We Are Not Numbers’da yayınlanan yazıyı Barış Hoyraz, Haksöz Haber için tercüme etti.
Bayramı her zaman tatlılar alarak ve bunları akrabalarımız ve arkadaşlarımızla paylaşarak kutlamıştık. Savaş bana geleneklerimi ve kültürümü unutturmamıştı, bu yüzden insansız hava araçlarının dönüşüne ve her an hayatımızı sona erdirebilecek patlamalara rağmen, umutsuzluk bariyerini kırmaya ve ailemle birlikte birkaç dakikalığına da olsa neşeli bir şeyler yapmaya karar verdim.
Toprak fırında ka'ak ve maamoul -kek ve kurabiye- pişirmeye karar verdim. Panik ve korkumun üstesinden gelecek, zorlu koşullara ve sınırlı kaynaklarımıza meydan okuyacaktım. Şaşırtıcı bir şekilde, o güne kadar tattığım en lezzetli kekti ve çocuklarım çok sevdi.
El-Zevayide'deki mahallemizdeki diğer çocukları mutlu etmek istedim. Yüzlerini güldürmek umuduyla keki onlara dağıtmaya karar verdim. Çocuklardan biri, altı yaşında masum bakışlı bir çocuk olan Hamza Murad El-Dahdouh'du. Ona bir parça kek verdiğimde, gözleri değerli bir hazine almış gibi parladı. Pastanın tadını saf bir sevgiyle çıkarırken duyduğu sevinci hala hatırlıyorum. Öğleden sonra ikindi vakti civarıydı, ürkütücü gecenin gelmesiyle herkes evlerine ve çadırlarına dönmeden önceydi.
Yerin sallandığını hissettik
Savaş çocukluklarını ve gülümsemelerini çalmışken çocuklara bu neşeyi getirebildiğim için çok mutlu olmuştum. Eşim daha fazla kek yapmam için beni cesaretlendirdi. İnsansız hava araçları üzerimizde uçmayı bırakmamış, bizi izliyorlardı. Yakında bir bombalama olacağı konusunda endişeliydim ama yeni bir parti kek pişirmeye başladım.
Sadece dakikalar geçmişti ki patlamanın gücüyle yerin sarsıldığını hissettik. Kendimi Kıyamet Günü'nde gibi hissettim, gerçekten öldüğümü sandım.
Hamuru çoktan hazırlamış olmama rağmen kek yapmaya devam edemedim. Korku beni felç etmişti. Olayın nerede meydana geldiğini öğrenmek için oturup haberleri okudum:
"Gazze Şeridi'nin merkezindeki El-Zevayide sahilindeki Ard Al-Tarazi'de, Lafi ailesinden yerinden edilmiş insanların barındığı bir çadırın hedef alınması nedeniyle ikisi çocuk olmak üzere üç parçalanmış şehit. Bu kişiler Asmaa Anwar Al-Dahdouh, 25 yaşında; Raji Ibrahim Lafi, 12 yaşında; Hamza Murad Al-Dahdouh, 6 yaşında."
Hamza'nın adı vardı, sadece birkaç saat önce kekimi tatmaktan mutluluk duyan çocuğun adı. Sevincin bu kadar çabuk kedere dönüşmesi nasıl mümkün olabilirdi?
Üzüntüm öfkeyle birleşti. Bunun bir tesadüf olmadığından, bir hata da olmadığından, İsrail'in kasıtlı bir eylemi olduğundan emindim. Kutlama amaçlı günlerde bile çocukları hedef alıyorlar. Doğum oranlarını ve anneliği azaltma politikalarının bir parçası olarak hamile kadınları hedef alıyorlar. İşgal sadece binaları bombalamakla kalmıyor; bizi silmeye ve sistematik olarak soyumuzu kesmeye çalışıyor.
Hayatlarımızı yeniden inşa etmek
Bir yıl önce eşimin ailesinin Deyr El-Balah'taki evinden kaçtık. Döndüğümüzde evimizi ve bahçemizi yıkılmış halde bulduk. Ancak 19 Ocak 2025'te ateşkes ilan edildiğinde hepimiz çocuklarımızla birlikte şehre tekrar geri döndük. Evimizi ve bahçemizi yeniden inşa etmeye karar vermiştik. Hayatlarımızı yeniden kurmayı, yeni ve güzel anılar biriktirmeyi planlamıştık.
Bahçemizin yıkıntılarına domates ektik. Fideler büyümeye başladığında, bana bir dayanıklılık mesajı gönderdiklerini hissettim. Her gün uyanır uyanmaz domates bitkilerimi sulamaya gidiyordum. Onlar benim umut kaynağımdı. Uğruna yaşayacağım bir şey vardı.
Yok olmadan önce ateşkese sevinecek zamanımız bile olmamıştı. İnşa ettiğimiz ve ektiğimiz her şey yok oldu. Domates bitkilerim şimdi nerede? Hayallerimle birlikte bir kez daha yok oldular.
İsrail'in soykırım planını yeniden başlatmasının ardından bölgemizi ikinci kez boşaltmak zorunda kaldık. Bahçemiz de hedef alınan tarım arazileri arasındaydı. Buna rağmen mahallemizde kaldık. Sabrettik ve yardım bekledik.
Ancak 31 Mart 2025'te, Hamza'nın şehit edildiği gün, kalbimde derin bir acıyla baş başa kaldım. Sonradan öğrendim ki o da kasabadan göç ettirilmiş ve ateşkesin yürürlükte olduğu günlerde ailesiyle birlikte geri dönmüş. Bizim gibi onun ailesi de barışın geri geldiğine ve hepimizin hayatlarımızdan geriye kalanları yenilenmiş bir sükûnet ve güvenlik içinde sürdürebileceğimize inanıyordu.
En temel haklarımızdan mahrum bırakıldık
Daha iyi bir yaşam hayal etmiyoruz; sadece birkaç dakikalığına da olsa kendimizi güvende hissetmek istiyoruz. Sadece birkaç saniyeliğine de olsa rahatlığın tadına varmak istiyoruz.
Her köşede insanların ağladığını duyuyorum: "Yorulduk. Vücudumuz yorgun." Başka yerlerde insanlar ölmek istiyorlar, ölümün bu sonsuz acıdan daha merhametli olduğuna inanıyorlar.
Daha ne kadar dehşete katlanmak zorundayım? Evim ve bahçem yerle bir oldu. Şehrimi boşaltmak zorunda kaldım. Yerde yatan cesetler gördüm. Küçük Hamza ona kekten bir parça verdikten sonra öldü. Tamamen yıkılmadan önce bu savaşa daha ne kadar katlanmalıyım?
Soykırımın başlamasından bu yana bir yıl altı ay, 18 ay, 555 günden fazla zaman geçti. Birilerinin bizi duyması için daha ne kadar beklemeliyiz? Bize yardım etmesi için? Yanımızda durması için?
Dünya insanlığını hatırlamadan önce Hamza gibi daha kaç çocuğu toprağa vermeliyiz?