Dr Ramzy Baroud’nin Middle East Monitor’de yayınlanan yazısını Barış Hoyraz, Haksöz Haber için tercüme etti.
Bir milyon Filistinlinin 27 Ocak'ta güney Gazze'den kuzeye dönüşü, tarihin yakın hafızasındaki en sarsıcı olaylardan birinin koreografisi gibiydi.
Yüz binlerce insan tek bir cadde boyunca, Gazze'nin en batı ucundaki kıyı Raşid Caddesi'nde yürüdü. Yerlerinden edilen bu kitleler, Gazze'nin merkezinde ve daha güneydeki Mawasi bölgesindeki devasa yerinden edilme kamplarında birbirlerinden koparılmış olsalar da, aynı şarkıları söylediler, aynı sloganları attılar ve aynı konuşma noktalarını kullandılar.
Zorla yerlerinden edildikleri süre boyunca, bırakın koordinasyonu, elektrik ve iletişim araçları bile yoktu. İsrail'in eşi benzeri görülmemiş soykırımının ardından birkaç parça giysi ve ellerinde ne kadar hayatta kalma aracı varsa taşıyan sıradan insanlardı. Kuzeye, muhtemelen İsrail ordusu tarafından yıkılacağını bildikleri evlerine doğru yola çıktılar.
Yine de, yok edilen şehirlerine ve mülteci kamplarına geri dönüş yürüyüşlerinde kararlı kaldılar. Birçoğu gülümsedi, diğerleri dini ilahiler söyledi ve bazıları ulusal şarkılar ve şiirler okudu.
Küçük bir kız bir haber muhabirine kendi yazdığı bir şiiri sundu. “Ben Filistinli bir kızım ve gurur duyuyorum” diye haykırdı sesi. Kendisini “güçlü, dirençli bir Filistinli kız” olarak tanımlayan basit ama duygusal dizeler okudu. Ailesi ve toplumuyla olan ilişkisinden “kahramanların kızı, Gazze'nin kızı” olarak bahsetti ve Gazzelilerin “utanç yerine ölümü tercih ettiğini” söyledi. Yıkılan evine dönüşü bir “zafer günü” oldu.
“Zafer” medya tarafından röportaj yapılan hemen hemen herkes tarafından ve sosyal medyada sayısız kez tekrarlanan bir kelimeydi. Filistin davasına sempati duyanlar da dahil olmak üzere pek çok kişi Gazzelilerin 'zafer' algısına açıkça meydan okurken, Filistin'in tarihini, hatta özgürlüklerini yabancı ve acımasız düşmanların pençesinden kurtaran tüm sömürgeleştirilmiş halkların tarihini takdir etmekte başarısız oldular.
“Zorluklar bazı insanları yıkar ama bazılarını da yapar. Hiçbir balta, sonunda bile ayağa kalkacağı umuduyla donanmış (birinin) ruhunu kesecek kadar keskin değildir.” Güney Afrika'nın ikonik apartheid karşıtı lideri Nelson Mandela, 1975 yılında hapishane hücresinden eşine yazdığı bir mektupta böyle diyordu. Güney Afrika'nın mücadelesi bağlamında yazdığı bu sözler sanki Filistinliler, özellikle de Gazze'nin hem fiziksel hem de psikolojik olarak silinmeye karşı kazandığı son zafer için yazılmış gibi hissettiriyor.
Bunu daha iyi anlamak için İsrailli siyasi ve askeri liderlerin 7 Ekim 2023'te soykırım savaşının başlamasından hemen sonra kuzey Gazze hakkında söylediklerini inceleyin:
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu kasım 2023'te ABC News kanalına verdiği röportajda İsrail'in Gazze Şeridi'nin “genel güvenlik sorumluluğunu” “belirsiz bir süre boyunca” sürdüreceğini söyledi.
Bir yıl sonra İsrail ordusu da aynı düşünceyi yineledi. İsrailli Tuğgeneral Itzik Cohen İsrailli gazetecilere yaptığı açıklamada kuzey Gazze sakinlerinin “geri dönüşünün olmayacağını” söyledi.
Maliye Bakanı Bezalel Smotrich daha da ileri gitti. Smotrich 26 Kasım'da yaptığı açıklamada “Gazze'nin nüfusunun iki yıl içinde yarı yarıya azalacağı bir durum yaratmak mümkün” diyerek İsrail'in Gazze'yi yeniden işgal etmesi ve sakinlerinin göçünü “teşvik etmesi” gerektiğini belirtti.
Diğer pek çok İsrailli yetkili ve uzman da aynı fikri tahmin edilebilir bir koro gibi tekrarladı. Yerleşimci gruplar geçtiğimiz haziran ayında Gazze'deki emlak fırsatlarını değerlendirmek üzere bir konferans düzenledi. Onlara göre Gazze'nin geleceği üzerinde söz sahibi olanlar sadece kendileriydi. Filistinliler, güçlülerin kibirli bir şekilde inandığı gibi, sadece Tel Aviv tarafından kontrol edilen tarihin çarkında önemsiz görünüyordu.
Ama bitmek tükenmek bilmeyen insan kitlesi şu şarkıyı söylüyordu: “Özgürlerle boy ölçüşebileceğinizi mi sanıyorsunuz, Filistinlilerle boy ölçüşebileceğinizi mi? Evimizi teslim etmeden önce öleceğiz; bize özgürlük savaşçıları diyorlar.”
İsrailliler de dahil olmak üzere pek çok medya kuruluşu, halkın kitleler halinde tamamen yıkılmış bir bölgeye geri dönmesiyle İsrail'de bir şok duygusu yaşandığını bildirdi. Şok bununla da bitmiyor. İsrail kuzeyi işgal edemedi, Filistinlileri Gazze'den etnik olarak temizleyemedi ya da kolektif ruhlarını kıramadı. Bunun yerine Filistinliler daha güçlü, daha kararlı ve İsrail için aynı derecede korkutucu olan yeni bir hedefle ortaya çıktılar: tarihi Filistin'e geri dönmek.
İsrail onlarca yıl boyunca Filistinlilerin tarihi Filistin topraklarındaki evlerine geri dönme hakkına ilişkin uluslararası alanda tanınan tekil bir söyleme yatırım yaptı. Neredeyse her İsrailli lider ya da üst düzey yetkili 1948 Nakba'sından (Filistin anavatanının yok edilmesiyle sonuçlanan 'Felaket') bu yana bunu yineledi. Eski İsrail Başbakanı Ehud Barak, 2000 yılında Camp David müzakereleri sırasında Filistinlilerle yapılacak herhangi bir barış anlaşmasının “alt çizgisini” çizerken bunu özetlemiştir: Filistinli mülteciler için geri dönüş hakkı olmayacaktır.
Gazze'nin de kanıtladığı gibi, Filistinliler İsrail'den ya da onları temsil ettiklerini iddia edenlerden emir almazlar. Kuzeye doğru yürürken, dört kuşak Filistinli birlikte yürüdü, zaman zaman el ele tutuştu, özgürlük ve geri dönüş için şarkı söyledi - sadece kuzeye değil, daha da kuzeye, tarihi Filistin'in kendisine.
Nakba'dan bu yana İsrail, Ürdün Nehri ile deniz arasındaki toprakların tarihini kendisinin yazacağı konusunda ısrarcı oldu. Ancak Filistinliler İsrail'i haksız çıkarmaya devam ediyor. Soykırıma rağmen Gazze'de hayatta kaldılar. Kaldılar. Geri döndüler. Zafer duygusuyla ortaya çıktılar. Kendi tarihlerini yazıyorlar; bu tarih, ölçülemez ve hayal bile edilemez kayıplara rağmen, aynı zamanda bir umut ve zafer tarihidir.