İhvan’ı bitirme uğruna kurulan ittifaklar
Yasin Aktay / Yenişafak
ABD Başkanı Donald Trump, geçtiğimiz ay Müslüman Kardeşler Teşkilatının Mısır, Ürdün ve Lübnan şubelerinin terör örgütü olarak tanımlanması sürecini başlatacak bir kararı imzaladı. Bu karar Teksas Valisi Greg Abbott’un 18 Kasım’da İhvan’ı terör örgütü olarak tanımlayan kararından farklı olsa da ABD’de İhvan’a karşı uzun süredir belli bir gerilimde devam eden bir siyasetin önemli bir karar aşamasına gelmiş olduğunu gösteriyor.
Trump’ın kararının farkı, Dışişleri Bakanı Marco Rubio ve Hazine Bakanı Scott Bessent’e, Lübnan, Mısır ve Ürdün gibi Müslüman Kardeşler şubelerinin şimdilik terör örgütü olarak tanımlanıp tanımlanmayacağına dair bir rapor sunmaları talimatından ibaret olması. Beyaz Saray’ın bilgi notuna göre, kararname bu bakanlara raporun ardından 45 gün içinde tanımlama işlemlerine devam etmeleri talimatını veriyor.
Bu karara gösterilen gerekçeler, bu ülkelerdeki Müslüman Kardeşlerin, İsrail’e ve ABD’nin bölgedeki ortaklarına yönelik şiddet eylemlerini desteklemekle veya teşvik etmekle; ya da Hamas’a maddi destek sağlamakla suçluyor.
Bu arada İhvan’la ilgili ABD siyasetinin yaşadığı söz konusu gerilim ise ABD yönetiminin kendi nesnel kriterleriyle uluslararası ilişkilerde maruz kaldığı baskılar arasında yaşanıyor. Nesnel kriterler Müslüman Kardeşler hareketinin dünyanın hiçbir yerinde silahlı bir faaliyetinin olmadığını söylüyor. Ancak ABD’nin şu veya bu düzeyde ilişkiler içinde olduğu bazı ülkeler ABD’den İhvan’ı bir terör örgütü olarak tanımasını istiyorlar.
Aslında bu ülkelerde de İhvan’ın hiçbir silahlı faaliyeti yok. Yani çoğunda asıl sorun demokrasinin yokluğu ve muhalefet hareketlerinin tamamen baskıcı yöntemlerle sindirilmeye çalışılması. Buna rağmen İhvan bütün bu ülkelerde hala en büyük potansiyel muhalefet hareketi olarak görülüyor. Hiçbir şekilde muhalefete alışık olmayan bu rejimlerin kendi ülkelerinde nefes alamayacak hale getirdikleri İhvan’a karşı bir de böylesi bir uluslararası ittifak arayışı içinde olmaları bu rejimlerin paranoyasından başka bir anlama gelmiyor. Bu tür bir paranoyanın aslında eninde sonunda kendi sonlarını çağırdığını görmek için az tarih karıştırmak yeterlidir.
ABD’nin de bu taleplere olumlu cevap vererek sadece bir paranoyaya alet olmak durumuna düşeceğini görmemek mümkün değil. Aslında ABD’yi şimdiye kadar bu konuda çekingen kılan, daha doğrusu bu talepleri kendisi için bir gerilim haline getiren konulardan biri de İhvan’ın varlığının sadece iki-üç ülkeyle sınırlı olmaması. İhvan bugün birçok ülkede farklı isimlerle de olsa faal olan büyük bir uluslararası sivil ve siyasi güç. Bazı ülkelerde potansiyel muhalefet hareketi konumu olsa da bazı ülkelerde iktidar ortağı.
İhvan’ın terör örgütü olarak nitelenmesi doğrudan İslam’ın terörle özdeşleşmesi algılarının iyice kökleşmesine sebep olabilir çünkü İhvan İslam’ın en ılımlı, barışçıl ve demokratik yüzünü temsil ediyor. İslam ülkelerinde İhvan’ın darbeler yaparak, silahlı ihtilaller yaparak iktidara gelmesinin bir örneği yok. Bilakis kendisine demokratik süreçlerde şans tanındığında bütün İslam ülkelerinde iktidara en yakın aday. Arap Baharı sürecinde bu tablo çok net bir biçimde görülmüş oldu. Halk ayaklanmalarının neticesinde yaşanan geçiş dönemindeki ilk seçimlerde bütün bu ülkelerde seçimleri kazanan İhvan’la ilişkili partiler olmuştu.
Aslında Arap Baharı süreçlerinin yer yer kanlı darbelerle hatta iç savaşlarla sekteye uğratılmasının sebebi tam da buydu. Bu durumda İhvan, bulunduğu yerlerde terör faaliyetlerinin, askeri darbelerin ve insan hakları ihlallerinin faili değil kurbanı olmuş bir hareket. Zaten soykırımcı İsrail’e desteğini bir türlü çekmemek dolayısıyla kendi kriterlerini yerle bir etmiş olan ABD ve Avrupa İhvan’a karşı sergiledikleri bu tutum dolayısıyla Müslüman halklar nezdinde iyice gözden düşmüş olacaklar.
ABD’nin İhvan’ı bir terör örgütü olarak tasnif etme yönünde Körfez ülkelerinden ve İsrail’den yana ağır baskılar vardı. 7 Ekim’den sonra bütün dünyada büyük bir prestij kaybeden, şimdiye kadar hep başkalarını terörist olmakla, soykırımcı olmakla, anti-semitik olmakla suçlayan İsrail bu sefer soykırımcı, ilkel, katil ve bağnaz bir topluluk olarak görülmeye başladı. İsrail’in herhangi bir ülkeye veya harekete bu saatten sonra yapabileceği hiçbir suçlamanın hiçbir gücü ve inanılırlığı kalmamıştır. Kendi amaçları doğrultusunda İslamcı görünümlü terör örgütleri kurup Müslümanların üstüne salan son derece tehlikeli bir terör örgütü olarak İsrail için İhvan’ın en büyük düşman olduğu sır değil. Ancak bu aşamada Trump’ın sadece İsrail’in baskısıyla hareket ederek bu karara imza attığını düşünmek de doğru değil. Aksine Trump’ın Ortadoğu ile ilgili yeni ittifak düzeni, Mısır ve Körfez ülkelerinden gelen talepler bu tereddütlü adımı atmaya sevk etmiş görünüyor.
Bu arada İhvan hareketinin bitmiş olduğunu söyleyenler için bu adımın da ayrı bir uyarı oluşturması gerekiyor. İhvan hala bittiği söylenen bütün ülkelerde en büyük tehdit olarak görülüyor. Bu ülkelerin güvenlik algılarında İhvan bütün paranoyaların kaynağı olmaya devam ediyor. Uluslararası ilişkilerini bile bu ayarlamalar üzerinde kuruyorlar.
Doğrusu bu, ülke içinde İhvan üyelerinin ne kadar büyük baskılara ve insan hakkı ihlallerine maruz kalabildiğini gösteriyor. Adeta nefes aldırılmıyor İhvan mensuplarına ama buna rağmen bütün bu tedbirler, hareketin bittiğini mi yoksa hala önemli bir güç olduğunu mu gösteriyor? Öyle ya, bitmişse bu kadar tedbire ne gerek var?