Rania Mostafa’nın Middle East Monitor’de yayınlanan yazısını Barış Hoyraz, Haksöz Haber için tercüme etti.
7 Ekim olaylarından önce, birçok kişi Mısırlılar gibi bir halkın, aşağılanma ve ülkelerinin servetinin israfı karşısında nasıl sessiz kalabildiğini merak ediyordu. Ancak El-Aksa Tufanı Operasyonu'nun başlatılmasından bu yana, soru değişti — şimdi insanlar şunu soruyor: Gazze ateş altında yanarken Mısırlılar neredeydi?
Gazze krizini izleyenler, gelişen trajediye Mısır'ın güçlü bir tepki vereceğini bekleyerek şaşkına döndüler. Bunun yerine, rejimden bir dizi hayal kırıcı tepki aldılar: Gazze Şeridi'ne yardım ulaştırmada bariz bir yetersizlik; İsrail'in Filadelfi Koridoru'nu işgal etmesi ve Refah geçişini bombalamasıyla Camp David Anlaşmaları'nı ihlal etmesine sessiz kalma; İsrail ile ticareti artırma; yardım ve dayanışma konvoylarını engelleme; uzun vadeli bir gaz ithalat anlaşması imzalamak; Filistin ile dayanışmayı ifade eden her türlü kamuoyu veya bireysel ifadeyi bastırma.
Direnişin destekçileri şaşkına döndü. Seçilmiş cumhurbaşkanını deviren, topraklarının ve servetinin bir kısmını terk eden, kendi halkını öldüren, düşmanlarından yardım isteyen, toplumunu parçalayan ve bir zamanlar Gazze'deki kardeşleriyle bağlantısını sağlayan tünellere su basan bir rejimden olağanüstü bir eylem bekliyorlardı. Onları daha da şaşkına çeviren ise, rejimin kendisini ateşkes için çaba gösteren ve mağdurlara yardım gönderen yorulmak bilmez bir arabulucu olarak gösterme çabasıydı. Bu nasıl olabilirdi?
Mısır'ın son gelişmelere verdiği tepki, güçlü Batılı kapitalist çıkarların emrinde olması nedeniyle son derece çelişkili görünüyor. 2013 yılında Mısır rejimi, darbeyi planlamaya yardım eden İngiliz-Amerikan kapitalist bloğuyla ittifak kurdu. Karşılığında, Netanyahu'nun pervasız dürtülerine bakılmaksızın işgalci gücü destekleyerek bu desteğin karşılığını vermesi bekleniyordu.
Mısır askeri rejimi, özellikle güvenlik alanında, ülkeyi kapitalist çıkarların hizmetine sunmuştur. Mübarek hükümetinin devrim öncesinde reddettiği, ancak El-Sisi'nin 2018'de imzaladığı İletişim Uyumluluğu ve Güvenlik Anlaşması (CISMOA), Mısır ordusunun doktrinini yeniden tanımlamış ve tüm ülkeyi kapsayan bir ABD kapitalist üssünün temellerini atmıştır.
Anlaşma, imzacı devlet ile ABD güçleri arasındaki askeri iletişim sistemlerinin karşılıklı çalışabilir hale getirilmesini, Amerikan askerlerine askeri üsler, havaalanları ve limanlara geniş erişim hakkı ve askeri teçhizatı denetleme hakkı verilmesini öngörüyor. Karşılığında, imzacı devlet belirli ileri ABD teknolojilerine sınırlı erişim hakkı elde ediyor.
CISMOA, Mısır ordusunu fiilen ABD ordusunun bir alt birimi haline getirerek, modern savaşı yeniden tanımlamaya çalışan müttefik devletlerle aynı çizgiye getiriyor — geleneksel ordular arasındaki çatışmalardan, küresel müttefik kuvvetlerin birbirine bağlı ağları aracılığıyla yürütülen sınır ötesi operasyonlara geçiş. Bu nedenle Mısır rejimi, anlaşmanın imzacılarının önceden onayı olmadan İsrail'e karşı herhangi bir tavır alamaz.
CISMOA'nın ardından, Amerikan sermayesi, Netanyahu'nun eylemleri aracılığıyla sınırlı provokasyonlar düzenleyerek Camp David Anlaşması'nı feshetmeye ve buna eşlik eden askeri yardımı aşamalı olarak kaldırmaya çalıştı. Bu provokasyonlar, Mısır ordusunun anlaşmanın şartlarını ihlal etmekten sorumlu görünmesini sağlamak için hesaplanmıştı. Bu, Washington'un bu yardımın yükünden tamamen kurtulmasını sağlayacaktı.
Aynı zamanda, Anglo-Amerikan kapitalist bloğu, Mısır rejiminden Siyonist sermayenin sınırsız hırslarından kendi çıkarlarını korumalarını talep ediyor. Bunu, Fransız yanlısı Mısırlı kapitalistlerin Filistinlilerin yerinden edilmesine karşı çıkmalarına izin vererek — çatışmanın özünün sınırlı kalmasını ve savaş alanının genişlememesini sağlayarak — ve Mısır ordusunun Sina'daki faaliyetlerine göz yumarak başarıyor.
Peki Mısır halkı nerede? Neden ülkenin yüz milyonluk nüfusu ayaklanmıyor?
Birincisi: iktidardaki askeri rejim, Mısır'ın Müslüman nüfusunun dini bakış açısının yeniden şekillendirilmesi gerektiği inancından dolayı seçildi — böylece bir zamanlar yasak olan şeyler tartışmaya ve yeniden yorumlanmaya açık hale geldi ve her türlü dini bağlılık eylemi aşırılıkçılık olarak damgalanabilir hale geldi. Din, çoğu Mısırlı için nihai referans noktası olmaya devam ettiğinden, Filistin gibi İslami bir davayı destekleyen herhangi bir halk hareketi başarısızlığa mahkûmdur.
İkincisi: Yıllar süren iktidarı boyunca rejim, resmi devletin paralelinde işleyen bir gölge devlet kurmuştur. Her devlet kurumunun askeri kontrol altındaki bir muadili oluşturulmuştur ve böyle bir muadili olmayan kurumlarda da, paralel yapı tamamen konsolide olana kadar nihai yetki silahlı kuvvetlerde kalmaktadır.
Üçüncüsü: Askeri ve polis biriminin yanı sıra — ve sindirme amacıyla kullanılan özel güvenlik şirketlerinin meşrulaştırılmasının yanı sıra — rejim, Bedevi kabilelerini de saflarına katmış, sadık grupları silahlandırarak ve güçlendirerek toplum üzerindeki kontrolünü sıkılaştırmış ve halk arasında korku salmıştır. Ne de olsa, geniş bir ulusu kontrol etmek için geniş bir ordu gerekir.
Dördüncü olarak: Rejim, her vilayetin girişine kontrol noktaları kurmuş ve eski mahallelerin ortasından yeni yollar açarak, ayaklanma durumunda hızlı asker sevkiyatı yapılmasını ve vatandaşların bir bölgeden diğerine hareketlerinin kısıtlanmasını sağlamıştır.
Beşinci olarak: Sıradan vatandaşlar, çok sayıda silahlı kontrol noktasından geçmeden Sina'ya girememektedir — bu kontrol noktaları, düşman devletten gelen bir turistin karşılaşacağından bile daha fazla olabilir.
Altıncı: Rejim sistematik olarak zorla kayıplara yol açmaktadır — ülke genelinde her gün yaklaşık yüz kişi ortadan kaybolmaktadır. Aileleri kırk gün boyunca hiçbir haber alamamakta, ardından kurbanlar Devlet Güvenlik merkezinde ortaya çıkmakta ve uydurma siyasi suçlarla itham edilmektedir. Ardından sorgulamalar başlıyor ve serbest bırakılsalar veya beraat etseler bile, genellikle yeni suçlamalarla tekrar gözaltına alınıyorlar.
Mısırlılar bugün silahların gölgesinde geniş, açık bir hapishanede yaşıyorlar. Ordularının doktrininin korumadan baskıya kaydığını, silahlarının düşmana değil kendi başlarına doğrultulduğunu, bir zamanlar güvendikleri liderlerin parmaklıklar ardında olduğunu, hapishane dışında kalan siyasi muhalefetin kâğıt kahramanlardan ibaret olduğunu ve herhangi bir yanlış kararın Mısır'ın bölünmesine yol açabileceğini — komşu devletlerin asla kaldıramayacağı bir sonuç — biliyorlar.
Mısırlılar, rejimlerinin treni uçuruma doğru sürdüğünü biliyorlar. Tek iki seçenekleri var: treni devirmek ya da kaçınılmaz kazayı beklemek. Her iki durumda da sonuç aynı olacaktır.