Tareq S. Hajjaj’ın mondoweiss’de yayınlanan yazısını Barış Hoyraz, Haksöz Haber için tercüme etti.
Belki de safça hiç gelmeyeceğini umduğum bir haberle uyandım. Dün sabah saat 7'de eşim beni uyandırarak meslektaşım ve Gazze'nin tanınmış gazetecilerinden Hasan Eslayeh'in Han Yunus'taki Nasır Hastanesi'ne düzenlenen bir İsrail saldırısında öldürüldüğünü söyledi. Haberi bana yumuşatarak vermeye çalıştı; Hasan'la soykırım sırasında birlikte çalıştığımızı ve savaş boyunca tanıklıklar ve yaşadıklarımızdan dolayı güvendiğim kişilerden biri olduğunu biliyordu.
Ama göğsüme sıkılmış bir kurşun gibiydi. Hala yarı uykudayken, haberi sindirirken vücudum ayağa kalktı. Haberin ağırlığını kavradıktan sonra tekrar yere çöktüm ve ağır bir şekilde yatağıma gömüldüm. Bu acımasız soykırımın aramızdan aldığı bir meslektaşımızın daha yasını tutmanın zamanı gelmişti.
İsrail ordusu Hasan'ı yerel saatle Pazartesi sabahının erken saatlerinde yatağında öldürdü. Bir insanı hastane yatağında öldürmek korkunç bir şey ama İsrail'in Hasan'ı bu şekilde öldürmesinde derin ve acımasız bir ironi var. Daha birkaç hafta önce tam da bu senaryoyu öngörmüştü.
7 Nisan'da İsrail, Nasır Hastanesi'nin dışında gazetecilerin kaldığı çadırı bombalayarak birkaç kişiyi diri diri yaktı ve Filistinli gazeteci Ahmed Mansur'u öldürdü. Hasan ağır yaralı olmasına, vücudunda ciddi yanıklar oluşmasına ve iki parmağını kaybetmesine rağmen hayatta kalanlar arasındaydı. Aynı gün İsrail ordusu saldırının hedefinin Hasan olduğunu açıkladı ve onun “gazeteci kisvesi altında” faaliyet gösteren bir Hamas savaşçısı olduğunu iddia etti. Bu, İsrail'in daha önce öldürdüğü pek çok gazeteci için kanıt olmadan öne sürdüğü iddianın aynısıydı.
İlk girişimin Hasan'ın hayatı üzerindeki etkisi hemen hissedildi.
İki haftadan uzun bir süre boyunca, yaraları iyileşirken, Hasan'ın sesi çıkmadı. Benim ve diğer pek çok gazetecinin ondan almaya alışkın olduğu gece gündüz haber güncellemeleri ve tanıklıklar kesildi ve Hasan'ın sesinin ve Gazze'deki haberleri dünyaya ulaştırmada oynadığı rolün gerçek ağırlığı Gazze'deki her gazeteci tarafından hissedildi.
Sağlık durumuna ve İsrail ordusu tarafından kendisine yönelik açık tehditlere rağmen, durumu düzelmeye başladığında, Hasan hastane yatağından işine geri döndü ve Gazze'nin hikâyelerini dünyaya ulaştırma görevini yerine getirdi. Kendisi sahada değildi ama bize ve diğerlerine soykırımdan etkilenen sıradan Gazzelilerin tanıklıklarını ulaştırmak için sahadaki gazetecilerden oluşan bir ekibin parçası olarak çalıştı. İşine döndüğünde büyük bir güç hissettim - onu öldürme girişimi onu görevinden alıkoymadı. O gerçek bir profesyoneldi, ilkelerine bağlıydı ve Gazze'de olup bitenlerle ilgili gerçekleri anlatmaya kararlıydı.
Hasan'ın iyileşip sahaya döneceğini ve Gazze'deki meslektaşlarımın her gün yaptığı tehlikeli ve kritik işi yapacağını ummaya başlamıştım.
Yatağımda uzanmış, hastane yatağında öldürülen Hasan'ı düşünürken, Nisan ayındaki ilk suikast girişiminden sonra onunla telefonda yaptığım konuşmayı hatırladım. Taze yaraları konuşmasını zorlaştırıyordu ama bana söyledikleri hiç aklımdan çıkmadı.
Hasan, “İşgalin bana tekrar suikast düzenlemesi zor olmaz, özellikle de bana karşı duyduğum ve gördüğüm kışkırtmalar artarken,” dedi. “Beni hastanenin içinde, bu odamda hedef alabilirler. Ne yapabilirim ki?”
Onu, tam da tahmin ettiği gibi, silahsız bir şekilde, bir hastanenin içinde, kimseye tehdit oluşturmadan öldürdüler. Hastanenin yanık ünitesindeydi ve hala ilk suikast girişiminin yaralarını sarıyordu.
Hasan'ı öldürdüler ve geride ailesini, çocuklarını ve eşini bıraktılar.
Onu öldürdüler ve geride doldurulamayacak bir boşluğun yasını tutan meslektaşlarını bıraktılar.
Onu öldürdüler, tıpkı tahmin ettiği gibi, dünyanın gözü önünde ve bunu durduracak kimse olmadan.
Onu öldürdüler çünkü Gazze'deki gazeteciler dünyada çağımızın en büyük suçuna tanıklık eden tek insanlardı.
Gerçeğin yeri doldurulamaz bir sesini kaybetmiş olsak da, üzüntüden kahrolurken Hasan'ın bana söylediği son sözleri düşünüyorum: “Eğer İsrail ordusu beni öldürürse, çektiğim fotoğraflar ve dünyaya anlattığım hikâyeler yaşamaya devam edecek. Benim adım, davam ve sesim yaşayacak - ve işgal yok olacak.”