Truman'dan Trump'a: “Filistin: Amerika'nın yol ayrımı”

Kuzey Amerika'nın yerli halkına yönelik soykırım 200 yıllık bir felaketti. İsrail'in 78 yıl önce başlattığı Filistinlilere yönelik soykırım hiçbir zaman sona ermemiştir.

Dr. M. Reza Behnam’ın palestinecronicle’da yayınlanan yazısı Haksöz-Haber tarafından tercüme edilmiştir.

Filistin ve Filistinliler için 14 Mayıs 1948, 4,000 yıllık tarihlerinin kader günüdür. Aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri için de tarihi bir dönüm noktasıydı. İngiliz yazar George Orwell'in ifadesiyle, bugünü kontrol altına almak ve geleceği kurtarmak için geçmişi yeniden keşfetmek şarttır.

Yahudi Ajansı Başkanı David Ben-Gurion'un Mayıs 1948'de İsrail'i bir devlet olarak ilan etmesinden on bir dakika sonra Başkan Harry S. Truman bu iddiayı tanıyarak Ben-Gurion'un sahte deklarasyonuna meşruiyet kazandırdı.

1947 yılında, yeni oluşturulan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun otuz üç üyesi (o zaman 57 üyeydi) tarihi Filistin'in Yahudi ve Filistin devletleri olarak bölünmesini öneren 181 sayılı karar lehinde oy kullandı. Truman, BM Güvenlik Konseyi'nin kararı tüm üyeler için bağlayıcı hale getirecek bir oylama yapmamış olmasından çekinmeyerek, ABD'nin tüm ağırlığını bu kararın arkasına attı.

Truman'ın İsrail'i ABD emperyalizminin Orta Doğu'daki kalesi olarak konumlandırma kararı bumerang gibi dönmüş ve ABD'nin dünyanın büyük bir bölümünde hor görülmesine neden olmuştur. İsrail, planlandığı gibi ABD'nin bölgedeki çıkarlarını korumak yerine onları tehlikeye attı.

ABD-İsrail vahşetinin ve bölgedeki imparatorluklarını korumak için Filistinlilere çektirmek istedikleri acıların sınırı olmadığını 7 Ekim 2023 ayaklanmasından bu yana görüyoruz.

Amerikan başkanlarının emperyal küstahlıkları elbette yeni değil. Ancak Başkan Donald J. Trump'ın Gazze'yi ele geçirme, “sahiplenme” ve “Filistinlileri ata topraklarından başka yerlere sürme (etnik temizlik anlamında) tehdidiyle” yeni bir boyuta ulaştı. Gazze'deki Siyonist sömürgecilik bayrağı esasen Amerikan emperyalistlerine geçecekti.

Trump, Gazze'ye yönelik yasadışı planını geçtiğimiz günlerde (11 Şubat) Beyaz Saray'da düzenlediği basın toplantısında açıkladı. Ürdün Kralı Abdullah'ın aşağılanmış bakışları arasında şöyle dedi: “Orayı elimizde tutacağız; onu el üstünde tutacağız.... denize cephesi var. Büyük bir ekonomik kalkınma işi olacak.” Bir muhabirin “Gazze'nin egemen topraklarını hangi yetkiyle alıyorsunuz?” sorusuna ise kendini beğenmiş bir şekilde “ABD yetkisiyle” yanıtını verdi.

İlginç bir şekilde, Trump'ın Gazze'yi ele geçirme iddiası bana John L. O'Sullivan'ın 1845 yılında New York Morning News gazetesinde yazdığı bir makalede kullandığı “Manifest Destiny” terimini hatırlattı. O'Sullivan makalesinde, Amerika Birleşik Devletleri'nin, benim memleketim olan Oregon eyaleti de dahil olmak üzere (o zamanlar ABD ve İngiltere tarafından ortaklaşa işgal edilen bir bölgeydi) tüm kıtayı ele geçirmeye hakkı olduğunu savunmuş ve şöyle yazmıştı: “....Ve bu iddia, bize emanet edilen büyük özgürlük ve federe özyönetim deneyinin geliştirilmesi için Takdir-i İlahi'nin bize verdiği kıtanın tamamına yayılma ve sahip olma yönündeki açık kaderimizin hakkıdır.” O'Sullivan Kanada'nın eninde sonunda ilhak talebinde bulunacağını bile öne sürdü.

Amerikalıların batıya doğru genişlemesinin ilahi bir hak olduğu ideolojisi olan Manifest Destiny, liderleri Eski Ahit'i kullanarak tarihi Filistin'in tamamı üzerinde “ilahi bir hak” iddia eden İsrail'de de benzer bir ifade bulmaktadır. Irkçılık, üstünlük ve etnik temizlik her iki yayılmacı İncil'de de kök salmıştır.

Trump'ın Gazze'yi, Kanada'yı, Grönland'ı, Panama'yı, Ukrayna'nın nadir toprak minerallerini ele geçirme ve Meksika Körfezi'ni yeniden adlandırma konusundaki bombardımanı, dünya çapında onlarca yıldır darbelere ve savaşlara neden olan emperyal zihniyetin güncel ifadeleridir.

İsrail'in “nehirden denize” yayılmacılığı, Suriye'nin Golan Tepeleri'ni ilhak etmesinde, Suriye'nin güneyindeki ve Lübnan'daki askeri işgalinde, Gazze'deki soykırımında ve Batı Şeria ile Kudüs'te Filistinlilerin topraklarını ve mülklerini çalmaya devam etmesinde kendini göstermektedir.

Amerikan yerlilerine yönelik etnik temizlik geçmişiyle ve Siyah Amerikalıları köleleştirme ve linç etme konusundaki korkunç mirasıyla henüz yüzleşmemiş olan Amerika Birleşik Devletleri'nin Filistinlilerin içinde bulunduğu kötü duruma kayıtsız kalması şaşırtıcı değildir.

ABD ve İsrail'in ideolojileri benzer olmakla kalmıyor, tarihleri de pek çok açıdan benzerlik gösteriyor. İsterseniz şunları düşünün: toprak hırsızlığı, atalarının topraklarından şiddet kullanılarak çıkarılma, etnik temizlik, askeri işgal, rezervasyonlara zorla kapatılma, gecekonducuların (“yerleşimciler”) sürekli ve kuduz düşmanlığı ve ezilenlerin sömürgeleştirmeye karşı direnişi.

Kuzey Amerika'nın yerli halkına yönelik soykırım 200 yıllık bir felaketti. İsrail'in 78 yıl önce başlattığı Filistinlilere yönelik soykırım hiçbir zaman sona ermemiştir.

Filistin Nekbe'si (felaketi) ile Amerikan Kızılderililerinin “Gözyaşı Yolu” birçok açıdan benzerlik göstermektedir.

Nekbe sırasında 750.000'den fazla Filistinli, 1947-1949 yılları arasında bir Yahudi devletine yol açmak için Siyonist güçler tarafından tarihi anavatanlarından şiddet kullanılarak kovulmuş ve mülteci durumuna düşürülmüştür. Bunu takip eden Arap-İsrail Savaşı (1948-49) sırasında, tarihi Filistin'in yüzde 78'i İsrail tarafından ele geçirildi ve işgal edildi. Kalan yüzde 22'lik kısım ise 1967 Savaşı'na kadar Arapların kontrolünde kaldı.

1830 ve 1850 yılları arasında, “Gözyaşı Yolu” sırasında, tahminen 100.000 güneydoğu Amerikan yerlisi atalarının anavatanlarından zorla çıkarıldı ve “Kızılderili Bölgesinde” (şimdiki Oklahoma) mülteci haline getirildi.

Her iki halk da atalarından kalan milyonlarca dönümlük araziyi Avrupalı “yerleşimcilere” kaptırdı. Yaklaşık 4,244,776 dönüm Filistin toprağı, 1948'de Yahudi devletinin kurulması sırasında ve hemen sonrasında İsrail tarafından çalınmıştır. Birleşik Devletler'in bitişiğindeki yerli halklar tarihi topraklarının yüzde 98,9'unu kaybetti.

Kuzey Amerika'daki Manifest Destiny, 1800'lerin sonlarına doğru beyazların yerleşimi ve sömürüsü uğruna neredeyse tüm Amerikan yerlilerinin öldürülmesi ve düşman “yerleşimciler” ve askeri kalelerle çevrili rezervasyonlarla sınırlandırılması anlamına geliyordu.

Birçok kabile işgale dirense de, ABD Ordusunun üstün ateş gücü karşısında ezildiler.

Eski Ahit'i tüm Filistin'in tapusu olarak kullanan İsrail rejimi, 1967 Savaşı'nda ele geçirdiği topraklar olan işgal altındaki Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te yasadışı “yerleşim yerleri” (en az 250) inşa etmeye devam etmektedir. 700.000'den fazla düşman Yahudi İsrailli “yerleşimci” giderek küçülen Filistin kasabalarını ve köylerini kuşatıyor. Yerleşimcilerin Filistinlilere yönelik saldırganlığı İsrail işgal güçleri tarafından hoş görülmekte ve çoğu zaman teşvik edilmektedir. Yüzlerce kontrol noktası, barikat ve bariyerle hareket ciddi şekilde kısıtlanmış, engellenmiştir.

Ortadoğu'ya zorla girdiğinden bu yana İsrail, Washington'un sarsılmaz desteğiyle, Filistinli sivilleri ve Arap komşularını öldürmek ve travmatize etmek için ayrım gözetmeksizin bombalar atmaktan çekinmedi.

Başkan Joe Biden'ın eski rejiminin Gazze'ye yönelik hava saldırılarını planladığına ilişkin son ifşaatlar, tüm ABD rejimlerinin paylaştığı Amerikan zalimliğinin derinliğini ve Filistinlilerin yaşamlarını küçümsediğini ortaya koymuştur.

ABD, Tel Aviv'e sığınak delici bombalar da dâhil olmak üzere kitle imha silahları sağlamanın yanı sıra, konutlara yönelik büyük saldırılar konusunda İsrail ile yakın koordinasyon içindeydi. Bunu, tek bir Filistinli direniş komutanını öldürmek için 100'den fazla sivilin öldürüleceğini bilerek yaptılar.

Tünel geçitlerini ezmek ve sığınak delici bombalar tarafından salınan ölümcül karbon monoksit gazıyla doldurmak için tüm konut blokları yerle bir edildi. Bazı durumlarda bu gaz İsrailli esirlerin ölümüne yol açmıştır; 10 Kasım 2023'te üç esir bu tür bir bombalama sonucunda havasızlıktan ölmüştür.

Buna ek olarak, İsrail'in Gazze'de ölümcül Dahiya Doktrini'ni (yoğun bombardıman uygulayarak altyapıyı, binaları ve sivil alanları büyük ölçüde yok etmiştir) uyguladığı görülmektedir; bu doktrin, uzun süreli gerilla savaşından kaçınmak ve halkın nihayetinde direnişe karşı dönmesi için büyük acılar çektirmek amacıyla sivillerin, sivil altyapının ve mülklerin büyük ölçekte imha edilmesini içeren bir askeri stratejidir.

15 ay süren günlük bombardımanın ardından, soykırımdan kurtulan 200.000 kişi evlerinden geriye kalanları almak için kuzey Gazze'ye geri döndü.

ABD-İsrail emperyalizminin onlarca yıllık ırkçılık ve sömürüden sonra farklı bir yol izlediğini hayal etmek zordur. Amerikalı şair Robert Frost'un 1915 yılında yazdığı “The Road Not Taken” adlı şiiri bu konuda yol gösterici olabilir:

“Bunu iç çekerek anlatacağım

Asırlar ve asırlar sonra bir yerde:

Bir ormanda iki yol ayrılıyordu ve ben-

Ben daha az gidilen yolu seçtim,

Ve tüm farkı yaratan da bu oldu.”

Truman'dan Trump'a, Filistin Amerika'nın yol ayrımıdır.

* Dr. M. Reza Behnam, Orta Doğu tarihi, siyaseti ve hükümetleri konusunda uzmanlaşmış bir siyaset bilimcidir.

Çeviri Haberleri

Gazze'deki soykırım, ellerine mal oldu ancak o çok daha fazlasını kaybetti
Sadece sözde bir ateşkes
İsrail'in Gazze'deki soykırımı dijital yok oluşla nasıl genişliyor?
İsrail sömürgeciliğini korumak, onun işkence uygulamalarına da sahip çıkmaktır
Filistin bayrağı Londra'da dalgalanırken Arap ufukları bomboş