Samah Zaher Zaqout’un We Are Not Numbers’da yayınlanan yazısını Barış Hoyraz, Haksöz Haber için tercüme etti.
Durdular. Şimdilik. 10 dakika boyunca bombalama yok. Belki on beş? Kulaklarım hala çınlıyor, kalbim hala hızlı atıyor ve zihnim sorularla dolup taşıyor - Bitti mi, yoksa bu sadece bir sonraki saldırıdan önceki duraklama mı? Tanıdığım birini mi vurdu? Şimdi hareket etmeli miyim yoksa beklemeli miyim? Bunun gibi daha kaç geceye dayanabiliriz? Ve böyle devam eder gider.
Hayatım boyunca Gazze'de yaşadım. Filistin şarkılarından daha çok patlama sesi duydum. Ama kaç kez olursa olsun, hiçbir şey sizi ardından gelen duraklamaya hazırlayamaz. Bu huzurlu bir sessizlik değil. Bir rahatlama değil. Bu bir soru: Bitti mi? Yoksa bir sonraki mi yolda? Beklersiniz. Sayarsınız. Ne kadar yakın olduğunu tahmin etmeye çalışırsınız. Şimdi neyin -ya da kimin- yok olduğunu tahmin etmeye çalışırsınız.
Gazze'de çocuklar bile nasıl iyiymiş gibi davranacaklarını öğrenirler. Korkuyorlar ama bu sessizliğin ne anlama geldiğini anlayabiliyorlar. Görünen ve görünmeyen şeylerin bir karışımı anlamına geliyor: toz, duman, dualar, sızan gazın tıslaması, hala yukarıda dolaşan bir insansız hava aracının uğultusu ve sizi paramparça edebilecek haberleri beklemenin acısı.
Kuzey Gazze'de parçalanmış ve bitkin haldeki çocuklar, çocukluklarına dair parçalara tutunarak iyiymiş gibi davranıyorlar. Fotoğraf: Samah Zaqout
Gölgeler gibi oturuyoruz. Kimse ağlamaya cesaret edemiyor. Henüz değil.
Sonra bum! İki sokak ötede.
Ambulanslar yarışıyor, her yer toz duman. Sonra haberler patlar - bir adam ailesiyle birlikte öldürülmüştür!
Keder kadar ağır bir sessizlik
Bildiğim en kötü, en ağır sessizlik, 2023 Kasım'ının ortalarında, amcamın Beyt Lahia yerleşkesindeki evinde geçirdiğimiz o son gece üzerimize çöken sessizlikti. Yedi saat boyunca aralıksız hava saldırıları, bombalamalar, düşen füzeler, her yönden yağan molozlar. Komşular duvarlardan “Hâlâ hayatta mısın?” diye bağırıyordu. Ölüm gibi hissettiren bir geceydi. Bunun sonumuz olduğuna gerçekten inanmıştık.
Ama sonra, sabah 6'dan hemen sonra, bir sessizlik hâkim oldu. Keder kadar ağır bir sessizlik. Binlerce mermi taşıyan bir sessizlik.
Şimdi hareket etmeli miydik?
Başarabilecek miydik?
Hepimiz bundan zarar görmeden çıkabilecek miydik?
Cebaliye kampına sağ salim varabilecek miydik?
Oturma odasının ortasında, hepimizin en güvenli olduğunu düşündüğümüz yerde oturuyordum. Gökyüzüne bakıyordum; güneşin doğmasını, ışığın geceyi yarmasını bekliyordum. Sessizliğin içinde dualar fısıldıyor, şafağın sökmesi için dua ediyordum. Pencereden değil, bir top mermisinin duvarda açtığı dev bir delikten bakıyordum.
Dışarı çıktık. Daha sonra haberler tüm Beyt Lahia yerleşkesinin hedef alındığını doğruladı. Çok fazla insan ölmüştü. Pek çok kişi yaralandı. Sessizliğin olayı da bu zaten, neyin alındığını gizliyor. Biz bir şekilde kurtulmuştuk.
Ve sonra başka bir sessizlik geldi - Cebaliye'deki teyzemin evine vardığımızda. Yorgunluk, dayanılmaz bir bitkinlik ve yoğun bir bezginlikle örülü bir sessizlik. İçeride oturduk, hiçbir şey söylemedik. Belki şoktaydık. Belki de hiç bir şeyi sindirememiştik. Ya da belki merak ediyorduk: Böyle bir geceyi daha atlatabilecek miyiz?
Sessizlik sona erdiğinde, bu huzurla değil. Başka bir çığlıkla. Ve yeni bir saldırı sessizliği bozana ve sizi bu kısır döngüde sonsuza dek döndürene kadar tekrar sessizliği beklemeye geri dönüyoruz.
11 yaşındaki kız kardeşim Alaa, anneme sürekli “Bitirdiler mi?” diye soruyor. Annemin cevabı her zaman “Çoktan bitirdiler” oluyor. Görünüşe göre küçük kız kardeşim artık Gazze'de sessizliğin ne anlama geldiğini bilmiyor.
Bir gün babam sokağın hemen aşağısındaki bir yerden falafel almaya gitti. O gittikten kısa bir süre sonra, güçlü bir hava saldırısı bölgeyi vurdu. Çılgınca onu aramaya devam ettim, ona ulaşmaya çalıştım ama cevap vermedi. Her aradığımda doğrudan sesli mesaja düşüyordu ve ben de durmadan aramaya devam ediyordum.
Sonunda cevap verdi, “Evet, hayatım.” dedi. Ona nerede olduğunu ve neden cevap vermediğini sordum. Dedi ki, “Geri dönüyorum. Hepiniz için falafel aldım.” Gözyaşlarına boğuldum, rahatladım ve ona sordum, “Neden cevap vermedin? Saldırının sana yakın olduğunu düşündüm.”
Aynı şey pazara gittiğinde kardeşimin de başına geldi. Yakınlarda bir bombalama oldu ve hepimiz evdeydik, dehşete kapılmıştık, çok yakın olmamasını umuyorduk. O dönene kadar korkularımızı yenmeye devam ettik.
Korku içeri sızdığında
Ve aynı hafta, gümbür gümbür bir patlama, okula dönüştürülmüş bir sığınak olan Esma'yı sarstı. Kuzenim altı çocuğuyla birlikte oraya sığınmıştı. Roket üstlerindeki çatıya isabet etti, sınıfı yırtarak aşağıya düştü ve aşağıdaki hedef sınıfa isabet etti.
“Gözlerim yeni açıldı,” dedi kuzenim, sesi titreyerek. “Patlamayı duymadım, sadece iki kızımı gördüm, kanlar içinde ve parçalanmışlardı. Duymalıydın. Daha yüksek sesle olmalıydı. Sizin korkunuz bizimkinden daha yüksek görünüyordu.”
Haber çok geçmeden geldi; Esma hedef alınmıştı. Tanıdığımız pek çok kişi, akrabalarımız ve arkadaşlarımız oraya sığınmıştı ya da sadece bir sokak ötede, aynı titreyen mahallede yakalanmıştı. O anda bizi saran korku, patlamanın kendisinden daha boğucu, daha sinsi hissettirdi. Sessizlik hâkim olduğunda, korku her bombadan daha soğuk ve daha felç edici bir şekilde içeri sızar.
Bu her Gazzeli için geçerli bir gerçek. İnsanlar evlerinde ve sığınaklarında birlikte kalmayı tercih ediyor çünkü bir bomba patladığında biri dışarı çıkmışsa, dışarıdaki kişi geri dönene kadar beklemek ve endişelenmek sizi boğacaktır. Çünkü bir saldırı gerçekleştiğinde, sırf patlamaya yakın oldukları için pek çok sivil hayatını kaybediyor.
Gazze dışındaki insanlar bana savaşın nasıl bir şey olduğunu soruyorlar. Ateş, kaos ve çığlıklar hayal ediyorlar. Bu bazen doğru. Ama aynı zamanda beklemekle de ilgili. Mutfaklarda beklemek. Sığınaklarda. Çalışmayan arabalarda. Çadırlarda. Mülteci merkezine dönüştürülen okullarda. Artık ev gibi hissettirmeyen kendi evinizde. Sessizlik uzarken beklemek.
O sessizlikte yaşamayı öğrendim. İçerde şiirler yazdım, isimler fısıldadım. Hatta daha uzun süre kalması için yalvardım çünkü ne kadar korkutucu olsa da yine de ardından gelen sesten daha iyiydi.
Bazen korkudan oluşmayan bir sessizlik duymanın nasıl bir şey olduğunu merak ediyorum. Sadece sessizlik, gerçek sessizlik. Denizi duyabileceğiniz türden. Ya da açık bir pencereden komşunun kahkahasını. Çay bardaklarının şıngırtısını. Bir ninniyi.
İşte benim hayalim bu. Acıtmayan bir sessizlik.
* Samah Zaher Zaqout, Gazze İslam Üniversitesi'nden mezun oldu. Edebiyat Fakültesi İngiliz Edebiyatı bölümünden mezun olan en iyi öğrenciydi. Mezun olduktan sonra University College of Applied Sciences'da (UCAS) İngilizce okutmanı olarak çalıştı.
Samah şu anda yerel bir kurumda içerik yazarı, sosyal medya yöneticisi ve çevirmen olarak çalışıyor. Aynı zamanda Preply Platform'da ana dili İngilizce olmayanlara dil öğreten bir çevrimiçi eğitmen ve Topluma Hizmet ve Sürekli Eğitim-IUG dâhil olmak üzere eğitim merkezlerinde İngilizce öğretiyor.
“Hazırlık okulundan beri yazmayı seviyorum,” diyor Samah. “Sanat fakültesine, İngiliz edebiyatına girdikten sonra yazmaya daha fazla ilgi duymaya başladım.”
Samah yazılarını yayınlamaya başladı. Kısa süre önce Kanada'nın Vancouver kentinde düzenlenen bir etkinlikte kişisel bir öyküsünü paylaştı.