Fatena Abu Mostafa’nın We Are Not Numbers’da yayınlanan yazısını Barış Hoyraz, Haksöz Haber için tercüme etti.
7 Ekim 2023 sabahı, saat 9'u biraz geçe, tüm iletişim araçlarını kaybettim; telefonumun şarjı, elektriğim ve internetim yoktu. Hayat tamamen durma noktasına geldi. Sanki aniden bir uçuruma düşmüş gibiydim. Yerimizden edilmiştik. Telefonumu tekrar şarj edebilmem için günler geçti.
Ertesi temmuz ayında evimize dönmemize izin verildi. Babam rahatlamış bir şekilde bize şöyle dedi: "Komşumuz Ahmed telefonlarımızı her gün şarj edeceğini söyledi. Onları bir çantaya koyun."
Ahmed Abu Daqqa'nın evinde güneş panelleri vardı. Böyle karanlık bir zamanda ne büyük bir hazine.
“Telefonlarımızı her gün şarj edecek.” Bu basit cümle günüme enerji kattı. Kardeşim Sami her gün telefonlarımızı şarj etmek için Ahmed'in dükkânına gitmeye başladı.
Uzun zamandır bir şey yapmak çok zordu ama artık telefonum şarj edildiğinde dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi biriyle bağlantıda olmanın sonsuz ve anlık memnuniyetini yaşıyordum.
Bir ay sonra, önemli bir görevi tamamlamak için internete çok ihtiyacım vardı. Babamdan Ahmed ile konuşmasını istedim ve kızının beni sokakta karşılayıp eve götüreceğini söyledi.
Betül ile tanışmak
Kaçıramayacağım bir fırsattı. Sokağa ulaştığımda uzaktan Ahmed'i gördüm. Bana seslendi ve bir internet kartı uzattı. “Betül'ü bekle, o seni götürecek,” dedi.
Bir dakika içinde mor pijamasının içinde yumuşak, ipeksi saçlı, iri gözlü bir kız belirdi. Arkadaşça tavırlarına ve utangaç meraklılığına hemen ısındım. Hayat doluydu ve sosyalliği çok belirgindi.
Betül yanımda yürüdü ve merakını yenemeyerek sordu: "Eviniz nerede? Üniversitede mi okuyorsunuz?" diye sordu.
“Evimiz caddenin karşısında, üniversiteye gelince 2023'te mezun oldum” diye cevap verdim.
Sonra ben de sordum, "Peki ya sen? Sen kaçıncı sınıftasın?"
Aramızdaki yaş farkını fark etmemi istemiyormuş gibi kıkırdadı, “Yedinci sınıftayım.” Neşesi ve ışıltılı gülümsemesi, içinde yaşadığımız mahallenin ve sokakların harap haline meydan okuyordu.
Her zaman özenle seçilmiş birkaç arkadaşım olmuştur. Yeni insanlarla tanışmaktan pek hoşlanmam. Ancak savaş ve tekrar tekrar yaşadığımız yer değiştirmeler bana sosyal çevremi genişletmekten başka seçenek bırakmadı. On üç yaşında bir kızın hayatıma bu kadar derinden dokunacağını, onsuz kendimi eksik hissedeceğimi hiç düşünmemiştim. Betül bana sadece gençliğinin sınır tanımayan merakını ve masumiyetini göstererek en gri günlerime umut getirdi.
Betül'ün evine vardığımızda annesi Ayşe Kudeyh beni sanki yıllardır tanıyormuş gibi karşıladı. “Neden geciktin Betül?”
Betül güldü, “Yolda Fatena'yı tanımaya çalışıyordum!”
Üçüncü kata çıktık, orada benim için bir masa, sandalye ve şarj kablosu hazırlamışlardı. Kendimi aileden biri gibi hissettim ve çalışmaya koyuldum ama Betül'ün sorgulamaları tam gaz devam ediyordu. Sorularının hepsi, orada bulunduğum kısa süre içinde beni daha fazla konuşmaya teşvik etmek için tek bir uzun cümleyle birbirine bağlanmıştı. Konudan konuya atlıyor, hakkımda bulabildiği her şeyi deşifre etmeye çalışıyordu. Verdiğim cevaplar onun merakını daha da artırdı.
Soruları birbiri ardına sıraladı: "Kaç yaşındasın? Bölümün ne? Çeviri yapmayı seviyor musun?"
Ayşe şakayla araya girdi, "Nadiren ziyaretçimiz oluyor ama bu durmadan konuşacağın anlamına gelmiyor Betül! Bırak da Fatena işlerini bitirsin."
Güldüm ve “Sorun değil, mutluyum” dedim. Bu savaş sırasında böyle anlar çok azdı ve çok kısa sürüyordu.
Bir saat sonra Ayşe bana çay ve bisküvi getirdi ve “Bugün sizi öğle yemeğinde ağırlamak istiyoruz” dedi. Ramazan için değil, nafile olarak oruç tuttuğumu söylediğimde, bir anne şefkatiyle ısrar etti: "Bunları çantana koy ve iftarda ye. Bizi tekrar ziyaret etmelisin, böylece bizimle öğle yemeği yiyebilirsin."
Ayşe'yle en nazik komşuyla tanıştığımı hissederek evlerinden ayrıldım. Ayrılırken bir kez daha sıcak bir şekilde “Bunu alışkanlık haline getir, istediğin zaman buyur gel” dedi.
Ve Betül, beni dışarı çıkarırken nefes nefese sorularına devam etti: “Eviniz nerede?”
İşaret ettim ve gülümsedi, “O zaman seni penceremden göreceğim!”
Aydınlık ev
3 Nisan 2025'te, Ramazan ayında - bir yıllık savaştan sonra kendimi gerçekten canlı hissettiğim tek zaman - nihayet mahallemizde ölüm korkusu olmadan dolaşmak neredeyse güvenli görünüyordu. İnsani bir ateşkes ilan edilmişti.
Sınava girmek için sessiz bir yere ihtiyacım vardı ve düşünebildiğim tek ev Ahmed'inkiydi - mahallede güneş panellerinden elektrik alan tek ev onunkiydi.
Babam komşumuzu aradı ve tereddütle, “Tekrar sormaya utanıyorum,” dedi.
Ahmed sözünü kesti, "Ebu Sami, böyle söyleme. Evimiz onun evi. Kızına söyle, istediği zaman gelsin."
Ben de bu sefer annemle birlikte gittim. Betül bizi kahkahalarla karşıladı, havaya parfüm sıkarak, “Hoş geldin Fatena!” dedi.
Bana sarıldı ve rahat etmem için birkaç minder getirdi.
“Neden endişelisin?” diye sordu masumca, endişemi hissederek.
“Sınavım var,” diye yanıtladım.
Savaştan önce olduğu gibi sınav öncesi aynı sinirleri ve midemdeki düğümleri hissetmek garip geldi. Sanki yıkım bizi henüz strese karşı bağışık hale getirmemişti.
Betül sanki benim koruyucummuş gibi harekete geçti. Kardeşlerini benim için hazırladığı odadan hızla kovdu: "Kimse içeri girmesin! Fatena'nın sınavı var!"
Sonra da kısık sesle, “Onun için dua edin, sınava giriyor,” diye tembihledi.
Ateşkes sırasında dersler için mahallede bir ibadet yeri açılmıştı ama Betül o gün dersini ve çok sevdiği Kur’an ezberleme alışkanlığını aksatmıştı. O yokken bir şeye ihtiyacım olabileceğinden korkuyordu. Üzerimde nasıl bir koruyucu gibi durduğunu hatırlıyorum.
Betül'ün evine ikinci ziyaretimde, tıpkı onun söylediği gibi, duvarlara usulca vuran ışığı fotoğrafladım. Fotoğraf: Fatena Abu Mostafa
Betül'ün evinde elektrik prizleri her zaman çalışırdı. Sanki normal bir günmüş gibi garip hissettim. Betül bana “Lambanın ve prizin fotoğrafını çek!” dedi. Güldüm ve bana söylediği gibi lambanın fotoğrafını çektim.
Sınavımı bitirdikten sonra bana düşünceli bir şekilde baktı ve şöyle dedi: "Biliyor musun? Başörtünü takma şeklin çok güzel. Seni taklit edeceğim!" dedi.
Gözlerinde bir pırıltıyla abla hayranlığına devam etti. “Senin bölümünü okuyacağım ve senin gibi çevirmen olacağım!”
Kitabımı aldı ve okumaya çalıştı. “Bak! Kelimeyi doğru okudum, değil mi?”
Tüm kalbimle güldüm, Betül’ün yetişkinliğe hazır oluşu beni her zaman eğlendirdi.
Annesi bilgece ekledi, "Bak, Betül. Bir kadının üniversite diploması onun silahıdır."
Ayrılırken Betül annesine bayramdan önce evimizi ziyaret etmesine izin vermesi için yalvardı. Ama aileme yük olmak istemeyen Ayşe kızının heyecanını dizginledi: “Bayramda gideriz, umarım o zamana kadar savaş bitmiş olur.”
Betül, annesinin koyduğu sınırları sınamak için alaycı bir tavırla yalvardı: “Ama bayrama daha çok var, lütfen daha önce gidelim.”
Betül’e söz verdim, bayramdan önce onu evime getirecektim. Ama bayram geldi ve ne o ne de annesi bir daha ziyarete gelmedi.
Vedalaşmaya fırsat yok
18 Nisan 2025'te lanet olası insansız hava araçlarının vızıltısıyla ve daha da korkuncu ailemin “Ordu yeni tahliye emri verdi!” şeklindeki telaşlı sesleriyle uyandım.
Tahliye rotasını ya da gideceğimiz yeri düşünemiyordum. İlk düşüncelerim, telefonumu nasıl şarj edeceğim? İnternete nereden ulaşacağımdı?
Sonra birden Betül’ün sözleri kafamın içinde ürkütücü bir şekilde çınladı: “Bayrama daha çok var, bayramdan önce Fatena'yı ziyaret etmek istiyorum.”
Kulaklarıma uğursuz düşünceler doluştukça korkularım artmaya başladı. Tahliye mi edecekler? Betül ve Ayşe'yi tekrar görebilecek miyim?
Babam, Ahmed'i arayıp planlarını sordu. Ahmed: "Yerimizden edilmekten bıktık. Burada kalacağız. Şarj edilmesini istiyorsanız telefonlarınızı gönderin" diyerek babama güvence verdi.
Babam da kalmaya karar verdi.
Aralıksız bombardıman yakında başlayacaktı ama yine de bizim gibi komşularımızın da tahliye edilmediğini bilmek beni rahatlatıyordu.
İftar vakti bombardıman daha da şiddetlendi. Gece yarısına doğru kalbimin sıkıştığını hissettim. Anneme “Kötü bir şey olacak” dedim.
Ardından büyük bir patlama oldu. O kadar yakındı ki evimizin vurulduğundan emindim. Ama biz kurtulduk.
Çığlık yoktu, sadece etrafımızda seken şarapnellerin sesi vardı. Dakikalar sonra biri babamı aradı.
Babamın yüzündeki şoku görebiliyordum ve bana neler olduğunu anlatması için ısrar ettim. O güne kadar duyduğum en yıkıcı haberi aktaracaktı.
“Ahmed, eşi ve dört çocuğu şehit oldu.”
Buna inanamıyordum. Pencereden dışarı bakmaya bile korkuyordum.
O gece hiç uyumadım. Sabah dışarı baktığımda sadece enkaz gördüm. Ahmed'in evi yok olmuştu ve komşularımın cesetleri bir haftadan uzun bir süre boyunca yıkıntıların altında ezilmiş ve gömülmüş halde yatıyordu. Mahallenin köpekleri bile keder içinde uluyordu.
18 Nisan 2025: Dışarı baktığımda sadece enkaz gördüm. Fotoğraf: Fatena Abu Mostafa
O zamandan beri uyuyamıyorum. Betül’ün ailesi zihnimde dolaşıyor, sanki hala yan komşumuzmuş ve işlerine devam ediyorlarmış gibi. Betül gülüyor, ders çalışıyor ve yetişkin olmanın hayalini kuruyor. Ayşe'nin da hayalleri vardı. Tıpkı bir zamanlar kendisi için umut ettiği gibi çocuklarının da okumasını ve başarılı olmasını istiyordu.
Cesetleri nihayet enkazdan çıkarıldığında, tanınmayacak kadar bozulmuşlardı. Betül’e veda edemedim ve onun nazik yüzünü tekrar göremedim çünkü yüzü parçalanmıştı. Ona son bir kez sarılamadım. Söz verdiğim gibi onu evimi görmeye götüremedim.
Bir ay geçti ve ben hala her yerde onları görüyorum. İnternete her baktığımda. Betül’ün beni ilk gördüğü sokaktan her geçişimde. Biri “Bayram” dediğinde ağlıyorum.
Onu evime daha önce getirmediğim için kendime kızıyorum.
Büyükannesi son ziyaretimden sonra evden çıkmadıklarını söyledi.
Betül, çalınmış bir hayatın sembolü
Savaş her şeyi çalar. Soluduğumuz temiz havayı çalıyor. Gözlerimizden rahatlığı çalar ve gökyüzüne korku ve ölüm yayarak onları bir yaşam tarzına dönüştürür. Masum çocuklukları ve asla doğma şansı verilmeyen hayalleri çalıyor - tıpkı Betül’ünkinin çalındığı gibi.
Hiçbir şey beni Betül ve ailesini kaybettiğim ana hazırlayamazdı. Savaştan önce tanıdığım insanlardı ama savaşın hayatlarımızı felç ettiği ve bizi dış dünyadan kopardığı en karanlık günlerde birbirimize çekildik.
Şimdi ne zaman yazsam, Betül’ün sözleri aklıma geliyor: “Ben de senin gibi olmak istiyorum, Fatena.”
Onların evi savaşın karanlığındaki tek ışıktı. Bana sevdiklerimle geçirdiğim her anın değerini bilmeyi öğrettiler. Keşke Betül ve ailesini savaştan önce tanısaydım.
Betül, hayalleri öldürülen her çocuğun sembolüdür; annesi umudun ve gücün sembolüdür; ailesi ve evi bir sığınaktır.
Bu hikâyeyi -onların hikâyesini- dünyaya Gazze'de yaşamı seven ruhlar olduğunu göstermek için yazdım.
Hayaller füzelerle söndürüldüğünde, hafıza içimizdeki hayalperestleri canlı tutmak için savaşır. Betül sadece savaşta tanıştığım bir çocuk değildi. Hayalleri ve hırsları olan bir çocuktu, gecikmiş bir umut, hiç gerçekleşmemiş bir gelecek. Betül büyümek istemişti ama ölüm önce gelmişti.
Ve bugün, onun hakkında yazarken, tıpkı kalbimde canlı kaldığı gibi, onu kelimelerde canlı tutmak için mücadele ediyorum.
* Fatena Abu Mostafa, Gazze'de yaşıyor, Gazze İslam Üniversitesi'nden çeviri alanında lisans derecesine sahiptir. Makale yazarı, şair ve hikâye anlatıcısı olarak çalışıyor.
“Yazılarımla, özellikle savaş zamanlarında Gazze'de yaşayanların seslerini duyurmaya çalışıyorum” diyor. "Amacım, seslerini duyuramayan bireylerin mücadelelerine ışık tutmak.”
"Yazmak benim için bir meslekten çok daha fazlası - duygularım için bir sığınak ve karşılaştığım zorluklarla başa çıkmanın bir yolu. Yaşadığım sürece yazmaya ve hikâyelerimi paylaşmaya devam etmek benim yaşam boyu misyonum. Sesimin dünya çapında yankı bulmasını, şiirlerimin ve öykülerimin onları okuyan herkesin kalbinde kalıcı bir etki bırakmasını arzuluyorum."