Meşruiyet ve kaçış arasında: Batı'nın Filistin'i tanımasını okumak

On yıllardır, Filistin devletinin tanınması Birleşmiş Milletler salonlarında, politikacıların dudaklarında ve kalabalıkların sloganlarında yankılanıyor.

Dr Ibrahim Hamami’nin MEMO’da yayınlanan yazısı, Haksöz Haber tarafından tercüme edilmiştir.


Tanınma, sadece bir basın açıklamasında söylenen bir kelime veya diplomasi kayıtlarına yazılan bir satır değildir. Filistinlilere uluslararası sistemde yasal bir statü kazandıran, anlaşmalara ve kuruluşlara kapı açan ve küresel forumlarda seslerini duyuran bir adımdır.

Bu açıdan bakıldığında, her yeni tanıma, küçümsenmemesi gereken sembolik ve ahlaki bir kazançtır.

Ancak Filistinlilerin acı deneyimlerinden bildiği gibi, sözler bazen eylemsizliği örtbas etmek için kullanılabilir. Tanıma tek başına Gazze'ye yönelik bombardımanı durdurmaz, Batı Şeria'daki yerleşim genişlemesini dondurmaz veya Kudüs'teki kuşatmayı kaldırmaz.

Bu da temel bir soruyu gündeme getirir: Tanıma sürecinin arkasında ne yatıyor? Bu, gerçek bir değişime doğru atılmış bir adım mı, yoksa bazı Batılı başkentlerin daha ağır sorumluluklardan kaçmak için kullandıkları bir koz mu?

Filistin devletini tanımak, diğer temel hakların yerine geçmez ve geri dönüş hakkı, tam egemenlik, Kudüs veya her türlü işgalin sona erdirilmesi karşılığında ödenen bir bedel olarak indirgenemez. Filistinliler, vazgeçilmez haklarından ödün vererek kesik bir devlet talep etmediler; aksine, tanınmayı kapsamlı adalete giden uzun bir yolculuk içinde tamamlayıcı bir adım olarak görüyorlar.

Sorumluluktan kaçış olarak tanıma

Batı hükümetleri için “Filistin'i tanıdık” demek çok kolaydır. Bu ifade kısa, etkileyici ve Gazze'deki katliamların görüntüleri karşısında öfkelenen halkı yatıştırır.

Ancak aynı zamanda, “İsrail”e yaptırım uygulamaktan, silah ihracatını kısıtlamaktan veya ekonomik ortaklıkları yeniden gözden geçirmekten çok daha az maliyetlidir.

Burada tanıma, siyasi bir emniyet valfi işlevi görür: kamuoyunun baskısını hafifletir, medyayı tatmin eder ve hareketlilik izlenimi verir, ancak temel politikalar değişmez. Bu, hastaya altta yatan hastalığı tedavi etmeden ağrıyı dindirmek için ağrı kesici vermek gibidir.

Yine de, bu “ağrı kesici” Filistinlilerin meşruiyetine bir puan kazandırıyor. Bu anlamda, Filistinliler akıllıca yatırım yaparlarsa, kısa vadeli bir kaçış olsa da, uzun vadede bir avantaj haline gelebilir.

Batı'nın rolünün yeniden tanımlanması

Yıllarca “İsrail”e koşulsuz destek verdikten sonra, birçok Batılı başkent kendilerini zor bir durumda buldu: suç ortaklığıyla suçlanıyor, güvenilirliklerini yitiriyor ve halkın artan öfkesiyle karşı karşıya kalıyorlardı.

Böylece tanıma, bir yeniden tanımlama aracı olarak ortaya çıktı: Batı, “dürüst arabulucu” ve “uluslararası hukukun koruyucusu” olarak yeniden ortaya çıktı.

Denklem açık: güçlü retorik, sınırlı eylemler. Konferanslarda “iki devletli çözüm” ile ilgili ifadeler tekrarlanıyor, ancak askeri yardım veya ekonomik ilişkileri “İsrail”in davranışlarına bağlayan pratik önlemler alınmıyor. Tanıma, çatlak bir duvara asılmış dekoratif bir tablo gibi oluyor: mekânı süslüyor, ancak hasarı onarmıyor.

Gerçek fark, tanıma somut politikalarla birleştiğinde ortaya çıkar: yerleşim ürünleri ile İsrail ekonomisinin geri kalanını ayırt etmek, silah anlaşmalarını gözden geçirmek veya uluslararası mahkemelerde Filistin davalarını desteklemek. Ancak o zaman tanıma, diplomatik bir dekorasyondan gerçek bir etkiye dönüşür.

İsrail’in sembolik tanımadan elde ettiği fayda

Bazıları “İsrail”in Filistin'in tanınmasından korktuğunu varsayabilir. Gerçek ise daha karmaşıktır. “İsrail”, boş tanıma işlemlerinin de kendi çıkarlarına hizmet edebileceğini bilir: bunlar siyasi bir süreç izlenimi yaratırken, sahadaki gerçekler değişmeden kalır: yerleşimlerin büyümesi, kuşatma, baskı.

Tel Aviv için sembolik tanıma, bir sis perdesi gibidir: sadece basın açıklamalarında var olan “iki devletli çözüm” söyleminin arkasında işgali gizler. Daha da kötüsü, “İsrail”in gerçek bir bedel ödemeden çatışma yönetimini uzatır.

Ancak bu denklem risksiz değildir. Tanımalar biriktikçe, yeni bir hukuki ve siyasi ortam yaratırlar: Filistinlilerin uluslararası mahkemelere başvurmaları, tarihsel anlatılarını güçlendirmeleri ve yerleşimlere karşı ekonomik ve hukuki taleplerde bulunmaları kolaylaşır. İşte bu nedenle “İsrail”, tanıma sürecini tamamen sembolik, risksiz bir çerçeve içinde tutmaya çalışmaktadır.

Sonuç: Sembol ve öz arasında

Filistin devletinin tanınması önemlidir, ancak tek başına yeterli değildir. Ayrıca, feragat edilemeyecek tüm haklara alternatif bir talep de değildir.

Filistinliler Kudüs'süz bir devlet, egemenliğinin kısıtlandığı bir devlet ya da geri dönüş hakkını ortadan kaldıran bir varlık istemiyorlar.

Bugün ihtiyaç duyulan şey, boş jestler değil, somut önlemlerdir: yerleşimlerin genişlemesini durduran, kuşatmayı kaldıran ve cezasızlığı sona erdiren eylemler.

Tanınma sonuçsuz kalırsa, sahada hiçbir şeyi değiştirmeyecek ve hatta “İsrail”i suçlarının bedelini ödemekten muaf tutabilir.

Ancak tanınma, pratik politikalar ve gerçek baskı ile bağlantılı olursa, adalet, egemenlik ve özgürlüğe giden bir kaldıraç haline gelebilir.

*Dr Ibrahim Hamami, İngiliz-Filistinli bir araştırmacıdır.

Çeviri Haberleri

Gazze'deki soykırım, ellerine mal oldu ancak o çok daha fazlasını kaybetti
Sadece sözde bir ateşkes
İsrail'in Gazze'deki soykırımı dijital yok oluşla nasıl genişliyor?
İsrail sömürgeciliğini korumak, onun işkence uygulamalarına da sahip çıkmaktır
Filistin bayrağı Londra'da dalgalanırken Arap ufukları bomboş