Amin Al-Hajj’ın Al Quds’de yayınlanan yazısı, Haksöz Haber tarafından tercüme edilmiştir.
Çağdaş tarihin daha önce benzerini hiç görmediği katliamın üzerinden altı yüz gün geçti. Geçici bir bombardıman ya da anlık bir katliamla değil, yaşamları ortadan kaldıran, şehirleri yok eden, bir halkı yok eden ve güpegündüz bir hayali katleden sistematik bir politikayla altı yüz gün süren kesintisiz bir soykırım.
Altı yüz gün sonra, çocukların cesetleri enkaz altında çürürken, dünya kanallar arasında dolaşıp hava durumunu ya da kadın sanatçılarla ilgili haberleri arıyordu. Yirmi yıldır kuşatma altında boğulan Gazze kana boğuldu.
Gazze'de yaşananlar bir savaş değildi, hatta “sıradan” bir saldırı bile değildi. Gecenin köründe düzenlenen, uçakların, gemilerin, tankların ve hatta robotların kullanıldığı bir katliamdı. Batılı başkentler bu katliamı sessizlikleriyle “kutsadılar” ve hatta silahlarıyla, pozisyonlarıyla ve yanıltıcı söylemleriyle açıkça desteklediler.
Yıkılan her ev, yanan her çocuk, çocuğunun mezarı başında başını eğen her anne, toprağı ıslatan kan, bombalanmadan sonra yıkılan minareler ve kiliseler hep bu utanç verici küresel suç ortaklığının sonucuydu.
Altı yüz gündür katliamlar aralıksız devam ediyor ve düşman öldürmekten “yorulmuyor”, ta ki Gazze'de yaşam bir “mucize” haline gelene kadar.
Altı yüz gün boyunca yerinden edilme ve açlık; un, altından daha değerli hale gelene kadar devam etti ve Batı başkentleri gözlerini bile kırpmadı. Aksine, sessizliğe ve terk edilmişliğe boğulmuş başkentlerde beyaz bayraklar göndere çekildi. Buğdaylar yakıldı, okullar yıkıldı, hastaneler yıkıldı, elektrik ve su kesildi ve hava beyaz fosforla zehirlendi. Tüm bunlar, hatırladığında soğuk kınama açıklamalarıyla yetinen bir uluslararası toplumun gözleri önünde oldu.
Gazze ağır çekim bir katliamın sahnesi, başarısız insanlığın her gün sınandığı bir yer, yerin ve göğün sabrının test edildiği bir şehir haline geldi. Savaş zamanlarında tarafsızlık ahlak değil, suç ortaklığıdır. Kim demiş açlık öldürmez diye? Gazze'de bebekler daha “anne” bile diyemeden açlıktan ölüyor. Gazze'de sadece insanlar öldürülmüyor, vicdanlar da öldürülüyor ve insanlık canlı yayında katlediliyor.
Ama bu cehennemin ortasında Gazze dimdik ayakta kaldı. Ne düştü, ne de bayrağını yükseltti. Ulusun onurundan geriye kalanların canlı bir tanığına ve ona ihanet eden ya da acısına sessiz kalan herkesin peşini bırakmayan bir lanete dönüştü. Yerinden etme ya da boyun eğdirme planlarını, Filistinlileri evcilleştirmeye yönelik tüm planları, barış yanılsamasını ve devlet projesini destekleyen tüm yalanları boşa çıkardı. Oslo düştü, güvenlik koordinasyonunun utancı açığa çıktı ve hayatı hak ettikleri için seven bir halkı ehlileştirmeyi “vaat eden” tüm teoriler buharlaştı. Yerinden edilen her çadırda, uzuvlarını kaybeden her çocukta, açlığa rağmen işgal bir kez daha yenildi. Gazze'nin kadınları odun ateşinde yemek pişirirken, oğullarına haysiyetin satın alınamayacağını ya da verilemeyeceğini öğretiyorlardı.
Altı yüz gün vatanı yeniden tanımladı ve uluslararası konferanslara ve kararlara bel bağlamanın kırılganlığını gözler önüne serdi. Bize vaat edilen devlet, sessizliğin rahminden ya da zalimlerin masalarından doğmadı ve doğmayacak. Devlet projesi, tıpkı Cebaliye, Beyt Hanun ve Deyr el-Belah'ta olduğu gibi Refah'ın yıkıntılarında son nefesini verdi.
Vatandan geriye kalanlar bir harita üzerinde özetlenemez, ancak şehitlerin kanında, annelerin seslerinde ve iki yıldır okula gitmeyen çocukların gözlerinde yazılıdır. Gazze'nin kanı petrol olsaydı, başkentler onu kurtarmak için yarışırdı, ama bu onurun kanı ve onlar bunu görmezden gelmeyi seçtiler.
Şimdi ağlamak için değil, belgelemek için, öfkelenmek için, kendimize ve dünyaya Gazze'nin geçici bir trajedi değil, insanlığın alnındaki ebedi bir leke olduğunu hatırlatmak için yazıyoruz.
Yazıyoruz çünkü sessiz kalma lüksümüz yok ve çünkü Gazze'nin çığlığı bu donuk dünyayı sarsma hakkına sahip. Ölmesini istedikleri Gazze her gün canlanıyor.
Altı yüz gün oldu ve Gazze'de hala gitmeyeceğiz diyen insanlar var.
Yıkılan her ev, yanan her çocuk, çocuğunun mezarı başında başını eğen her anne, toprağı ıslatan kan, bombalanmadan sonra yıkılan minareler ve kiliseler, hepsi bu utanç verici küresel suç ortaklığının meyveleridir.