyor.
Soykırım döneminde, Filistin davası artık sadece askeri ve siyasi bir çatışma alanı değil, insan ruhunu hedef alan ve mağdurlar için empatiyi suç sayan daha derin ve daha tehlikeli bir savaş alanıdır. Bu kriminalizasyon, hem yerel hem de küresel olarak, insan vicdanını kendinden utanmaya ya da cezalandırılma korkusuyla sessiz kalmaya yeniden programlıyor.
Harvard ve Columbia gibi Amerikan üniversitelerindeki öğrenciler Gazze ile dayanışma için sokaklara döküldüklerinde mezuniyetleri reddedildi, iş teklifleri iptal edildi ve medya tarafından “terörizm destekçisi” olarak yaftalanarak sert bir şekilde saldırıya uğradılar. Fransa'da Gazze ile dayanışma gösterileri yasaklandı, para cezaları uygulandı ve Filistin bayrakları taşıyan göstericiler tutuklandı. Almanya'da kültürel etkinlikler iptal edildi ve Gazze'ye yönelik saldırıya karşı çıkan doktorlar ve sanatçılar, sadece Filistin halkına sempati duyduklarını ifade ettikleri için kamu kurumlarından atıldı.
Arap dünyasında, “insanların kalpleri Hüseyin'le, kılıçları Emevilerle” olmasına rağmen, bazı rejimler Gazze'ye destek gösterilerine katıldıkları için Gazze'yle dayanışma içinde olanlara şiddet uygulamaktan ve onları hapsetmekten çekinmedi. Filistin'de bile bazı Gazze sempatizanları işlerinden atılmıştır.
Bu kriminalizasyon siyasi veya medyatik ifadelerle sınırlı kalmamış, insani ve tıbbi alanlara da uzanmıştır. Gönüllü doktorların Gazze'deki yaralıları tedavi etme çabaları soruşturma, yasaklama ve güvenlik damgasıyla karşılandı. Sanki açlara ve yaralılara yardım etmek suçmuş gibi, hayırsever kuruluşların da “terörizmi finanse ettikleri” iddiasıyla yardım ulaştırmaları yasaklandı.
Vicdan erozyonu ve duygusal alanın daralması
Empatiyi kriminalize etmek sadece sesini yükseltenleri korkutmakla kalmıyor, aynı zamanda duygularını kendine saklayanları da etkiliyor. İnsan ruhunu yeniden şekillendirerek bireyleri kendi gözyaşlarından korkar, kederlerini ifade etmekte isteksiz ve başkalarının acıları karşısında güçsüz hale getirir. Psikolojinin “duygusal bastırma” olarak adlandırdığı bu durum anksiyete, depresyon ve diğer nevrotik bozuklukların gelişiminde önemli bir faktördür.
Daha da kötüsü, ruh bazen bu bastırmaya “duygusal uyuşma” olarak bilinen yolla uyum sağlamaya başlar; kişi insan acısını hissetme ve onunla etkileşime girme yeteneğini kaybeder ve duygularından, toplumdan ve gerçeklikten kopmaya daha yatkın hale gelir; bu da izolasyona, içe kapanmaya ve hatta bazen vahşiliğe yol açar.
Bizi örnek alan gençlerimize gelince, yetişkinlerin merhametleri nedeniyle cezalandırıldıklarını gözlemlemek, “iyi” tehlike ve “merhamet” sapkınlık olarak yeniden tanımlandığından, ahlaki kafa karışıklığı ve varoluşsal kaygı yaratmaktadır. Bu da onların psikolojik yabancılaşmasını derinleştirmekte ve değerleri, korku ve sansür dünyasında yeri olmayan bir lüks olarak gören bir toplum ortaya çıkarmaktadır.
Cesaret ve soğukkanlılıkla nasıl suç olmaktan çıkarabiliriz?
Bu durum, ruh sağlığı uzmanları, akademisyenler ve entelektüeller olarak vicdanın merkeziliğini yeniden teyit etmemizi ve empatinin önünü kesmek için hukuk, medya ve eğitimi kullanan yumuşak baskı araçlarını ifşa etmemizi gerektiriyor. Korkuyu tartışmak için klinik, özel ve kamusal alanları genişletmeli ve duygularımızı ve deneyimlerimizi paylaşan diğerleriyle bağlantı kurmalıyız. Korku, gruplara sığındığımızda dağılır.
Birinin enkazdan çıkarılan bir çocuk için ağlamasının yasaklandığı, diğerinin bombardımandan kurtulup açlıktan öldüğü bir zamanda, sesimizi sadece Filistin'i savunmak için değil, aynı zamanda tehdit altındaki insanlığımızı savunmak için de yükseltmeliyiz. Suç açıktır ve sessizlik vicdanlarımıza karşı yalan tanıklıktan başka bir şey değildir.
Gazze'deki soykırım artık sadece Gazzeliler ya da Filistinlilerle sınırlı değildir. Aksine, evrensel bir insani boyuta sahip olacak bir suçtur. Sessizlik ve suç ortaklığı vicdanlarımıza üstün gelirse, insanlar arasındaki sosyal sözleşmeyi tehdit edecek ve insanlığın özüne dokunacaktır.