Ramzy Baroud’un The Palestine Chronicle’da yayınlanan yazısı, Haksöz Haber tarafından tercüme edilmiştir.
Pazar günü, Birleşik Krallık, Kanada ve Avustralya Filistin Devleti'ni tanıdı. Bu adım, birçok kişi tarafından on yıllardır süren tarihi bir adaletsizliğin tersine çevrilmesi olarak algılanıyor. Fransa ve Portekiz başta olmak üzere diğer ülkelerin de bu adımları izlemesi bekleniyor.
Bu kararların arkasında çok şey okunabilir, özellikle de İsrail'in resmi tepkisini incelersek. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, “Filistin devleti kurulması çağrıları varlığımızı tehdit ediyor ve terörizme mantıksız bir ödül teşkil ediyor” dedi.
Ancak Filistin'i destekleyenler arasında bu tanıma farklı şekillerde yorumlanıyor. Bazıları, bu adımların çok az ve çok geç geldiğini düşünüyor ve sembolik tanıma kararlarının, İsrail'in geleneksel destekçilerinin Gazze'deki soykırımı durdurmada ya da Filistin halkının yok edilmesinden İsrail liderlerini sorumlu tutmada tamamen başarısız olduklarını gizlemek için atıldığını öne sürüyor.
Bu iddia gerçeklerle destekleniyor. Örneğin, bu hükümetlerin liderlerinin İsrail'in “kendini savunma hakkı” olduğu konusunda ısrarcı olmaları, Filistinlileri direnişlerinden dolayı suçlamaları ve iki devletli çözümü kabul etmeleri için şartlar koymaları.
Diğerleri, özellikle tek devlet çözümünü destekleyenler, iki devletli çözümün başlangıçta mümkün olmadığını ve bu çözüme hayat vermekle İsrail'e Gazze'yi yok etme ve Batı Şeria'yı ilhak etme sürecini tamamlaması için gereken zamanı kazandırmaktan başka bir şey yapmayacağını savunuyorlar.
Üçüncü bir grup ise olumlu yönüne bakarak, bu tür tanıma kararlarının hala hayati önem taşıdığını, çünkü Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkının kabulü ve İsrail'in Filistin'i ve Filistinlileri küresel gündemden dışlama girişiminin yenilgisi anlamına geldiğini savunuyor.
Tüm bu iddialar büyük ölçüde meşru ve doğru analizler ve geçerli endişeler olarak kabul edilmelidir.
Bu tanıma kararlarının daha geniş anlamını düşünürken dikkate alınması gereken bazı noktalar şunlardır:
Birincisi, Filistin devletinin tanınması, bağımsız bir Filistin'in ancak İsrail işgali ile işgal altındaki Filistinliler arasındaki müzakereler yoluyla gerçekleşebileceği fikrinden tamamen kopuş anlamına gelmektedir. Bu sıkça tekrarlanan söylem, Batı'nın bu konudaki dış politikasını belirlemiştir.
On yıllardır hiçbir müzakere yapılmamış ve İsrail'e işgal altındaki Filistin'in geri kalanını ilhak etmesi için ABD'den yeşil ışık yakılmış olmasına rağmen, Batılı ülkeler aynı çizgiyi defalarca tekrarlamıştır. Dolayısıyla, bu tanıma kararları, Washington ve İsrail'in öngördüğü geçmiş dış politikalarından açık bir sapmadır.
İkincisi, Birleşik Krallık'ın Filistin'i tanıması, uzun süren şartlar ve çoğu zaman aşağılayıcı bir dilin ardından gelmiş olsa da, özellikle önemlidir. 1917'de Birleşik Krallık'ın Balfour Deklarasyonu, otuz yıl sonra etnik temizlik yapılan Filistin vatanının yıkıntıları üzerinde İsrail'in kurulmasına yol açan tohumları ekmişti. Bu tarihsel bağlam da özellikle önemlidir.
Üçüncüsü, Filistin'in tanınması Batılı hükümetlerin hayırseverlik gösterisi değildi: 7 Ekim'de başlayan olayların, Gazze'deki soykırımın ve Filistinlilerin efsanevi direnişinin bir sonucuydu.
Birçoğu, Filistin mücadelesine daha nazik bir yaklaşım sergiledikleri için hükümetlere teşekkür etmekle meşgulken, bu adımların Filistin halkı olmasaydı neredeyse imkânsız olacağını unutuyorlar.
Dördüncüsü, Batı ülkelerinde Gazze ve ötesindeki Filistinlilerin sesini taşıyan ve güçlendiren halk hareketleri olmasaydı, bu tanıma süreçleri yine de zor olacaktı.
2024 yılının Mayıs ayında İspanya, Norveç, İrlanda ve Slovenya'da Filistin'in erken tanınmasının, halk hareketlerinin ve dayanışmanın tarihsel olarak kök salmış olduğu toplumlarda gerçekleştiğine dikkat edin. Aynı mantık, tüm yeni tanıma kararları için de geçerlidir. Bu, sivil toplumun en çok ihtiyaç duyulduğunda değişimi gerçekleştirebilen bir siyasi aktör olduğunun kanıtıdır.
Beşinci olarak, sadece “çözüm” çağrıları ile tanıma kavramının daha geniş anlamı arasında net bir ayrım yapılmalıdır. İsrail, iki devletli çözümü zaten imkânsız hale getirmiştir, ancak burada asıl önemli olan, Filistin davasının yıllarca marjinalleştirilmesinden ve Filistinlilerin aleyhine İsrail ile Arap normalleşmesinin yıllarca sürmesinden sonra, Filistin'in artık uluslararası toplumun ana gündem maddesi olarak geri dönmüş olmasıdır.
Çözümler ve benzeri konular hakkında yan konuşmalara girmek yerine, bu hareketleri, bu hükümetleri uluslararası hukuka ve halklarının kolektif isteklerine daha fazla hesap verebilir kılmak için kullanmak bizim görevimizdir. Böylece, Filistin halkını tamamen veya kısmen yok etmek için acımasızca çabalayan, soykırımın tam tanımı olan bir parya devlet olan İsrail'e yaptırımlar uygulayabilir ve hatta ilişkilerini kesebilirler.
*Dr. Ramzy Baroud; gazeteci, yazar ve The Palestine Chronicle dergisinin editörüdür. Baroud, İslam ve Küresel İlişkiler Merkezi'nde (CIGA) misafir kıdemli araştırma görevlisidir.