İsmail Patel’in MEE’de yayınlanan yazısı, Haksöz Haber tarafından tercüme edilmiştir.
İngiltere Başbakanı Keir Starmer'ın Salı günü yaptığı ve İngiltere'nin Eylül ayına kadar bir Filistin devletini tanıyacağını duyurduğu açıklama, önemli bir diplomatik değişim olarak görülüyor.
Ancak daha yakından incelendiğinde bunun Gazze ve İşgal Altındaki Batı Şeria'daki acımasız gerçeklerin sona erdirilmesi ya da adalete yönelik gerçek bir adım değil, şartlı bir açıklama olduğu ortaya çıkmaktadır.
Bu hamle, Birleşik Krallık'ın suç ortaklığını gizleyen ve onu tarihsel ve yasal sorumluluklarından muaf tutan bir dikkat dağıtma işlevi görme riski taşımaktadır.
Gazze'deki siviller kuşatma altında açlıktan ölürken, Birleşik Krallık hükümeti şartlı bir devlet olma vaadinde bulunuyor.
İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırıları, Ekim 2023'ten bu yana 60.000'den fazla Filistinlinin öldürülmesiyle ve BM Filistinli mülteciler ajansının (UNRWA) Gazze halkının açlıktan ölmesinin “üretilmiş ve insan yapımı” olduğunu belirtmesiyle felaketle sonuçlandı.
Ortada herkesin görebileceği bir soykırım var. Yine de Starmer'ın yanıtı, Filistin'i ancak İsrail'in kapsamlı bir kontrol listesini yerine getirmesi halinde tanıma sözü vermek oldu: ateşkes, engelsiz yardım teslimatları, Batı Şeria ilhaklarının durdurulması ve daha fazlası.
Bu taleplerin kendileri uluslararası hukuk çerçevesinde temel görevlerdir, ekstra tavizler değil.
Ahlaki başarısızlık
Filistin devletini İsrail'in hukuki normlara uymasına bağlı kılmak derin bir ahlaki başarısızlıktır. Filistinlilerin temel haklarına ancak işgalcileri izin verirse sahip olabilecekleri gibi tehlikeli bir mesaj göndermektedir.
Tanıma, savaş suçlarının durdurulması için bir ödül olamaz ve olmamalıdır. Kendi kaderini tayin hakkı şarta bağlı değildir; devredilemez bir haktır. Koşullarla gizlenen bu gecikmiş adım, Filistinlilerin onuruna hakaretten başka bir şey değildir.
Birleşik Krallık'ta kamuoyu zaten bu düşünceyi yansıtmaktadır. Son kamuoyu yoklamaları İngilizlerin yüzde 45'inin bir Filistin devletinin tanınmasını desteklediğini, sadece yüzde 14'ünün buna karşı çıktığını gösteriyor.
Hükümetin İsrail'in eylemlerine karşı daha güçlü bir duruş sergilemesi yönünde de artan bir baskı var.
Starmer'ın tanımanın İsrail'in "Gazze'deki korkunç durumu sona erdirmek için somut adımlar atmasına" bağlı olduğu yönündeki açıklaması bir ilke politikası değil, siyasi bir nirengi noktasıdır.
İsrail'in apartheid, işgal ve soykırım sistemiyle gerçek bir yüzleşmeden kaçınırken kamuoyunda artan hoşnutsuzluğu yatıştırmaya çalışmaktadır.
Sahadaki gerçekler
Birleşik Krallık'ın tutumu, uluslararası hukuki açıklamaların arka planına bakıldığında daha da savunulamaz hale gelmektedir. Ocak 2024'te Uluslararası Adalet Divanı (UAD) Gazze'de "olası soykırım" tespit etmiş ve tüm devletleri bunu önlemek için harekete geçmeye çağırmıştır.
Ayrıca, Temmuz 2024'te UAD, İsrail'in Doğu Kudüs de dâhil olmak üzere Filistin topraklarını işgalinin hukuka aykırı olduğunu teyit eden bir tavsiye kararı yayınlamış ve politikalarının apartheid ve yasadışı yerleşim genişlemesi de dâhil olmak üzere uluslararası hukukun ihlali anlamına geldiğini tespit etmiştir.
Bu açık kararlara rağmen Birleşik Krallık İsrail'i silahlandırmaya ve desteklemeye devam etmiştir.
Yakın zamanda yapılan bir araştırma, silah ihracatını askıya aldığını iddia eden İngiltere'nin Eylül 2024'ten bu yana İsrail'e F-35 savaş uçaklarının parçaları da dâhil olmak üzere 8.630 ayrı mühimmat gönderdiğini ortaya koymuştur.
Milletvekilleri hükümetin parlamentoyu yanlış yönlendirdiği ve İngiltere'nin savaş suçlarına ortak olma riski taşıdığı yönünde ciddi endişelerini dile getirdiler.
İngiltere, Birleşmiş Milletler'de “müzakere edilmiş iki devletli bir çözüme” duyulan ihtiyacı gerekçe göstererek işgale son verilmesi çağrısında bulunan oylamalarda sık sık çekimser kalıyor. Ancak soykırımla suçlanan bir devlete askeri ve diplomatik koruma sağlarken bağlayıcı yasal yükümlülükleri yerine getirmeyi reddetmek tarafsızlık değil, suç ortaklığıdır.
Daha da kötüsü, tanıma için önerilen çerçeve sahadaki gerçeklerden kopuktur.
Uluslararası hukuka göre bir devletin kalıcı bir nüfusa, tanımlanmış bir toprağa, etkin bir yönetime ve diğer devletlerle ilişkiye girme kapasitesine sahip olması gerekir.
Filistin halkı parçalanmış durumdadır; bir kısmı Gazze'de kuşatma altında, bir kısmı Batı Şeria'da askeri yönetim altında ve 5 milyondan fazlası da bölgedeki mülteci kamplarında çürümektedir.
Tanınması teklif edilen topraklar parçalı, bitişik olmayan ve tamamen İsrail'in kontrolü altında olan topraklardır. Bu koşullar altında bir Filistin devletini tanımak, İsrail'e sömürgeciliğini pekiştirirken uzlaşma görüntüsü veren bir cephe anlamına gelmektedir.
Köklü bir değişim
Eğer Birleşik Krallık adalet konusunda ciddiyse, yaklaşımını kökten değiştirmelidir. Koşullu tanıma sözleri yeterli değildir.
Birleşik Krallık Gazze kuşatmasının derhal ve koşulsuz olarak sona erdirilmesini talep etmelidir.
İsrail'in apartheid ve işgal uyguladığını kabul etmeli, uluslararası hukuk ihlalleri nedeniyle İsrail'e yaptırım uygulamalı, Filistinlilerin geri dönüş hakkını tanımalı ve Mescid-i Aksa'yı İsrail'in kontrolünden kurtarmalıdır.
Daha azı dikkat dağıtma ve yatıştırmadır.
Starmer'in Filistin'i, tarihi Filistin'in sadece yüzde 22'sidir, ancak Batı Şeria'daki 150 yerleşim ve 128 ileri karakolda yaşayan yaklaşık 700.000 Yahudi işgalciyle birlikte bu oran daha çok yüzde 12'dir ve bunun bile koşulları vardır.
Starmer'ın önerisi, İngiltere'nin Filistinlilerin mülksüzleştirilmesinde 1917 Balfour Deklarasyonu'na kadar uzanan rolünün bir devamı niteliğindedir.
Adaletsizliği, parçalarını tanıyarak düzeltmezsiniz. Onu oluşturan sistemi sona erdirirsiniz. Bu devletleşme değil, İsrail'in insanlığa karşı işlediği suçları maskeleyen siyasi bir tiyatrodur.
* İsmail Patel, “The Muslim Problem: From the British Empire to Islamophobia” kitabının yazarıdır. Aynı zamanda Leeds Üniversitesi'nde Misafir Araştırma Görevlisi ve Birleşik Krallık merkezli El Aksa'nın Dostları adlı STK'nın Başkanıdır.