Nasim Ahmed’in Middle East Monitor’de yayınlanan makalesini Barış Hoyraz, Haksöz Haber için tercüme etti.
İsrail'in Gazze'ye yönelik savaşı, ABD'nin Orta Doğu'daki hegemonyasının gücüne ilişkin tüm yanılsamaları yerle bir etti. “Ortadoğu'da Amerikan Üstünlüğünü Tartışmak” başlıklı yeni bir çalışmada yer alan makaleler, Gazze'de ABD tarafından finanse edilen İsrail soykırımının küresel güç kaymalarını ne ölçüde hızlandırdığını, Washington'un etkisinin sınırlarını ortaya çıkardığını ve diğer aktörlerin hevesle doldurduğu bir boşluk bıraktığını keskin bir şekilde ortaya koyuyor. Yazarlara göre geçtiğimiz 16 ay sadece ABD ittifaklarındaki derin çatlakları ortaya çıkarmakla kalmadı, aynı zamanda bir zamanlar Amerika'nın bölgenin geleceğini dikte etmesine izin veren İkinci Dünya Savaşı sonrası düzenin tükendiğini de gösterdi. Bir zamanlar ABD liderliğindeki tartışmasız sistem, şimdi Amerikan diktalarına karşı çıkmaya giderek daha istekli hale gelen bölgesel ve küresel aktörlerin meydan okumalarıyla delik deşik olmuş durumda.
Çalışmaya göre, ABD'nin Orta Doğu'daki üstünlüğü hiçbir zaman sadece askeri güce dayanmadı. ABD'nin hâkimiyeti zorlama, ekonomik baskı ve dikkatle sürdürülen liberal bir uluslararası düzen yanılsamasının bir karışımı üzerine inşa edildi - sözde kurallara, kurumlara ve çok taraflı diplomasiye dayanan bir düzen. Ancak İsrail'in Gazze'deki saldırganlığı bu görüntüyü ortadan kaldırarak göz kamaştırıcı bir çifte standardı ortaya çıkardı. Uzun zamandır kendisini demokrasi ve insan haklarının küresel savunucusu olarak konumlandıran ABD, bunun yerine kendisini, savunduğunu iddia ettiği ilkeleri ihlal eden eylemlerde bulunan bir müttefikini haklı çıkarırken ve ona olanak sağlarken buldu. Uluslararası Adalet Divanı'nın (UAD) İsrail'in eylemlerinin makul bir şekilde soykırım teşkil ettiğine hükmetmesi Washington'u eşi benzeri görülmemiş bir ahlaki ve siyasi yalnızlık pozisyonuna sokmuştur. ABD, tutumunu yeniden değerlendirmek yerine BM'de ateşkes kararlarını bloke etti ve silah tedarik etmeye devam ederek “kurallara dayalı düzen” taahhüdünün yalnızca Amerikan çıkarlarına hizmet ettiğinde geçerli olduğunu gösterdi.
On yıllardır Washington'un en yakın Arap müttefikleri olan Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün ve BAE, güvenlik garantileri karşılığında ABD ile uyumlarını sürdürdüler. Ancak çalışmada da detaylandırıldığı üzere bu anlaşmanın sürdürülmesi giderek zorlaşıyor. Gazze'ye yönelik saldırı Arap dünyasında Arap Baharı'nın ilk günlerinden bu yana görülmemiş düzeyde bir halk öfkesini ateşledi ve ABD'ye en yakın hükümetleri bile pozisyonlarını yeniden gözden geçirmeye zorladı. Tarihsel olarak Amerika'nın en güvenilir ortaklarından biri olan Ürdün, İsrail aleyhine açılan UAD davasını desteklemek gibi sıra dışı bir adım attı. ABD arabuluculuğunda İsrail ile ilişkilerini normalleştirme yolunda ilerleyen Suudi Arabistan ise şimdi bu planlarını süresiz olarak rafa kaldırmak zorunda kaldı. Çalışmanın yazarları, bir zamanlar bölgenin kilit güç simsarı olarak görülen ABD'nin, bırakın bir hegemon olmayı, bir arabulucu olarak bile güvenilirliğini hızla yitirdiğini savunuyor.
Çalışmada ortaya konan en çarpıcı noktalardan biri, Washington'un İsrail'in güvenliğine olan bağlılığının stratejik bir hesaplamadan ideolojik bir saplantıya dönüştüğü ve artık İsrail'in çıkarlarına bile hizmet etmediği. ABD'nin desteği, İsrail'in uzun vadeli güvenliğini sağlamak bir yana, İsrail'i daha da derin bir yalnızlığa itmiştir. İsrail, 7 Ekim 2023'ten bu yana Gazze'ye yönelik saldırısını varoluşsal bir mücadele olarak çerçeveledi, ancak savaş Hamas'ı ortadan kaldırmak yerine Gazze'yi Batı'nın ikiyüzlülüğünün küresel bir sembolü haline getirdi, bölgedeki direniş hareketlerini güçlendirdi ve istikrarsızlığı artırdı.
Çalışma aynı zamanda Amerika'nın Avrupa'daki geleneksel ittifakları üzerindeki etkisine de işaret ediyor. Avrupa hükümetleri İsrail'i destekleme konusunda büyük ölçüde Washington'un izinden gitmiş olsalar da, kamuoyu dramatik bir şekilde değişmiştir. Gazze'deki yıkımın boyutu geniş çaplı protestoları harekete geçirdi ve birçoğu tarihsel olarak İsrail yanlısı olan Avrupalı liderleri daha eleştirel bir ton benimsemeye zorladı. Bu durum önceki ABD-Avrupa ilişkilerinden önemli bir kopuşa işaret ediyor. Transatlantik ittifak onlarca yıldır ABD'nin küresel üstünlüğünün önemli bir dayanağı olmuştur, ancak çalışma Washington'un Gazze'yi ele alış biçiminin artık Avrupa'nın otomatik desteğine güvenemeyeceğini gösterdiğini savunuyor. Biden yönetiminin aylardır artan baskılara rağmen ateşkes sağlayamaması, sadece İsrail üzerindeki değil, kendi müttefikleri üzerindeki etkisinin sınırlarını da ortaya çıkardı.
Çalışma, bu anın diplomatik etkilerinin ötesinde, daha geniş kapsamlı sonuçlarının küresel güç yapılarını yeniden şekillendireceğini öne sürüyor. ABD dolarının küresel ticaretteki hâkimiyeti ve Amerikan liderliğindeki finans kuruluşlarının etkisi, ülkelerin Washington'a olan ekonomik bağımlılıklarını azaltmanın yollarını aktif olarak aramaları nedeniyle şimdiden sorgulanmaya başlandı. Çin, Rusya ve önemli Küresel Güney ekonomilerini içeren BRICS ittifakı ivme kazanıyor ve bazı Orta Doğu ülkeleri daha yakın ilişkilere ilgi duyduklarını ifade ediyor. Çalışma, ABD'nin üstünlüğünün İsrail'e ne pahasına olursa olsun koşulsuz destek anlamına gelmesi halinde, alternatif küresel ittifakların daha cazip hale geleceğini savunuyor.
Bu analizden çıkan sonuç, ABD hegemonyasının bir anda çökmesi değil, kademeli ve oldukça görünür bir şekilde erozyona uğramasıdır. ABD güçlü bir aktör olmaya devam ediyor, ancak çalışma Washington'un artık eskisi gibi şartları dikte edemediğini açıkça ortaya koyuyor. Bir zamanlar Amerikan güvenlik mimarisine derinden bağlı olan Arap devletleri, ortaklıklarını aktif bir şekilde çeşitlendiriyor, Çin, Rusya ve hatta İran ile bağlarını güçlendiriyor. On yıllar boyunca ABD'nin bölgedeki hâkimiyetini destekleyen güvenlik düzenlemeleri artık yeniden müzakere ediliyor ve Washington buna ayak uydurmakta zorlanıyor.
Bu değişim belki de hiçbir yerde İbrahim Anlaşmaları'nın Gazze'deki serpintiye dayanamamasından daha belirgin değildir. Anlaşmalar İsrail'in ABD destekli bölgesel düzene entegrasyonunu sağlamlaştırmak için tasarlanmıştı ancak devam eden saldırılar anlaşmaları anlamsız hale getirdi. BAE ve Bahreyn gibi İsrail'le ilişkilerini normalleştiren Arap devletleri şimdi kendilerini İsrail'in eylemleriyle aralarına mesafe koymak zorunda hissediyorlar. Bir zamanlar ABD öncülüğündeki normalleşme çabalarının ana hedefi olan Suudi Arabistan kararlı bir şekilde geri adım attı. Çalışma, İsrail'in Gazze'ye topyekûn bir saldırı düzenlerken bu anlaşmaları sürdürebileceği inancının her zaman gerçekçi olmadığını ve geçtiğimiz yıl yaşanan olayların bölgenin geleceğinin ABD'nin aracılık ettiği arka oda anlaşmalarıyla değil, sahadaki güç gerçekleriyle şekilleneceğini doğruladığını savunuyor.
Çalışma aynı zamanda Gazze saldırısının sadece Filistinliler için değil İsrail demokrasisi için de yıkıcı sonuçlar doğurduğunu savunarak İsrail'in kendi içindeki etkilere de dikkat çekiyor. Binyamin Netanyahu'nun aşırı sağcı hükümeti, krizi giderek otoriterleşen önlemler almak, muhalefeti bastırmak, siyasi muhalifleri hedef almak ve anti-demokratik bir devleti daha da sağlamlaştırmak için kullandı. İsrail'in savunucuları yıllardır ABD'nin desteğini İsrail'i “Ortadoğu'daki tek demokrasi” olarak tasvir ederek meşrulaştırdılar ancak İsrail'in mevcut gidişatı bu iddianın sorgulanmasına neden oluyor.
Çalışma, Filistinliler açısından devam eden saldırının sadece acılarını derinleştirmekle kalmadığını, ABD destekli diplomatik çabaların tamamen başarısız olduğunu da ortaya koyuyor. Uzun zamandır Washington'un işgali yönetmek için tercih ettiği mekanizma olarak görülen Filistin Yönetimi, bir zamanlar sahip olduğu meşruiyeti kaybetmiştir. Çalışmanın yazarlarına göre, ABD öncülüğündeki bir barış sürecinin çatışmaya adil bir çözüm getireceği fikri, Washington'un bölgenin geleceğini tek taraflı olarak şekillendirme gücüne hala sahip olduğu varsayımı kadar demode.
Gazze soykırımının ardından ortaya çıkan dünya, ABD'nin hâkimiyetinin artık kesin olarak kabul edilemeyeceği bir dünyadır. Bölgesel aktörler, çoğu zaman Washington'un hedeflerine doğrudan meydan okuyarak kendilerini ortaya koyuyorlar. Bir zamanlar Amerikan üstünlüğü etrafında dönen küresel düzen, dramatik çalkantılarla değil ama kaybedilen nüfuzun, yeniden düzenlenen ittifakların ve ABD'nin artık bir zamanlar olduğu gibi tartışmasız bir güç olmadığının giderek daha fazla kabul görmesinin birikimli ağırlığıyla istikrarlı bir şekilde değişiyor.
‘Debating American Primacy in the Middle East'e’ göre, tanık olduğumuz şey sadece bir başka kriz anı değil, bir dönüm noktasıdır. ABD dış politikasının çelişkileri, ittifaklarının kırılganlığı ve gücünün sınırları tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır. Amerikan hegemonyasının düşüşü bir gelecek projeksiyonu değil, şu anda, gerçek zamanlı olarak Orta Doğu ve ötesinde yaşanıyor. Geriye kalan tek soru, Washington'un bu gerçeği kabul edip uyum sağlayıp sağlamayacağı ya da zaten elden gitmekte olan bir egemenlik sistemine tutunmaya devam edip etmeyeceğidir.