Mohammad Abu Rumman’un Middle East Eye’de yayınlanan yazısını Barış Hoyraz, Haksöz-Haber için tercüme etti.
İslamcılık, birçok Arap ülkesinde statükoya karşı itici bir güç haline gelmiştir - halkların muhalefetini dile getirmek, mevcut yaşam koşullarını reddetmek ve siyasi alternatifler aramak için başvurdukları başlıca yoldur.
Tarihsel olarak, Arap devletleri bu hareketi ortadan kaldırma arayışlarında önemli zorluklarla karşılaşmışlardır. Siyasal İslam onlarca yıldır onlara karşı direngen bir düşman olmuş ve rejimleri şu soruyu kendilerine sormaya itmiştir: Bu düşman neden yok olmuyor?
İslamcılığı yenmek, ortadan kaldırmak ve ister seküler ister dini olsun alternatifler oluşturmak için tüm yollar tükendi mi? Kaba kuvvetten baskı altında tutmaya, militarizasyondan siyasi manevralara kadar her yöntem kullanıldı mı?
Batı'yı şaşkına çeviren ve İsrail tarafından -uzun vadede mevcut Arap rejimlerinden daha tehlikeli- bir tehdit olarak görülen bu hareketin direncinin ardındaki sır nedir?
1990'ların ortalarından Arap Baharı sonrasına kadar defalarca İslamcılığın çöküşünü öngören birçok araştırmacı ve uzman, durumu yanlış değerlendirmiş ve yanlış analiz etmiştir.
İslamcılar ne zaman bir gerileme ve zayıflama yaşıyor gibi görünseler de, yeni stratejiler, yaklaşımlar ve liderliklerle yeniden ortaya çıkıyorlar. Bu durum, akademisyenleri bu olguyu, köklerini ve daha geniş bağlamlarını tekrar tekrar gözden geçirmeye ve anlamaya çalışmaya zorlamaktadır.
Arap rejimleri İslami güçleri siyasi süreçler yoluyla - ya dışlayarak ya da seçim sandığında zayıflatarak - marjinalleştirdiğinde, statükoya karşı koymak için tek geçerli alternatifin silah ve devrim olduğuna inanan silahlı gruplar ortaya çıkıyor.
İslam Devleti grubunun geçici olarak gerilemesinin ardından Hamas, 7 Ekim 2023 saldırısı gibi İsrail'i ve tüm dünyayı sarsan operasyonlarla ön plana çıktı.
Tek alternatif
İsrail'in Gazze'de Filistin halkına yönelik katliamı karşısında Arap dünyası sessiz kaldığında, bu durum geçmiş on yıllarda gördüğümüz gibi yeni bir İslamcılık dalgasına ivme kazandırmaktadır. Geçtiğimiz ay Suriye'de Esad rejimini deviren Heyet Tahrir el-Şam'ın (HTŞ) başarısı bunun bir örneğidir.
İslamcılar artık sadece yerel oyuncular değildir; önemli bölgesel aktörler haline geldiler ve uluslararası siyasetin ayrılmaz bir parçası oldular. HTŞ'nin yükselişi Türkiye'nin bölgedeki rolüne bağlıyken, İran ekseni Lübnan'daki Hizbullah ve Gazze'deki Hamas'a kadar uzanıyor. (bu örgütlerin bir kısmı Tahran'dan ziyade Ankara'ya daha yakın gözükmektedir)
Arap Baharı ve karşıt devrimlerden yaklaşık on buçuk yıl sonra İslamcıların ne ortadan kaybolduğu ne de geri çekildiği açık bir şekilde görülmektedir.
Bunun nedeni ne son derece güçlü olmaları ne de uygulanabilir çözümler ve umut verici ufuklar içeren ileriye dönük projeler sunmalarıdır, daha ziyade resmi Arap düzeninin siyasi meşruiyet açısından yaşadığı krizin diğer yüzünü temsil etmeleridir.
İslamcılar, şimdilik, ‘öfkeli ve hayal kırıklığına uğramış Arap halkları’ için mevcut tek alternatif olmaya devam ediyorlar. Demokrasi ve özgürlüğün yerine kendi güvenliklerini ön plana çıkaran hükümetler Arap vatandaşlarını aşağılamış, ekonomik, sosyal ve siyasi alanlarda kapsamlı bir istikrar sağlayamamışlardır.
Bu hükümetler, İsrail'in soykırım savaşı karşısında Gazze halkına hiçbir şey sunmamış, -hatta güçlü ordular ve modern silahlar edinme mazeretini öne sürmüşlerdir. Halklar ise refah ve özgürlüklerini feda ederek ağır bedellere katlanmışlardır. İslamcıları şeytanlaştırma taktiği, bu rejimlerin başarısızlıklarının yükünü taşıyan genç nesiller için artık inandırıcı gelmemektedir. Artık “değişimi statükoya tercih edilebilir” olarak görüyorlar.
Karl Marx'ın “din halkın afyonudur” şeklindeki meşhur sözünün aksine, İslamcı hareketlerin mevcut düzene karşı söylemlerinde kullandıkları duygusal ve dini cazibe, bir tür kurtuluş teolojisini andırır hale gelmiştir.
Arap rejimleri demokrasi, özgürlük ve sosyal adalet için inandırıcı seçenekler sunamadıkları, hatta dış ve bölgesel sorunlarla başa çıkamadıkları sürece bu durum geçerli olmaya devam edecektir.
Din hakkında sorular
Bu arada, liberaller ve solcular da dahil olmak üzere diğer siyasi güçler, onlarca yıldır birçok ülkede baskın popüler güç olarak kalan siyasal İslam'a karşı popüler alternatifler sunmakta yetersiz kalmaktadırlar.
İslamcılığın bir diğer gücü de Arap ve İslam dünyasında din ve devlet arasındaki ilişkiye dair çözülmemiş sorularla ilgilidir. Bu belirsizlik, İslamcı hareketler için bir güç kaynağı olarak hizmet etmekte ve seküler hareketlere karşı dini kullanmalarına olanak sağlamaktadır.
Bölgede yapılan çeşitli anketlerin dinin Arap toplumunda hala güçlü bir kuvvet olduğunu gösterdiği göz önünde bulundurulduğunda, bu durum özellikle bugün için geçerlidir. On yıllar boyunca sekülerleşme girişimleri, genellikle tepeden inme ve zorlayıcı bir şekilde dayatıldığı için büyük ölçüde başarısız olmuştur.
Nader Hashemi'nin önemli kitabı “İslam, Sekülerizm ve Liberal Demokrasi’de” savunduğu gibi, siyasal İslam'ın ötesine geçmenin yolu dışlama, marjinalleştirme, hapsetme ve hatta sürgünden değil, siyasal sürece daha fazla entegre olmaktan geçmektedir. Bu aynı zamanda İslami söylemin çoğulculuk, gerçekçilik ve demokrasi ile uzlaştırılmasını da içerir ki bu denklemde eksik olan temel unsur budur.
Pek çok Arap devleti, dini fetvaların yayınlanması, camilerde vaaz verilmesi ve dini rehberlik sağlanması ile ilgili kanun ve yönetmelikler yoluyla dini alanı yeniden yapılandırarak İslamcıların ayaklarının altındaki halıyı çekmeyi denemiş, böylece devlete bu alan üzerinde nihai kontrol sağlamaya, İslamcıları etkiden mahrum bırakmaya çalışmıştır. Mısırlı siyaset bilimci Saif el-Din Abdel Fattah bu tür politikaları “dinin millileştirilmesi” olarak tanımlamıştır.
Dahası, birçok Arap hükümeti resmi dini kurumları on yıllar boyunca bir kenara ittikten sonra, bu kurumların Arap toplumlarındaki dini meseleleri ele almasını sağlamak amacıyla bu kurumlara yeniden önem vermeye çalışmıştır. İslamcılığın yerine geçecek, siyasetten bağımsız manevi yönlere odaklanan bir “Sufi alternatifi” de düşünülmektedir.
Ancak bu politikaların çoğunun başarılı olamadığı ve İslamcılığın bugün Arap hükümetlerinin karşılaştığı en büyük zorluk olmaya devam ettiği açık ve nettir.
*Mohammad Abu Rumman, Ürdün Üniversitesi'nde siyaset alanında doçent ve Siyaset ve Toplum Enstitüsü'nde akademik danışman olarak görev yapmaktadır.